Abdullah’ın oğlu Muhammed ya da Ebu’l- Kâsım…

Saygı ve esenlik olsun ona…

O Tanrı’nın son elçisiydi. Hakk’ın vahyini insanlığa tebliğ ile görevliydi. Âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Ona “Güvenilir Muhammed” dediler.

Sözleri yumuşaktı; yüreklere işlerdi.

Dedi ki, Allah birdir, putlara tapmayın.

Dedi ki, Allah’ı birleyin, onun birliğinde halkı da birleyin, insanları bölmeyin.

Dedi ki, adil olun, haksızlık yapmayın, insanları sömürmeyin.

Dedi ki, kölelerinize kardeşleriniz gibi davranın, aynı sofraya oturun.

Dedi ki, Hakk’a teslim olun, zulme rıza göstermeyin.

Dedi ki, esenlik dinine girin, eliniz ve dilinizle kimseye zarar vermeyin.

Ancak reddettiler bu öğütleri…

Zulümde ve şirkte ısrar ettiler. Dahası düşman kesildiler Allah’ın elçisine…

Önce alaya aldılar, sonra çeşitli kara çalmalarla kötülediler. Yalancı dediler, büyücü dediler, kâhin dediler. Hatta erkek çocuğu yok diye zürriyetsiz dediler, soyu kesik dediler. Saldırlar yalnızca sözlü değildi. Eylemsel olarak da saldırdılar. Neler yaptılar neler?

Bir keresinde Kâbe’de namaz kılarken secde halinde bulunduğu sırada üzerine içi dışkı dolu bir deve işkembesi attılar.

Yalın ayak yürüdüğü yollara diken saçtılar. Ayakları kanasın diye…

Onu ve inananları kuşatma altına alıp her türlü iletişimi kestiler. Alış veriş, ekmek, su ve selam verme bile yasaklandı.

Üç yıl süren kuşatma süresince açlık nedeniyle Müslümanlardan yaşamını yitirenler oldu.

Zulmün ardı arkası kesilmedi.

Medine’ye göç öncesi evini basıp öldürmek istediler. İçeri girdiklerinde yatağında Hz. Ali’yi buldular.

Suikasttan kıl payı kurtulmuştu Tanrı elçisi…

Göç yolunda peşine düştüler. Bir mağarada az kalsın yakalayacaklardı.

“La tahzen, innallahe maanâ!”

“Üzülme, Allah bizimledir!” buyurdu yol arkadaşına…

Uhud’da müşriklerin saldırısı sonucu ağzı yüzü kan içinde kaldı. Dişlerini kırmışlardı. Bir çukura düşmüştü. Ölümden Hz. Ali kurtarmıştı elinde Zülfikar ile…

Bütün bunlardan başka uğradığı bir saldırı daha var ki en acıklı olanı o idi.

Mekke’de iken müşriklerin baskısından bunalmış ve İslam’ı anlatmak için Taif’e gitmişti. Ancak Taiflilerce hiç hoş karşılanmamıştı.

Taif’in ileri gelenleri Tanrı elçisine taşlı sopalı saldırı düzenlediler. Çocukları ve kölelerini üzerine saldılar. Allah resulünün ayakları, bacakları, yüzü gözü ve ağzı burnu kanlar içinde kaldı. Canını zor kurtardı. Bir bağa sığınmıştı. Yanında evlatlığı Zeyd vardı.

O anda sitem etti rabbine…

Bir üzüm kütüğüne yaslanarak şöyle dedi:

“Allah’ım! Gücümün tükendiğini, çaresizliğimi, halkın gözünde hor ve hakir görüldüğümü ancak sana arz eder, sana şikâyet ederim…”

Uğradığı bütün saldırılara ve suikast girişimlerine karşın o, Hakk’ı anlatmaktan geri durmadı.

Biz de durmayacağız.

Şahsımıza yönelik tüm saldırılara karşın gerçekleri haykırmayı sürdüreceğiz.

Ama saldırganlardan hesap sormayı da kesinlikle ihmal etmeyeceğiz!

Zira ve hâşâ biz peygamber değiliz. Onun kadar affedici ve merhametli olamayız.

Keser döner, sap döner.

Gün gelir, hesap döner.