Büyük düşünür ve Marksist ekonominin kurucu babası olan Karl Marks, ekonomi politikte çok önemli olan “alt yapının üst yapıyı belirlediği” gerçeğini dile getirmiştir.

Alt yapı, üretim ilişkilerini, üretim araçlarını, üretim güçlerini ve üretim biçimlerini kaplayan ekonomik yapıyı anlatır.

Toplumun ikinci önemli katmanı olan üst yapı ise din, ahlak, hukuk, felsefe, sanat, bilim, kültür vb. kurumları kapsamaktadır.

Marks şöyle yazar: “Maddi hayattaki üretim biçimi, politik ve tinsel yani manevi toplumsal oluşumların genel karakterini belirtir. İnsanların bilinci geçim yolunu belirlemez, tam tersine geçim yolu onların bilincini belirler.”

SEÇİMLER NE DEDİ?
Marksist ekonomi kuramının doğruluğunu, sonraki ekonomistler de bazı eleştiriler ve eklemeler yaparak onaylamışlardır.

Yaşamı ekonomi belirliyorsa, bu seçimde yoksullar niye kendilerini daha da yoksullaştıran AKP’ye ve onun başındaki Erdoğan’a oy verdiler?

Birincisi ve yakın yanıt şu: Yoksul yığınlar; muhalefetin ekonomik yaşamı daha iyiye götüreceğine inanamadılar. Ekonomik krizi, yine bu krizi yaratan kadronun çözeceğini düşündüler.

Elbette ki burada iktidar kanadının propaganda yöntemlerinin etkisini görmek gerekiyor. Erdoğan ekibi, meşhur Hitler ekibini bile kıskandıracak yalan haberlerle ve görsellerle kitleleri sarstılar.

İkinci yanıt daha da kuşatıcı: Marksist görüşte alt yapı üst yapıyı belirler; doğrudur ama üst yapı da oluştuktan sonra giderek çelikleşir; alt yapıyı yönlendirmeye başlayabilir.

Üst yapı kurumlarının başında gelen dinde bunu pek açık biçimde gözleriz. Başlangıçta devrimci bir mücadele biçimi olan din; topluma egemen olunca, hemen egemen sınıflar tarafından kuşatılır; teslim alınır; sömürücü sınıfların çıkarlarını koruyacak bir biçime sokulur. Sonra da bu sahte din gerçek dini boğar, atar… Bu yapay din, başlangıçtaki din havasında toplumu gütmeye başlar. Türkiye’de yaşanan da bundan başkası değildir.

Ülkenin sömürücü sınıfları (finans piyasasında para satarak zenginleşenler, işçi emeğini sömürmeye dayanan imalatçılar, ithalatçı tüccarlar, yap-satçı müteahhitler, montajcı sanayiciler vb…) bu yapay din tarafından korunurlar. Alt kitlelere, kendilerini sömürenler, kurtarıcı gibi gösterilir. Öyle ki sömürülüp yoksullaştıkça sizi soyan kadroları kurtarıcı diye alkışlamaya başlarsınız…

ÇÖKERTİR
Din, hukuk, ahlak gibi üst yapı kurumlarını kullanarak toplumun kuşatılıp yönlendirilmesi, ekonomik atılımların da önünü tıkar. Çünkü, üst yapı kurumlarının tutucu niteliği; bilimsel bilgiye gelişme alanı bırakmaz. Örneğin; evrim teknolojisini dine aykırı göstererek bu teknolojinin önünü tıkar. Hak istemeyi anarşi, özgür yaşam beklentilerini ahlaksızlık olarak kötüler. Eğitimi, bilim dışı teorilerle çürütür; böylece de o milleti insanlığın teknolojik yarışının dışına iter. Bu geriye gidişi de iha-siha gibi, TOGG gibi tek yanlı ve basit teknoloji görüntüleriyle örter. Toplumları kalkındıracak teknolojinin savaş teknolojisi değil sivil teknoloji olduğunu da unutturur. Toplumu, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden bile ders alamayacak duruma düşürür.

Peki Karl Marks yanıldı mı?

Hayır! O, bizlere o zamana kadar farkında olmadığımız temel bir gerçeği gösterdi. Bu kuramda alt yapı-üst yapı ilişkilerinin durağan olmadığını da açıkladı. Üst yapının alt yapıyı yönetir duruma gelebilmesinin de alt yapıdaki sömürüden-çöküntüden kaynaklandığını işaret etti.

YOLSUZLUKLARI ÖRTTÜLER
Politika, bir üst yapı kurumu olarak nasıl kullanılmalıdır sorusunun cevabı, siyasal tarih bilinmeden verilemez.

Seçimi yitiren Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu ekibi; İslamcı siyasi mücadelenin ve bunun günümüzde kullanımının nasıl olduğunu bilmiyordu. Karşıdaki liderin tarihteki en kurnaz siyasetçilerden birisi olan Emevi Padişahı Muaviye’nin yöntemlerini kullandığından bile habersizdiler. (Bu gerçeği yıllar önce Muaviye’den Erdoğan’a DİN VE SİYASET adlı kitabımda ayrıntılı biçimde gösterdim.)

Muhalefet kanadı etkili slogan üretemedi; haksız suçlamaların altında kaldı, cevap vermeye bile korktu… İktidarın tutumundan kaynaklanan yoğun sömürüyü, hazinenin yandaşlara yağmalatılmasını, şiddetli yolsuzluğu dillendirmekten çekindiler. Bu iktidar yolsuzluklarını “Beşli Çete” sloganı ile aslında birkaç müteahhidin sırtına yıkıp Erdoğan’ı dolaylı olarak akladılar. Bir de ulusal çıkarlar konusunda tehlikeli oldukları algısı yaratılınca, ekonomiden kaynaklanan tepkiler söndü, oylar iktidara döndü.

***

Bütün bu umutsuzluk karşısında, muhalefet cephesinin ana gücü olan CHP’nin “yeni bir umut” olarak ortaya çıkması gerekiyor. Bu yeni umudu da 13 yıldır sürekli yenilen ve ayağına kadar gelen zaferi kendi kişisel hırsı yüzünden hezimete çeviren Kılıçdaroğlu yaratamaz.

Temel görevi sanki Erdoğan’a seçim kazandırmakmış gibi olan Kılıçdaroğlu artık çekilmelidir.

Sözün özü: Yenilenme olmazsa umut da olmayacaktır.