Değerli okuyucularım bugün sizlere anlatacaklarım biraz uzun olacak. Çünkü anlatacaklarım bir bölgenin inançlarından dolayı yüz yıllardır kıyımlara maruz kalarak çağımızda da halen acı bedeller ödemesine rağmen geleneklerini ve kültürünü inatla yeni nesillere aktarmalarındaki kararlılıkları.
Uzun zamandır pandemi ile yaşanan mücadelenin ardından yapılan aşıların verdiği rahatlıkla her ne kadar tam bir normalleşme olmasa da gerekli tedbirler alınarak kısmi bir ferahlama yaşanmakta.
Bu kısmi normalleşmeyi fırsata çeviren Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın daveti üzerine bir grup gazeteci arkadaşlarla birlikte 22 Ekim’de İstanbul’dan havayoluyla vardığımız Erzincan’da Kılıç ile Sosyolog Prof. Dr. Şükrü Aslan bizi Anadolu misafirperverliğine özgün büyük bir samimiyetle karşıladılar. Herbirimizin tek tek hâl hatırını sorduktan sonra önceden ayarlanmış iki minibüs ile Kılıç ve Aslan’ın doğum yerleri olan Pülümür’e kayalıklar ve sarp yollar arasında hareket ettik. İlk durağımız Pülümür’ün 30 kilometre batısında, Erzincan’ında 45 kilometre doğusunda ve 1450 metre rakımında olan, Tunceli’nin Pülümür ilçesine bağlı Doğanpınar Köyü’ndeki Seyyid Büklü Dede Türbesi.
Seyyid Büklü Dede Türbesine geldiğimizde yüz yıllardır dönemlerin egemenleri tarafından her türlü baskı ve sindirme politikalarının yanı sıra katliamlara rağmen kültürlerini günümüze kadar sürdürmeyi başardıklarını görüyoruz.
Alevilik Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının kadim inançlarından olup, bugün İran, Irak, Suriye, Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Saraybosna, Makedonya coğrafyasında yerleşik nüfus olarak var olmaktadır. Yaşanan göçlerle birlikte başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde Alevi topluluklarına rastlanır.
TÜRKLERİN SEYYİDLİK MERTEBESİ
Seyyid Büklü Dede Türbesi’ndeki cemevinin dedesi, Binali Büklü önce bize türbeyi gezdirdi. Ardından çaylar ikram edildi… Çaylarımızı içerken de Binali Büklü Dede türbenin tarihini şöyle anlatmaya başlamıştı:
“Moğol istilasından kaçarak Orta Asya'dan çıkan Türk kavimleri, kendilerine bağlı ocaklarla birlikte Maveraünnehir bölgesine göç etmişlerdir. Aynı dönemlerde ise Muaviye zulmünden kaçan Hz. Muhammed (S.A.V) ve Hz. Ali (R.A) soyundan gelen Ehli-Beyt ailesi ve taraftarları da Arap çöllerinde barınamaz olmuşlardı. Göç eden Türk kavimleri Maveraünnehir bölgesinde İslam'ın ulu önderleri ile buluştular. Bu topraklarda 200 yıl birlikte yaşadılar ve akraba oldular. Bu vesile ile İslamiyet’i kabul ettiler ve Türklerin Seyyidlik mertebesi bu şekilde başlamış oldu. Bu bölgeye göç eden Türk Kavimleri, Horasan Erenleri kafile önderlerinin yetiştirdikleri; Seyyid-Mahmut Hayrani, Seyyid Hacı Kureş, Ebul-Vefa, Hacı Bektaş-i Veli, Mevlâna, Abdal Musa, Sarı Saltuk, Kızıl Deli Sultan, Yunus Emre gibi yüzlerce bilge insan İslam'ın Alevi-Kızılbaş tasavvuf değerlerini zenginleştirerek Anadolu ve Balkanlara yaymaya başladılar.
Seyyid Mahmut Hayrani'nin, Orta Anadolu'ya kendi evlatları ve talipleri ile büyük bir kafile eşliğinde Konya Akşehir Bölgesi'ne, 12.yy’ın ilk çeyreğinde yerleştiği bilinmektedir. Yıl 1512'ye geldiğinde, her ikisi de Türk soyundan gelen Safevi Devlet hükümdarı Şah İsmail (Şah Hatay-i) ile Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim arasında amansız çekişme başlamıştır. Bunun neticesinde; Konya, Nevşehir, Yozgat, Tokat ve Sivas'ta bulunan Şah İsmail taraftarları ile Orta Anadolu'da bulunan birçok ocaklarla Konya Akşehir'de bulunan Seyyid Mahmut Hayrani evlat ve talipleri Erzincan'a doğru yola çıkmışlardır. Erzincan bölgesine geldiklerinde, Büklü Dede Köyü'nde, "Alevi-Kızılbaş ön toplantısını yapmışlardır. Erzincan Çayırlı Kureşan Sarıkaya Yaylası'nda yapılan "Alevi-Kızılbaş Büyük Toplantısı" sonucunda ise, Safevi devleti hükümdarı Şah İsmail'e destek kararı alınmıştır. Bu amansız savaş neticesinde, iki Türk komutan arasında 1514 yılında Çaldıran Savaşı başlamış ve Şah İsmail 23 Ağustos 1514 yılında bu savaşı kaybetmiştir. Alevi-Kızılbaşlar bu savaşta büyük zayiat vermiş, kurtulanlar ise Dersim Bölgesi'ne yerleşmişlerdir. Bu topluluklar, Şah İsmail'e bağlılıklarını, Cem ibadetlerinde Şah İsmail (Şah Hatay-i) deyişlerini söyleyerek göstermeye devam etmişlerdir.
Savaş yenilgisinden sonra Dersim Bölgesi'ne yerleşen Seyyid Büklü Dede de İslam'ın Alevi-Kızılbaş tasavvuf inancını bölgesinde yaymaya başlamış, yöre halkı tarafından yıllar yılı ziyaret edilmiş, kurbanlar kesilmiş, dualar okunmuş, dileklerde bulunulmuş, ruh hastalarını tedavi etmiş, kerametler göstermiş velilerdendir.
Seyyid Büklü Dede; Evlad-ı Resül Ehl-i Beyt soyundan seyyidler şahı Hz. İmam Hüseyin'den, Hz. İmam Musa-i Kazım, Seyyid Mahmut Hayrani, Seyyid Hacı Kureş'den Seyyid Derviş İlyas'a kadar soy şeceresi uzanmaktadır. 16.yy'ın ikinci yarısında Büklü Köyü'nde Hakk'a yürümüştür.
Yüzyıllar öncesinde inşa edilmiş olan ibadet (cemevi) ve konaklama yerlerinin 1996’da aslına uygun olarak yeniden düzenlemesi (yenileme) yapılmıştır. O günden beri, her yıl 10 Temmuz'da Seyyid Büklü Dede Anma Etkinliği düzenlenmektedir.”
BÜTÜN CANLILARDAN ÖZÜR DİLİYORUZ
Binali Büklü Dede bir anısıyla anlatmasını şöyle sürdürdü:
“1961 yılı çocukluğumda geçen olayı aktarmak istiyorum. Mayıs’ın ilk haftası idi. Köy halkı hayvanların daha iyi beslenmesi için yaylaya çıkarlardı. Köyün bulunduğu konum 1450 rakımda olmasına rağmen, rakımı 1950 civarında olan Kavak yaylasına çıkmak zorundaydı. Köy halkı 40 aile ile sabah şafağı ile göçünü alıp, hayvanlarla birlikte takriben 10 kilometre uzaklıktaki Kavak Yaylası'na giderdi. O gün, yaylaya doğru hareket ettik ve o gün akşam karanlık olmadan Kavak Yaylası'na varmıştık. Herkes ve hayvanlar yorgundu. Sabah olduğunda Azime büyükannemiz (benim babaannem) herkesi yaylanın merkezine topladı ve yüksek bir yere çıkıp, herkesin duyabileceği şekilde dua etmeye başladı.
Bu geleneksel duanın, sonraki yıllarda da devam ettiğine şahit olmuşumdur. Büyükanne sözü dinlenen yerel dilli, yani Zazaca, çok akıcı bir şekilde konuşabilen aynı zamanda Türkçeyi de iyi yorumlayan bir Anadolu kadını idi. Bulunduğu ortamdaki yüksek taşın üstüne çıkıp şöyle dua ediyordu: ‘Ya hak Ta'la, yerin göğün tanrısı hey bütün canlıların, kuşların, kurtların, ayıların, yılanların, çıyanların, böceklerin sahibi biz sizden özür diliyoruz; ama biz hayvanlarımızı daha iyi otlamak ve hane halkının geçimini sağlamak için buraya zorunlu olarak geldik. Ya hak Ta'la, biz halk olarak buradaki bütün canlılardan onların huzurunu bozduğumuz için özür diliyoruz. İnşallah birkaç ay sonra tekrar eski mekanımıza döneceğiz. Bizi Allah Muhammed Ali aşkına, Ehlibeyt aşkına, Hızır İlyas aşkına, Düzgün Baba, Büyük Çeşme, Büklü Dede aşkına ve onların yüzü hürmeti aşkına bağışlamanızı, Ulu Tanrı'dan hak Ta'la’dan diliyoruz; buradaki bütün canlılara sağlık, sıhhat, huzur diliyoruz; hak Ta'la hepimizi Muhammed, Ali, Ehli-Beyt şefaatine bağışlasın. ‘YA ALLAH, YA MUHAMMED, YA ALİ’ diye dua ederdi.”
Seyyid Büklü Dede Türbesi ziyareti sonrası, cemevi dedesi Binali Büklü ile de vedalaşıp kahvaltı için Büyükçeşme’ye hareket ediyoruz.
PİR SULTAN’DAN BU YANA YAŞANAN ACILAR HALEN ÇOK CANLI
Yol boyunca kâh keskin virajları çıkarken, kâh keskin virajlı yollardan yokuş aşağıya inerken pencere kenarında oturan arkadaşlar korkularını dile getiriyorlardı. Haksızda sayılmazlardı. Uçurumun korkunçluğu insana sonbahar esintisine kapılan sararmış yapraklar gibi savrularak toprak anayla kucaklaşacak hissi veriyordu.
Tek tesellimiz vadilerden gök kubbeye doğru yükselen yamaçlara baktıkça tabiat ananın gökkuşağını andıran renkleri içerisinde büyülenmemiz. İşte insanoğlu da sonbahar esintisine kapılarak sürüklenen sararmış yapraklar gibi bir yerlere savruluyor.
En ufak bir esintiye kapılarak yapraklarını dökmeye hazırlanan ağacın, yeni yapraklarına yer açmaya hazırlanır gibi insanoğlu da yeni nesillere yaşanabilir dünya bırakmalı diye düşünürken birden aklıma daha birkaç hafta önce ülkemin dört biryanında yanan ormanlar geliyor. Dersim dağlarının yanışına günlerce seyirci kalınması geliyor aklıma… Etrafta her şey o kadar canlı ki tıpkı Pir Sultan’ın Hızır Paşa tarafından ölüm fermanının ilanı gibi bu coğrafyada yaşanan acılar halen çok canlı…
İnsan düşünmeden edemiyor. Bir insan, bir insanoğlu bunca güzellikler arasında nasıl olurda bir canlıya kıyar. Nasıl olurda bu kadar vahşileşir. Doğrusu aklım almıyor.
Bu arada geçtiğimiz güzergâhlarda Dersim coğrafyasına hâkim olan Nazım Ender Arslan ve Sosyolog Prof. Dr. Şükrü Aslan bizlere köy, vadi ve dağların özelliklerini ve tarihçesini bir bir anlatıyorlardı. Zaman zaman Ali Kılıç da fotoğraf çekmek için durduğumuz yerlerde bölgeye dair önemli bilgiler veriyordu.
Bir müddet sonra Büyükçeşme’ye geliyoruz. Kadınlar saç üzerinde yufka pişiriyorlar. Masalar hazırlanmış çaylar demlenmiş her şey muhteşem…
Ağız tadıyla kahvaltıları yapıyoruz. Kahvaltıda hani derler ya bir kuş sütü eksik. İşte o cinsten sofrada bir kuş sütü eksik.
Bu arada gezi organizasyon programının eksiksiz ve planlandığı gibi titizlikle sürmesini sağlayan başta Maltepe Belediyesi Basın Müdürü Şeyma Üstün’ü yine Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın asistanları olan Nazım Ender Arslan ve Onur Yalçın’ı tebrik etmeden geçmek olmaz.
Kahvaltının ardından kahvaltı masalarının hemen yan tarafında kalan iki tepenin arasında oluşan vadiye doğru süzülerek toprağa düşen yaprakların hışırtısı üzerinde yürümek. Her ne kadar hüzünlendirse de bizi… Doğanın yaşam gereği bu görsel şöleni bizlere sunması aslında ağaçların kışa hazırlığıdır.
Vadinin görsel şöleni içerisinde çekilen hatıra fotoğraflarının ardından yeniden araçlara binerek Pülümür Cemal Süreyya Bellek ve Kültürevi'ni ziyarete hareket ediyoruz. Yol boyunca Ali Kılıç ile hoş sohbetler ederken de bölgeyle ilgili yeni yeni bilgiler ediniyoruz.
KOMİSER ABBAS NECATİ İSMİ ŞARTIYLA BAĞIŞLANAN ARSA
Bir süre sonra Cemal Süreyya Bellek ve Kültürevi’nin önüne geliyoruz. Orada da bizi Pülümür Belediye Başkanı Müslüm Tosun ve ekibi samimi bir şekilde karşılıyor. Ardından konferans salonuna hep birlikte ilerliyoruz.
Prof. Dr. Şükrü Aslan Cemal Süreyya Bellek ve Kültürevi konferans salonunda bize kültürevinin tarihsel sürecini şu ifadelerle anlatıyor: “Pülümür'ün Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş döneminde de ilginç politik figürleri var. Bunların bir tanesi komiser Abbas Necati, buralı. Komiser Abbas Necati arşiv belgelerine göre komiserlik yapmış ve Erzurum Kongresi'ne, Atatürk'ün de katıldığı Erzurum Kongresi'ne Pülümür delegesi olarak katılmış kişi. Pülümürlülerin bir kısmı, yani bizim de Kurtuluş Savaşında etkimiz, ağırlığımız, temsilcimiz var diye Komiser Abbas Necati’ye referans verirler. Ailesi de bugün kısmen Pülümür’de ama büyük ölçüde umumiyetle Pülümür dışında yaşayan geniş bir aile. Bu vesileyle şu bilgiyi de paylaşayım. Şimdi üzerinde bulunduğumuz mekân, yani arsa, o ailenin arsası imiş. Ne zamana kadar 1997 ya da 98 yılına kadar. Bu aile, yani Komiser Abbas Necati’nin ailesi, şimdi ağırlıklı olarak Ankara’da yaşıyorlar, bu arsayı Pülümür belediyesine bağışlamış. Fakat, üzerine her ne yapacaksanız belediye olarak bunun ismi Komiser Abbas Necati olacak diye de bir talepleri olmuş. Yani tek talepleri bu olmuş daha doğrusu. Belediye burada ne iş yapacaksa adı Komiser Abbas Necati olsun. Burası uzun bir zaman park olarak, düğün dernek yapılan bir yer olarak kullanılıyor. Üzerine kocaman bir Komiser Abbas Necati Parkı yazılıyor.
16 PÜLÜMÜRLÜ KANAAT ÖNDERİ KURŞUNA DİZİLİYOR
Fakat bu mekânın bir hikayesi daha var. O da şu. 1938 yılı bütün Dersimde olduğu gibi Pülümür’de de Pülümür toplumu için çok kahırlı, kötü, çok insanın hayatını kaybettiği, mülkünü kaybettiği, köyünü kaybettiği, kendini kaybettiği bir yıl. O yıl burada, bu bulunduğumuz yerde, yani hemen binadan çıktığımızda arabamızı park ettiğimiz yerin hemen yanında, burada 16 Pülümürlü kanaat önderi kurşuna dizilip öldürülmüştür. Ve onların cesetlerine kimse yaklaşamamış, kimse alıp onları toprağa verememiş ve onlar orada kurda kuşa yem olmuşlar ve zaman içerisinde toprağa karışmışlar, bunun tanıkları var. Sesleri duyup gelip bakanlar var. Sonra burası park alanı olarak düzenleneceği zaman, burada hafriyat çalışması yapılınca bu kemikler ortaya çıkmış. İşte bahsettiğim 90’lı yılların sonları biraz daha, ortaya çıkmış. Ortaya çıkınca da öldürülen kişilerin ki bunların ortak özellikleri, Pülümür’de tanınan kanaat önderi olmaları, aynı aileden ve 6 köyünden. Onlardan birinin torunu gidiyor, kemikleri topluyor, götürüyor başka bir yerde toprağa veriyor. Şimdi mekânın bir de böyle bir özelliği olduğu için, yani bir Komiser Abbas Necati kısmı var, onun ailesinin verdiği bir arazi. Ama bir de böyle bir hikayesi var. Biz de Pülümürlüler olarak, Pülümür’ün tarihine karşı ilgisi, merakı ve bilhassa sorumluluğu olan insanlar olarak burada, düğün dernek yapılan bir yer değilde, başka türlü bir mekân yapalım diyorduk. Böyle de bir hikayesi var. Tabii bu mekânın adı, artık Komiser Abbas Necati olamazdı. Ailenin de rızasını alarak Cemal Süreyya Bellek ve Kültürevi olarak isimlenmiş bu mekânın ortaya çıkış öyküsü de böyledir” diye anlattıktan sonra şair Cemal Süreyya için de konuşmasında şunları söylüyor:
CEMAL SÜREYYA’NIN SÜRGÜN EDİLİŞİ
“Cemal Süreya adı da tabii çok önemli. Pülümür deyince akla gelen, edebiyat alanında aslında akla gelen ilk isimlerden biri, yani bütün Türkiye edebiyatçılarının tanıdığı, bildiği, okuduğu, merak ettiği bir isim. Biz de öyleyiz. Biz biraz daha şanssızız mı demek lazım, ondan çok emin olamadım. (Cemal Süreya) buradan sürgüne gönderilen aileden biri. Nereye, Bilecik’e. Bu öykünün belki sayısal veya coğrafi mantığını söylemek açısından bir bilgi paylaşayım. Pülümür, 1935 yılında, 60 köyü var Pülümür ilçesinin. 1940 yılındaysa, 5 yılda bir nüfus sayımı yapılıyor. 1940 yılında 46 köyü var. Yani 1938’de 14 köy haritadan silinmiştir. Bu 14 köyün hikayesine baktığımız zaman, 14 köy tamamen boşaltılıyor. Köyde yaşayanların bir kısmı öldürülüyor. Büyük bir kısmıysa sürgüne gönderiliyor. Ama ortak özellikleri, 14 köyün tamamı boşaltılıyor. Bu köyler, uzun yıllar boş ve sahipsiz kalıyor. Bir de tabii Pülümür’ün çevresinde başka köyleri var. Tam olarak boşaltılmamış, ama kısmen boşaltılıyor. Erzincan sınırında kalan pek çok aile de bunlardan etkilenmiş. Cemal Süreya ailesi de onlardan biri.”
BU TOPRAKLARDA GÖZLERİNİ AÇTI
Ardından Pülümür Belediye Başkanı Müslüm Tosun Cemal Süreyya’nın önemli bir isim olduğuna vurgu yapan konuşmasında şunları söyledi: “Cemal Süreyya bu topraklarda hayata gözlerini açtı. İlçemizden çok değerli insanlar bu bölgelerden sürgün edildi. Bizde bu değerli insanları yeniden ilçemizde yaşatmak adına her yıl çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. Örneğin değerli şairimiz Süreyya’nın anıt heykelinin buraya alınması, ana caddeye Cemal Süreyya isminin verilmesi gibi” diyerek konuşmasını şöyle sürdürdü: “Dersim Harekâtı sebebiyle Bilecik'e göç etmek zorunda kalan Alevi-Zaza bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, aynı zamanda da devlet memurluğu da yapmıştır…”
ÇEŞİTLİ YANGIN VE DEPREMLERE RAĞMEN HALEN AYAKTA
Daha sonra hep birlikte Pir Sultan Abdal’ın 17’nci yüzyılda kaldığı düşünülen Pülümür ilçesine bağlı Hacılı Köyündeki evini ziyarete doğru yola çıkıyoruz. Hacılı köyüne geldiğimizde bizi köyden birkaç kişi karşılıyor ardından Pir Sultan Abdal’ın kaldığı yığma taşlarla yapılan eve giriyoruz. Ev çeşitli yangınlara ve depremlere rağmen halen ayakta kalmayı başarmış. Ocak ile aynı adla anılan ev eski köy yerleşimin güney kısmında, köyün sınırındadır.
Sözlü anlatıya göre bu ibadethanenin etrafı evlerle çevrili olduğu için geçmişte köyün içerisinde yer almaktaymış. Anadolu’nun özellikle güney ve doğu bölgelerinde yaygın olan bitişik nizam köy ya da yerleşke özelliğinden dolayı iki yanı farklı yapılarla çevrilidir. Yapı doğusunda Mehmet Çelebi’ye ait ev ile batısında “Abbasoğlu Damı” olarak adlandırılan ve bugün yıkık bir durumda olan ev ile sınırlıdır. Yapının arka kısmı ise eğimli bir arazide yapıldığı için toprağa gömülüdür.
Yapım Malzemesi: Halk arasında “Büyük Dam” olarak adlandırılan bu yapı diğer köy evleri gibi, taş, moloz taş, toprak ve ahşap malzeme ile inşa edilmiştir. Yapının ön cephesi ile batı duvarı özenli yapılmaya çalışılmıştır. Giriş cephesinde düzgün köşe taşları ve üç sıra taş bir sıra ahşap hatıl uygulaması dikkat çekmektedir. Ahşap unsurlara yapıyı aydınlatan pencerelerin etrafında ve örtü sisteminde de yer verilmiştir. Yapının orijinalinde örtü sisteminde ahşaba ek olarak toprak malzeme de kullanılmıştır.
KÖYÜN 200 YILLIK ÖYKÜSÜ
Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç Pir Sultan Abdal’ın önemine dair kısa bir konuşma yaptıktan sonra sosyolog Prof. Dr. Şükrü Aslan şöyle bir bilgilendirme yapıyor: “Değerli arkadaşlar; bu şu an içinde bulunduğumuz mekân, Pir Sultan Abdal'ın vaktiyle yaşadığı varsayılan, yaşadığına inanılan bir mekan. Erdebil Tekkesi var İran'da biliyorsunuz. İnanışa göre Pir Sultan Abdal, Erdebil tekkesine gittikten sonra döndüğünde buraya geliyor, yerleşiyor ve bir süre bu köyde kalıyor. Bu köy, bugünkü kültürel, demografik nitelikleri bakımından gerçekten Pülümür’ün diğer köylerinden farklı; ana dili Türkçe olan, Türkçe konuşan, etrafındaki köylerden farklı bir köy.
Aslında buranın Pir Sultan’la, başka bir kültürle ilişkili olduğunu gösteren bir örnek. Yani bunu kanıtlayan bir örnek. Ailenin Erdebil'e Sivas'tan gittiği, Banaz'dan gittiği ve dönüşte bu mekânı kurduğuna inanılıyor. Bu mekânın tarihi konusunda net bir şey yok aslında. Ama Pülümür kitabında Mahir Polat’ın yaptığı bir araştırmaya göre yaklaşık 200 yıllık bir öyküsü var, bunun böyle cemevi olarak inşa edilmesinin... Ama inanışa göre tabii daha eski. Bu detaylar, bu mimari detaylar, aslında Anadolu’da bir cemevinin ne demek olduğunu, nasıl bir mekân olduğunu bize anlatıyor.
Çok detayına girmeyeyim ama şu bilgi önemli: ‘Anadolu’da eskiden Cemevi var mıydı?’ sorusuna evet vardı. Hacılı köyündeki Pir Sultan Abdal mekânı onlardan biri. Her birinin 200 ya da 300 yıl ya da bazılarının daha da eski. Bu bize Anadolu’da Cemevi geleneğinin çok eski bir gelenek olduğunu gösteriyor.
Bunu şu açıdan söylüyorum. ‘Cemevi nedir öyle bir şey mi vardı’ gibi tezler ve söylentiler var. Ona karşılık olarak söylüyorum. Bu mekânın, sizin de, bazı arkadaşlarımızın fark ettiği gibi bu onarım sürecinde bir tür deforme olmasını sağlayan çok şeyler yapıldı. İşte PVC, plastik şeyler falan yapılmış ve mekânın orijinalliği bir parça bozulmuş. Bugün, sizin de gördüğümüz gibi, Dede Dergahı’nda gördüğümüz gibi mekânın yenilenmesi yapılırken aslında bütün orijinalliği ortadan kaldırılmış. Tamamen ortadan kaldırılmış ve yerine belki bir parça ona benzeyen bir şey yapılmaya çalışılmış. Benzer bir şey ki orada da cemevi dedesi bundan çok daha düzgün olduğunu söyledi, keşke bunu yapmasaydık dedi. Hakikaten kültürel ve tarihsel varlıkların korunması gerekiyor ama aslına uygun olarak korunması gerekiyor. Bu tür derslerden de yola çıkarak Pir Sultan Abdal'ın mekânı olduğuna inanılan buranın, bu cemevinin aslına uygun olarak onarılması için bir çalışma var. Pülümür belediyemiz, belediye başkanımız bu çalışmanın içinde” diye anlattıktan sonra Ali Kılıç Pir Sultan Abdal’ın sekizinci kuşaktan torunu ile bizi tanıştırıyor…
Tanışma faslı bittikten sonra 89 yaşındaki Pir Sultan Abdal’ın torunu Mehmet Çelebi dua okumaya başlıyor… Dua okunduktan sonra misafirlere lokma dağıtılıyor.
Dağıtılan lokmalar yenirken Çelebi dede şunları aktarıyor: “Ben Pir Sultan torunlarından Mehmet Çelebi’yim. Bana bu yörede ‘Mehmet Dede’ derler. Pir Sultan buraya 550 yıl önce gelmiş. Sivas’ta Hızır Paşa tarafından sürgün edilince İran’da Erdebil’e gidiyor. Buradaki Pir ona diyor ki, ‘Senin yerin Anadolu, yani Dersim’e git’ Pir Sultan oradan Dersim’e geliyor ve bu evi yapıyor. Burada evleniyor ve çocukları oluyor. Seyit Ahmet isminde bir çocuğu oluyor. Pir Sultan daha sonra diğer çocuklarını görmek için bu kez Sivas’a gidiyor. Bu yapı 550 seneye yakın bir yapıdır. Yavuz Sultan Selim zamanında yapılıyor bu ev. Uzun ömürlü olduğu için bu ev ardıç ağacından yapılıyor.” Diye anlatıyor.
Günün sonuna yaklaşıyorduk. Akşam konaklama Germike Hotel’de olacak. Germike Hotel 80 kişinin bir araya gelmesiyle kurulan bir Termal Hotel.
Saat artık ilerlemeye başlamış akşam olmak üzereyken yolumuz Pülümür ilçe sınırları içerisinde bulunan Germike Otel. 1902’de Ermeni bir aile tarafından bulunan kaplıcalar üzerine kurulmuş. Kaplıcalardan çıkan şifalı su özellikle Romatizma ve damar sertleşmesine yönelik hastalıklar için iyi geldiği söyleniyor.
Hotelin giriş kapısının solunda akan derenin üzerindeki tepenin üstüne kartal yuvası gibi 'Kalekol' inşa edilmiş. Bu kalekolları Tunceli istikametine giderken daha sık göreceğiz. Otelin sağ cephesine düşen karşı tepenin üzerinde de “Hanzi Baba Türbesi” olduğu söylenmekte.
Gezimizin birinci günü böyle dolu dolu bitmişti.