Değerli okurlarım,
25 Temmuz tarihli yazımın başlığı şöyleydi: "Siz 30 Ağustos Zafer Bayramımızı takvimden nasıl silersiniz?"
Anımsayın: M. E. B e-Okul İş Takviminde 30 Ağustos unutulmuştu.
Türkiye unutmuşken bugün Fransa 30 Ağustos Zaferini özel bir etkinlikle anmaya hazırlanıyor.
100’den fazla dünya dilini ve kültürünü öğretme konusunda uzmanlaşmış INALCO 9-16 Eylül tarihleri arasında Türk Kurtuluş Savaşı'nın (1922-2022) yüzüncü yılını anmak üzere program yaptı.
Açılış 9 Eylül’de. Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanı bir gösteriyle sunulacak. Bakın bunu nasıl dile getiriyorlar: "Türk Kurtuluş Savaşının Yüzüncü Yıl Kutlamasının açılışı, buna angaje şair Nâzım Hikmet'in "Kurtuluş Savaşı Destanı" başlıklı eserinin yorumuyla gerçekleşecek. Turkuaz Yayınları 20. yüzyılın büyük şairini tanıtmak, direnişin ve bağımsızlığın önemini övmek için bir mizansen hazırladı."
30 Ağustos 1922 Zaferini kim reddedebilir, kim takvimlerden silebilir…
30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da Atatürk’ün başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Büyük Taarruzu her yıl aynı tarihte Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde anıyor, resmî ve ulusal bayram olarak kutluyoruz.
Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa’nın disiplinsiz, emirsiz, komutasız hareketlerle Türk ordusunu 1920 Gediz Taarruzunda genel yenilgiye uğratması üzerine Mustafa Kemal başkomutanlık görevini üstüne alır ve orduya yeni düzenlemeler getirir. Dahice bir strateji izler, dışarıdan ve içten gelen fikir ve siyasetleri yıkarak 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar Meydan Muharebesini kazanır. Yunan orduları İzmir'e kadar takip edilir, 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla Türk toprakları Yunan işgalinden kurtulur.
30 Ağustos Zaferi’ni bizden daha iyi kim anlayabilir…
20. Yüzyıl büyük Fransız şairi Aragon 1940’larda Paris Almanların işgali altındayken savaşta ve işgalde ölenler için bir ağıt yazar. "Leylaklar ve Güller" başlığını taşıyan ağıt Fransız halkının kurtuluş mücadelesini anlatmaktadır. Kişileştirdiği ilkbahar ve onunla yan yana koyduğu ölüm ana temadır. Baharın ölümle kol kola olduğu bir direniştir bu. Aragon savaşın olumsuz duygularını, özellikle Fransa'nın işgalinden hemen sonraki umut kaybını ve Almanlarla iş birliği yapan Vichy Hükümeti'nin başkanlığını üstlenerek Fransızların gözünde bütün saygınlığını yitiren Mareşal Pétain'in ihanetini betimler. 1940 Paris baharını savaşın yok ettiği bir dünya olarak resmeder.
Aragon "Leylaklar ve Güller"de ihanet altındaki bir milletin çöküşünü acıyla yaşarken, Nazım Hikmet "Kurtuluş Savaşı Destanı"nda 30 Ağustos 1922 Zaferinin büyük heyecanını yaşar. Çeşitli cezaevlerinden mahkûm arkadaşlarının tanıklıklarını dinleyerek hücresinde yazdığı 8 kitaptan oluşan destanda 1919-1922 yıllarının tarihsel gerçekleri yer alır. Hapishanelerdeki anonim kişilerin zihinlerinden çıkanlar dizelerinde Türk milli gururuna dönüşür.
INALCO’nun CERMOM araştırma merkezi ile Turkuaz Yayınları Türk Kurtuluş Savaşı'nın (1922-2022) yüzüncü yıl dönümünü 14-16 Eylül arasında üç etkinlikle anacak. Bunların ilki Nâzım Hikmet'in eserinin yorumlanması (9 Eylül). İkincisi çeşitli üniversitelerden araştırmacıları bir araya getirecek 2 günlük (14-16 Eylül) sempozyum. Üçüncüsü Kurtuluş Savaşı boyunca gazetelerde yer almış karikatürlerin bulunduğu sergi (9-16 Eylül).
"Genç Türk kuşakları (2000'lerden beri) bu dönemin hatırasını taşımıyor"
Türk Kurtuluş Savaşı bizde çoğunlukla Türk-Yunan Savaşı diye bilinir. Oysa INALCO’da gerçekleşecek sempozyumun başlığı "Türk Bağımsızlık Savaşının
Yüzüncü Yılını Anma Töreni. 20. Yüzyılın İlk Anti-Emperyalist Savaşı".
Görünen o ki bizden çok başkaları Türk Kurtuluş Savaşının gerçek önemini, değerini anlamada daha fazla çaba gösteriyor.
2004’ten bu yana Strasbourg Üniversitesi doktorlarından biri olarak Paris kütüphanelerinde ve kitapçılarında uzun zamanlar geçirdim. Gelin görün ki sempozyumun başlığı şaşırttı. Oryantalist ve sözde dost Fransızların Türk Kurtuluş Savaşını bu yaklaşımla anmaları takdir edilir.
Bir an için hep yanlış düşüncelere, önyargılara kapılan bir milletiz diye düşünerek kendimizi suçladım. Çünkü bizim koyacağımız türden konu başlıkları var programda: «1919-1922 yılları arasında bütünüyle savaş alanı olarak Anadolu toprakları»; «1919 Yunan vahşeti sorununun uluslararasılaşması: Müttefikler arası Soruşturma Komisyonu: Yöntemleri ve Zorlukları»; «İşgalcilerin çarpık bakışlarından Batı Anadolu'daki Yunan şiddeti» gibi.
Şu anlatım da dikkat çekici: "Düşmanlıkların sona ermesinin ardından Mustafa Kemal Atatürk Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Devlet, laiklik, kadın hakları ve alfabe değişikliği dahil olmak üzere çeşitli reformlarla ülkeyi tamamen modernleştirdi. Birçok Müslüman ülke bu olaydan etkilendi ancak genç Türk kuşakları (2000'lerden beri) bu dönemin hatırasını taşımıyor."
Ne büyük ve ne acı bir gerçeklik bu!
Fransa çoktan bunun ayırdına varmış. Peki ya biz…?
"Türkler savaşı kaybetmiş olsaydı bölge için sonuçları ne olurdu?"
Fransız düşüncesi kuşku / soru sorma üzerine kuruludur.
Lise sözlü sınavları, Master veya Doktora sınavları bu yöntemle gerçekleşir. Jüri sınava girenleri öyle bir sıkıştırır ki insan bir an için tüm çalışmalarının boşa gittiğini, sınav salonunda ne işi olduğunu bile düşünebilir.
Sempozyumlar da benzer bir savaş meydanı sayılır. Her soruya kanıt getirmek, doğru, yadsınamayacak yanıt vermek, güçlü bir savunma yapmak gereklidir.
Bu sempozyumun sonunda gerçekleşecek "Tartışma / Débat bölümünde yukarıdaki soruya yanıt-lar aranacak.
Aragon da istemez miydi ki
20. Yüzyılın dünyaya örnek kurtuluş savaşını veren millet olarak Fransızlar anılsın; Pétain Fransız Baharını gerçekleştiren komutan olarak ilelebet bilinsin?
Oysa destanı gerçekleştiren dahi bizim içimizden çıktı ve bize bağımsız bir Türkiye armağan etti. 30 Ağustos Zaferinin özü budur: Kazanan Mustafa Kemal’in önderliğinde Türk milleti oldu. Bağımsızlık, cumhuriyet, laiklik, insan hakları, özgürlük, kardeşlik, adalet kazandı. İşgalciler, paylaşımcılar da çekip gitmek zorunda kaldılar.
Diyeceğim şu ki sempozyumun yukarıda sorduğu soru abes: Yanıt ortada!
Yok günümüz Türkiye’si bizi bu soruyu sormaya itiyor diyorlarsa o zaman durum değişir!