İmparatorlukların sona ermesinden yüz yıl sonra; militer ilişkiler ve imparatorluk iddiasıyla ortaya çıkmaya mecbur musun Türkiye’m?
Mutlakiyet ve meşrutiyet yönetim anlayışları; hanedan saltanatı amaçlı emperyal imparatorlukların ulusal ve üniter demokratik anlayışlara evrimesi; uygar çağın bir gerçeğidir. Bu realiteye rağmen Türkiye’m, son yirmi yılda adım adım teokratik anlayışa yönelişin hangi sinsi amaçların gereğidir?
“Milli Görüş” gömleği çıkardığını açıklayan bir siyasi kadro; 2002 yılından beri teokrasiye giden yolun taşlarını döşüyor! “Demokrasi bir tramvaydır, gidilecek istasyonda inilir” söylemi ile start vermişti. Bir teo-strateji (din istismarı) ile bir hanedan saltanatı, veya birkişi yönetimi kuruluyor. Anayasa alenen çiğnenerek, demokratik kurumlar iğdiş edilerek, yoksullara cennet vaat edilerek, Hitler gibi sandık araç edilerek, atı alıp Üsküdar’ı geçenin yönetim meşruiyeti yaratıldı!
Son adım, aç insanların militarist emperyal kahramanlıklarla ipnotize edilmesidir. “Baldırı çıplak” ile “hain paralel” denen terör örgütleri hakkında gelinemezken, “külüne muhtaç” komşularla köprüler atıldı. Esat’tan Kaddafi’ye düşmanlık duyguları yükseltilerek Türkiye’m, emperyalist amaca yöneltildin. Bağımsız ve barışçı nitelikten uzaklaştırıldın. Yunanistan’ın 18 adayı işgali ve adaları Lozan’a rağmen silahlandırması görülmezden gelinirken Suriye, Lübnan, İsaril ve Mısır ile açmazlar yaratılarak Akdeniz’deki münhasır ekonomik alanda inisiyatif de düşmanlarına verildi. Ay bacayı geçtikten sonra, “mavi vatan” masalıyla halkın uyutuldu! Tam bağısız laik ve sosyal hukuk devleti ilkesi özellikle kulak ardı edilerek fikir ve vicdan özgürlüklerin boğuldu. Suriye’den Libya’ya, Mısır’dan Kafkaslara militarist görüntüler sergilemek; ne getirdi? Ya da ne getirecek? Düşman çoğaltmaktan başka!
Ekonomik kriz içinde bunalmış yurttaşını “dertleri bal eylemek” mistisizmiyle oyalamak, devlet yöneticiliğine yakışmakta mıdır? Veya sorunları gidermenin çaresi midir? Yoksa sürekli ekonomik bunalım içinde düşürülen yurttaşları kaderciliğe mecbur etmek midir?
“Evde yoktur bulgur aşı, gezer bölükbaşı” örneği yaşamaya Türkiye’m mecbur musun? Suriye’den Libya’ya, Azerbaycan’dan Zaire’ye müdahaleler yurttaşların boğazlarından lokmaların eksiltilmesine neden olmaktadır!
Bütün inançlarda olduğu gibi, İslam’da da yüce yüce Yaratan, “ne yerdedir ne göktedir, ama şah damarından daha yakındadır” şeklinde tanımlanır. Bu tanıtlama, Allah’ın (CC) ayırım ve torpil yapmayan eşitlikçi olduğunun ifadesidir. Oysa saltanatçı hanedan uleması ile feodalite, kendilerinin bir eli yağda iken diğerinin balda olmasını hak olarak görüyor! Fakirin de açlığa sabır, egemene biat ederek cennetlik olmasını istiyor! Saltanatın bekası uğruna şehit olmayı telkin ediyor!
Türk halkının etnik ve inanç bağlamında ayrıştırılması; toplumsal barışı bozuyor. Yoksul birbiriyle dalaşırken, kendini açlığa ve umutsuzluğa mahkum eden yöneticiler gündemden düşüyor!
Bu nedenle Türkiye’m, sormak istiyorum:
Osmanlı Devleti’ni tüketen emperyalistlerin yeniden Ortadoğu haritası çizmek amaçlı Büyük Ortadoğu Projesine destek olmak zorunda mısın?
Arap Baharının karakış halinde Kuzey Afrika’dan Kafkaslara uzamasına katkı vermeye mecbur musun?
Süleyman Şah türbesinin bulunduğu topraklara, Ege’deki 18 adaya sahip çıkamazken Libya’da, Mısır’da, Suriye’de İhvan-ı Müslim’i iktidar yapabilmek için başını belaya, insanını yoksunluğa sokmak zorunda mısın?
İsrail’in Kudüs Krallığı kurmak hayalperestliği gibi şerri cumhuriyet kurmak yanılsaması ile ne elde edeceksin?
Yurttaşların büyük çoğunluğu açlık sınırında ve işsiz güçsüz iken 4-5 milyon Suriyeliyi yurt içinde ve o kadarını da sınır boyunda beslemek ile nereye gidileceksin?
“Harun gibi gelip Karun olan” yöneticilerle nereye varacaksın?
Osmanlı hanedanının saray safahatı uğruna Duyunu Umumiye idaresine devleti teslim etmiş olmasından ibret almamakla ayakta durabilecek misin?
Çağdaş eğitim öğretim yerine öteki dünya refahı için akıl dışı bir eğitim anlayışıyla cehaleti kutsamakla kime ve neye hizmet ediyorsun?
Varlık içinde yoksulluğu ve çaresizliği yaşamak için mi?
***
Partili cumhurbaşkanı ; “… dünya beşten büyüktür (…) kaynakların adaletli dağıtılması şarttır” diyerek dünya egemenlerine yol gösteriyor. Ama nedense ülkesi kaynaklarının yurttaşlarına eşit dağıtmıyor! Sevdiklerinin köşe dönmeleri için olmadık israflar görmezden geliniyor.
Örneğin Çağlayan mahallesinde on yılı aşkın süre önce trafiğe hiçbir katkısı olmayan bir tünel geçit yapıldı. Sokakta yatıp kalkanlara konut olmaktan başka bir işe yaramayan bu tünelle yapılan israfın hesabı sorulmaz mı?
Ya da “yap, işlet, devret” anlayışıyla yaptırılan yol, köprü, tünel, şehir hastahanesi ve hava alanı gibi işler için neden ultra sürede döviz garanti verilir de ekonomik bunalımdaki işsisiz güçsüz vatandaşa hesabı verilmez?
Veya Çorum Boğazkale Kaymakamlığınca turistik al beni yaratmak amacıyla 2016 yılında inşa ettiği “Hitit Köyü” neden çürümeye terk edilir? 2.5 milyon lira ile 3500 yıl önceki Hitit yaşamını canlandırma projesi; israf amacıyla uygulanır mı?
Türkiye’nin neo-liberal ekonomik anlayışla iyi günler yaşamayacağı pratikle anlaşılmıştır. Buna rağmen özelleştirmelerle istihdam kapıları kapatılırken, betona yatırımla ne üretimin ve ne de Türk lirasının değerinin yükselmeyeceği apaçık ortadır. Toplumsal geçmişimiz, halkın devlet desteği olmadan iş bulamayacağı, köylünün üretken olamayacağı gerçeği hala atlanmaktadır. Buna rağmen neo-liberal ve mutlak özelleştirme politikalarının öne alınıyor olması, anlaşılır şey midir?
12 Eylül sonrasında ANAVATAN Genel Başkanı Turgut Özal; Thatcher ile Ronald Reagan’ın uygulamaya başladığı neoliberal rüzgara kapılarak; Kamu İktisadi Teşekküllerini (KİT) özelleştirmeye başladı. Devletin sosyal güvenlik sistemini zaafiyete düşürdü. AKP Genel Başkanı olarak Recep T. Erdoğan da özelleştirmeyi doruğa çıkardı.
ANAP’ın başlattığı özelleştime ile 2002 yılına kadar toplam 8.2 milyar dolar elde edildi. AKP döneminde bu rakam 70.3 milyar dolara yükseldi. Ama ne istihdamda ve ne de üretimde bir gelişme gerçekleşti. Ne de cari açıkta bir eksilme sağlandı. Yukarıda belirtilen tür israflardan başka bir işe yaramadı.
Üstelik işsiszlik çığ gibi büyüdü. Mutfak yangınları birçok baba ile işssiz ünüversite öğrenimli genci intihara; birçok iş adamını iflasa sürükledi. Özellikle enerji (elektrik, gaz, akaryakıt) zamları, Pazar fiyatlarına rahmet okuttu!
Türk lirası, dünyanın en değersiz parası haline geldi.
Ulusunu seven bir yönetici halkına bunca çileyi yaşatır mı?
Halkın mutsuzluğunu görmezden gelinerek ülke dışına yüksek maliyet demek olan militer emperyal çıkışlarla dar boğazdaki ekonominin yükü daha da ağırlaştırılır mı?
Yalın her bir yurttaş olarak nasıl şaşkınlık yaşamayalım?