Türkiye bir kez daha deprem kıranıyla boğuşuyor. Depremlerin büyük bir kırana ve kırıma dönüşmesinin altında yatan en önemli nedenlerden biri de dinci gericiliktir. Niyesi dinci gericilik bütün sorunları, önlemsizlikleri, yapılan yanlışları yazgıya bağlayarak Tanrı’yı suçlama yolunu dayatıyor. Halkın inançlarını ve korkularını kullanarak ne üzücü ki bunda da başarılı oluyor.
Türkiye’de dinci gericiliğin en etkili kurumları tarikatlardır. Tarikatları ve çalışmalarını doğru tanımak gerekiyor. Sorunun çözümü için gericiliğin kaynağı görülmeli…
Tarikatların çok ciddi bir tabanının olduğu görülüyor. Yüz binlerce üyesi bulunan tarikatlar var. Üniversitelerden orduya, Milli Eğitim Bakanlığından Sağlık Bakanlığına, emniyet teşkilatından yargıya varıncaya değin örgütlenme içerisinde olan tarikatlar, özellikle FETÖ’den boşalan devlet kurumlarını ele geçirme mücadelesi veriyor. Bununla birlikte toplumun büyük bir bölümünde tarikatlara ve çeşitli dinsel örgütlenmelere karşı çok ciddi bir tepkinin de oluştuğunu gözlemliyoruz. Bu anlamda 15 Temmuz kalkışmasının ardından dinsel yapılanmaların toplumda sempati ve hoş görülme açısından da büyük bir erozyona uğradıkları sosyolojik bir gerçek. Bu gerçeğin söz konusu yapılarda art arda ortaya çıkan taciz ve tecavüz olaylarıyla daha da pekiştiğini görüyoruz.
Öte yandan iktidar tarikatlarla iç içe. Onlardan ayrı ve bağımsız davranması neredeyse olanaksız. İktidar partisinin kadrolarının önemli bir bölümü tarikat üyelerinden oluşuyor. Bu nedenle tarikatların kamuda örgütlenmelerinin doğrudan doğruya iktidarca sağlandığını biliyoruz. Hatta kamu kadroları tarikatlar arasında paylaştırılıyor. Kimileyin bu paylaşımda anlaşmazlıkların yaşandığı da oluyor. Bu nedenle kamuda örgütlenme bağlamında tarikatlar arasında bir güç savaşı da söz konusu.
Türkiye'de tarikatlar tarihsel anlamda bir değer olarak görülse de çağdaş yaşam açısından tüm olumlu işlevlerini yitirmiş, 19. Yüzyıldan bu yana kokuşmuş, çürümüş ve bozulmuş yapılardır. Bu nedenle de tarihsel görevlerini tamamlamış, tarihin tozlu sayfaları arasına terk edilmesi gereken adeta zaman dışı yapılardır. Tarikatları “değer” olarak görmek, insan hakları, demokrasi, laiklik, akıl, bilim ve cumhuriyet gibi çağdaş değerleri reddetme sonucunu doğurur. Tarikatları savunmak, tarihin akışını tersine çevirmeye çalışmaktır. Bu da insan aklının ve toplumun evrimini ayrıca dinsel ve inançsal değerlerin yeniden inşa sürecini baltalamaktır.
Tarikat yapılanmasında şeyhe tam bir itaat söz konusudur. Buna biat diyoruz. Biat bireyi kişiliksizleştirir. Bu biat tarikat terminolojisinde (fena fişşeyh / şeyhte yok olma) biçiminde dile getirilir. Biatın olduğu yerde sorgulama, farklı bir düşünce ortaya koyma ve özgür irade olanaksızdır. Bunların olmadığı bir yapıda demokrasiden ve demokratik bir tutumdan da söz edilemez. Oysa kimileri tarikatları neredeyse demokratik toplumun bir öğesi olarak göstermeye çalışıyor.
Tarikatlar öteden beri laikliği dinsizlik olarak tanıtmaya çalışıyor. Oysa gerçek onların ileri sürdüğü gibi değil. Peki, nedir gerçek? Gerçekte laiklik nedir?
Laiklik; eğitimde, yönetimde ve toplumsal yaşamda aklı ve bilimi temel almak, iktidarı din adamları sınıfından alıp halka vermektir. Başka bir deyişle laiklik, rahipler ve mollalar iktidarına karşı çıkmak, dinin bir egemenlik kaynağı olarak görülmesini reddetmektir. Nitekim kimilerine şaşırtıcı gelse de, Hz. Muhammed de 7. Yüzyıl Mekke’sinde şirk dini rahiplerinin siyasal otoritesini reddetmiş ve “lailaheillah” sloganı ile insanda ve toplumda içkin Tanrı kavramı üzerinden egemenliği halka taşımıştır. Sonraki dönemde bu anlayış terk edilip egemenlik yeniden din adamları sınıfına teslim edilmiştir. Bu arada halifelerin de çoğunlukla din adamı niteliğine sahip olduğunu anımsamak gerekir.
Öte yandan laiklik, aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğüdür. Bu, doğal olarak başka türlü inanabilme hakkını da içerir. Laikliği dinsizlik olarak göstermek isteyenler aslında herkesi kendileri gibi inanmaya, kendileri gibi yaşamaya zorlamak isteyenlerdir. Oysa bu, İslam’ın en temel ilkelerinden biri olan, “dinde zorlama yoktur,” ilkesine bütünüyle aykırıdır. Laiklik, inananı başka türlü inanana karşı koruyan bir anlayıştır. Laikliğin olmadığı yerde dinsel grupların birbiriyle çatışması hatta savaşması kaçınılmazdır. Bu bağlamda laiklik farklı din ve mezhep üyelerinin aynı toplumda barış içinde yaşayabilmesinin de güvencesidir
Türkiye’nin ve insanlığın aydınlığı için tek bir umarımız var; o da akıl ve bilimdir. Aklını işletip bilime uymayanların üzerine kıranların ve kırımların yağması kaçınılmazdır. Yunus Bölümü 100. Söz (Yunus Suresi 100. Ayet) bize bunu söylüyor…