Değerli okurlarım, insan denen varlığın imgelemi öyle oyunlar oynar ki gerçeklikte değil zihnindeki bilgilerde sıkışıp kaldığı olur.

Olan bitene bakayım dedim, o hale düştüm, aklım şuna takıldı: Fransa krallığı tarihinde cahil halk başta olmak üzere tüm kesimleri 72 yıl din baskısı altında tutan 14'üncü Louis'nin 1715’te ölümünü takiben "Rejans" (Naiplik) dönemi kurulur. 15. Louis beş buçuk yaşındadır, yönetemeyecektir, hükümdarın yetersiz kaldığı görüldüğünden Bourbon prenslerinden 14. Louis’nin yeğeni, 41 yaşındaki Philippe d'Orléans, 1715-1723 arasında naip görevine getirilir. Sonrasında her şey tepki olarak gelişir.

Monarşiyi sözde vesayeti altına alacak bir parlamento devreye girer. Fikirler, âdetler özgürleşir, hükümet ve finans sisteminde devrim yapılır, din politikası ve siyasi ittifaklar tersine çevrilir. Para kıtlığını hafifletmek için kolay dolaşıma sahip kâğıt para basılır, kamu borcunu ortadan kaldıracağı söylenerek devletin yerini alan Kraliyet Bankası açılır. Ayrıca kraliyet vergilerini ve krallığın ticari faaliyetlerini kontrol edecek, kolonici Hollanda ve İngiltere ile rekabete girecek, üçlü Fransız Doğu Hindistan Şirketi (Compagnie des Indes) kurulur. İngiliz finansçı Law’un son derece cüretkâr, anlık parlayışlar gösteren ekonomi sistemi uygulanır, sonunda ülke iflasa sürüklenir.

Ama her şeye karşın Fransız hukuk sistemi tek bir şeyi korumuştur: Devlet duygusu ve Fransız birliğinin güçlendirilmesi. Yanı sıra varlığını sürdüren dizginlenmiş fikirler ve âdetler de vardır ki 1789’dan başlayarak Fransa’yı özgürlük idealinin gerçekleşmesine götürecektir.

TEŞBİHTE HATA OLMAZ
Türkiye’de iktidarın ve devletin güvenirliğinin kalmadığı benzer ahlaki, hukuki, ekonomik iflas göstergelerinin üst üste bindiği şu dönemde Kılıçdaroğlu’nun TBMM’ye başörtüsü kanun önerisi sunması, yürütülmesini meclise değil Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bırakması, sanırım CHP tarafından zarla zorla aşılması gerekli bir basamak olarak görülüyor.

Oysa CHP lideri Cumhuriyetimizin 200. yıl kutlamasının büyük amacını Türkiye’nin yeniden, Anayasanın 2. maddesinde belirtildiği gibi, bir "millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti"ne sahip olmasıdır demişti.

İyi de CHP’li 134 milletvekilinin imzaladığı başörtüsü kanun teklifi bu amacı ne derece gerçekleştirebilir?

Bir makamın sorumluluğu taşınamıyor da asıl sahibi yerine geçici bir zaman için CHP lideri mi uygun biçimde davranıyor? Ağlatmaz güldürmez bir sinsilik mi var Millet İttifakı ile Cumhur İttifakının sürdürdüğü "Başörtüsü Boksu”[1]nda? Her ikisi de durduk yerde 2023 Türkiyesi adına devlet politikaları paslaşıp duruyor. Adalet yok, güven yok, halk yoksulluk içinde "yetti gayri" diye haykırırken onlar çıkıp vatandaşın aklını karıştırmakla uğraşıyorlar.

LAİK TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN SONUNU ADALET YÜRÜYÜŞÜ'NÜN ÖNCÜSÜ KILIÇDAROĞLU MU GETİRECEK?
CHP Genel Başkanı kalktı ve 9.2.2008 günlü 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun sanki 5.6.2008 günü oy birliğiyle iptal edilmemiş gibi TBMM’ye başörtüsü serbestliği ile ilgili yasa önerisi sundu.

Twitter hesabından yayımladığı videoda kadınların giyim kuşamını siyasetin tekelinden çıkarmak, başörtüsü konusunda siyasetçilerin iki dudağını kilitlemek, toplumca bu meseleyi aşıp geride bırakmak isteyen, içten, yürekli bir parti lideri olarak görünmeyi seçti.

Kanun meclisten bugün geçse hükümlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan yürütecek ve bugüne dek olmamışlar sihirli değnek değmişçesine olacak öyle mi: Türkiye halkı birleşecek, ülke güçlenecek, devletin yaraları kapanacak, millet bir bütün olarak dünya ile rekabete odaklanacak öyle mi?

15 Haziran-9 Temmuz 2017 Adalet Yürüyüşünün kahramanı; 26-30 Ağustos 2017 Çanakkale "Adalet Kurultayı"nın düzenleyicisi Kılıçdaroğlu’nun kanun teklifi zamanlamasını anlamak için diyorum ki mangal gibi yürek gerek.

Yürüyüş boyunca elinde 'Adalet' yazan afiş taşımış, "Bıçak kemiğe dayandı. Adalet sağlanıncaya kadar yürüyeceğim" demiş, sonrasında "Kadınların inançlarını istismar ettiğiniz yeter" diyerek TBMM’ye başörtüsü kanun teklifi sunmuş Kılıçdaroğlu kadınları gerçekten istismardan kurtarabileceğini mi sanıyor?

VATANDAŞ VE YURTTAŞ OLARAK SORUYORUM
1. Yapılan kanun teklifi "Hiçbir faaliyetin Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliği karşısında korunma göremeyeceği" ilkesine ters düşmüyor mu?

2.Bu teklif "Lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı" ilkesine uyuyor mu?

3."Anayasa’nın değiştirilemez ya da değiştirilmesi teklif edilemez olan Cumhuriyetin niteliklerini dolaylı olarak değiştirmekte ya da işlevsiz hale" getirmekte yapılan kanun teklifi kullanıldığında Anayasa’nın 10. maddesinde değişiklik yapılmasına yol açmayacak mı?

4.Siyasilerin başlıca amacı "Yetki, görev ve sorumluluk paylaşımının âdil ve dengeli olduğu özürsüz ve ârızasız demokrasi oluşturmak" iken ittifakların milleti sürekli galeyana getirmesi toplumu bir tür psikolojik savaş içinde bırakmak değil mi?

5.İktidar olsun muhalefet olsun siyasetçilerin "Devamlı şekilde niyetleri sezmeye çalışmak, varsayımları ve olasılıkları bahâne etmek"le meşgul olmaları her "problemi çözümsüzleştirmekte" giderek daha da ustalaştıklarını göstermiyor da ne gösteriyor?

Değerli okurlarım

Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Hukuk Bilimleri Bölümü, Dr. Öğr. Üyesi Hande Seher Demir’in 10 ocak-14 ocak 2012’de Ankara Barosu Uluslararası Hukuk Kurultayı’nda sunduğu ve Ankara Barosu Yayınları 2012 - Cilt I’de yer alan bildirisine[2] göre:

"5 Haziran 2008'de, Anayasa Mahkemesi 9 Şubat 2008 günlü 5735 sayılı anayasa değişikliğini iptal ve yürürlüğünün durdurulması kararını açıkladı. Anayasa Mahkemesi, açıklamasında, kararını Anayasa'nın 2, 4. ve 148. maddelerini gözeterek verdiğini belirtti ve Anayasa'nın değiştirilemez maddelerine ve Anayasa Mahkemesi'nin görev ve yetkilerine atıfta bulundu."

Gene Hande Seher Demir’in bildirdiğine göre:

"AİHM, konuya ilişkin üç karar vermiştir. Bunlar Karaduman, Bulut ve Şahin kararları olmuş, mahkeme Türkiye'de başörtüsü yasağı hakkında Türk makamlarının daha doğru bir değerlendirmede bulunacağını hükmetmiştir. AİHM'nin davalara ilişkin karar ve yorumları, dönemin Türk makamlarının karar ve yorumlarıyla paralel olmuş, başörtüsü yasağı AİHM kararlarında inanç özgürlüğüne aykırı bulunmamıştır. Avrupa'da hiçbir devlette üniversite düzeyinde başörtüsü yasağı olmamasına rağmen, verilen bu karar, Türkiye'nin tarihsel ve toplumsal niteliklerinin vurgulandığı bir karar olması nedeniyle Türkiye'ye özgü bir karar olmuştur."

SONUÇTA
Türkiye Cumhuriyeti tüm dinlere eşit bakışta olan laik bir devlet, bir hukuk devletiyse "devlet memurlarının, devletin tarafsızlığını kılık kıyafet ve aksesuarıyla" göstermeleri doğru olanı yapmak değil midir?

Anayasamızın belirttiği laiklik ilkesini yalnızca Fransa ve Portekiz paylaşmaktadır. Onların dışındaki Avrupa ülkeleri, mesela Almanya, çoğulcu demokrasi anlayışında. AKP lideri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da hadi diyelim ki buna vurgu yapmak istedi ve bir yönetmelikle 1982 tarihli “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik’”te yer alan kadın memurların “görev mahallinde baş daima açık” olması gerektiği ibaresini 8 Ekim 2013’te kaldırdı. 31 Ekim 2013’te de dört kadın millet vekili TBMM’ye başörtüsüyle katılarak[3] yönetmeliğin yürürlüğe girmiş olduğunu kamuya gösterdi.

Anayasaya uygun olmayan bu eylemi takip eden yıllarda önce ortaöğretim öğretmenleri, sonra hakimler, savcılar, polisler, en sonunda 2017’de TSK mensubu kadınlar da başörtüsü serbestliği yönetmeliğini uyguladılar. Oysa bu serbestlik henüz Anayasa’da herhangi bir kanunla belirtilmiş değil.

Tam da bu yüzden hayıflanıyor ve TBMM’ye başörtüsü kanun teklifi sunan Kılıçdaroğlu’na ayıptır söylemesi "naip" sıfatının iyi gittiğini düşünüyorum.

Çünkü daha birkaç gün önce, 30.09.2022’de, Tesettür Seferberliği ve Erdemli Kadınlar Derneği (TESSEP) Yönetim Kurulu Üyesi Mürüvvet Cengiz, bu mesele Anayasa’da kanunla çözülse çok rahatlayacağız diye konuştu ve konunun yetkili mercilere ulaştırılması adına STK'lara kamuoyu oluşturma çağrısında bulunarak[4] "Hepimizin ümidi ve umudu aslında budur" dedi.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da sanki yetkili merci oymuş gibi 3.10.2022’de çıktı, hazırladığı başörtüsü kanun teklifini TBMM’de sundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanıtı gecikmedi:" "Eğer samimiyseniz sorunu tamamen çözmek için anayasa değişikliği yapalım" dedi.

Kılıçdaroğlu’nunkini merak ediyorsanız: "Başörtülü kadınların hak ve özgürlüklerine kavuşması için önerdiğimiz bu kanuni zırhı sen destekle Erdoğan" oldu.

Başörtülü, türbanlı, dernek, vakıf, cemaat lideri ve üyeleri kadınlarımızın arzularını gecikmeksizin yerine getirerek onlara kanuni zırhlarını giydiren CHP Genel Başkanı sayesinde bu hanımlar muratlarına ermiş oldular.

Gene de diyorum ki arzuladıkları tek rahatlık eğer başörtüsüyse, ona kavuşacaklar yakında kavuşmasına ama düşünüyorum da giydikleri bu zırh, giymeyenlerden farklı olarak, Allah bilir nerede, nereye kadar koruyacak onları?