1968’den beri yazarım. Yazılarım yüzünden hiç bu kadar sıkıştırıldığım dönem olmadı. 12 Eylül darbe sürecinde bir kitabım yüzünden 18 ay 14 gün hapis ve 4 ay sürgün cezasına mahkum edilmiştim. Kızıldere katliamını anlattığım o kitabı şimdi yayımlasaydım darbe döneminden en az beş kat daha fazla hapis cezası alırdım.
AKP dönemi, daha doğrusu Tayyip Erdoğan dönemi, basın ve düşünce özgürlüğünün en çok kuşatıldığı bir çağ olarak ülkemizin kara sayfaları arasında yerini aldı bile.
Düşünün ki AKP iktidarının uygulamalarını eleştiriyorsunuz; İçişleri Bakanı sizi TC Devleti’ni ve hükümetini kötülemekten mahkemeye verdiriyor; hapsedilmenizi istiyor.
Sadece AKP yöneticileri mi? Bir de muhbir vatandaşlar var. Muhteşem Süleyman Bey’in yanında poz veren o tipler… Polisi arayıp sizi ihbar ediyor. Terör polisi çağırıyor sizi ve savcılığa ifade veriyorsunuz. Muhbir AKP’li, polisten sonuç alamayınca CİMER’e dilekçe veriyor, “Benim dini duygularımı incitti; cezalandırın bu adamı!” diye…
CİMER, İstanbul Savcılığı’na bildiriyor… Savcılık ne yapsın… Garibim Basın Savcısı Cumhurbaşkanlığı tarafından gelen şikayeti istemese bile devreye sokuyor. Polis arıyor; ifade vermemi istiyor.
Allah’tan polisler anlayışlı da bu salgında merkeze gitmeden ifade işini tamamlıyoruz.
DİNÎ DEĞER DİYEREK SUSTURUYORLAR
Türkiye’de düşünce ve basın özgürlüğünü genişletmek yerine onu daha da daraltmak için AKP iktidarı yasalarda gerici değişiklikler yaptı. Türk Ceza Yasası’nın 216. Maddesi buna göre oluşturuldu. Bu maddenin 3. Fıkrasında yer alan şu ifadeler çok önemli:
“Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
Bu fıkra masum gibi gözüküyor ama hiç değil. Çünkü, Türkiye’deki tarikatçı-şeriatçı takımı; İslam dünyasındaki yanlışları eleştiren yazarları veya bilim adamlarını “Benim benimsediğim dini değerlere hakaret etti!” diye şikâyet ediyor.
Örneğin ben “İslam Tarihindeki En Ünlü Tecavüz” başlığıyla Aydınlık Gazetesi’nde bir yazı yazmışım. 22 Şubat 2018 tarihli yazımdan dolayı cezalandırılmam için savcılık soruşturma başlattı. Hem de basın suçlarındaki süre çoktan dolmuş olduğu halde muhbir yobazı mutlu etmek için basın savcılığı ifademi aldı; sonra ne olacak beklemedeyim.
Benim örneğimde de olduğu gibi, katliam yapmış, başka birisinin karısına tecavüz ederek kocasını öldürmüş bir Arap derebeyine eleştiri getirdiğiniz zaman, içimizdeki Arap uşakları, “Benim dini değerlerime hakaret ettin!” diye ortaya çıkıyor.
***
Elbette benim durumum İlahiyatçı Mustafa Öztürk’ün durumundan daha iyi…
Onu açık açık kâfir ilan ettiler; öldürülmesi gerektiğini söylediler, yazdılar. Neymiş efendim; Kuran ayetlerinin tarihsel olduğunu söylemiş de vahiy olduğunu kabul etmemişmiş…
Kendisi Sünni bir bilgin olan Prof. Öztürk çalıştığı Marmara İlahiyat Fakültesi’nden ayrılmak zorunda kaldı.
İşte AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği nokta tam bu uçurumdur…
BİLİM YALANLIYORSA
Türkiye’de toplumun kanını emen sülükler, bilimin ve aklın karşısına hemen dini ve Kuran-ı Kerim’i koyarak insanların uyanmasını önlemeye çalışıyorlar. Erdoğan iktidarları, bunu bir devlet politikası haline getirdi. Okullardaki ders programlarından Evrim kuramının atılması, yerine Yaradılış Masalı’nın getirilmesi bu yüzdendir.
Düşünebiliyor musunuz? İlk insan Âdem Peygambermiş. Âdem Peygamber de bundan 5781 sene önce yaratılmış. Yahudi kutsal metinleri böyle söylüyor. Kuran-ı Kerim, Âdem ile Havva masalını Tevrat’tan almıştır. Öyle ki Allah’ın dünyayı 6 günde yarattığı, bir günde de dinlendiği masalı da oradan İslam’a aktarılmıştır.
Peki gerçek nedir? İnsanoğlu kaba taslak 6 bin sene önce mi ortaya çıktı?
Hayır efendim…
*İlk canlı, denizlerde en az 3 milyar sene önce tek hücreli olarak var oldu. Sonra evrimleşme ile çok hücreli deniz canlıları ortaya çıktı. Bunların bazıları karaya uyum sağladılar ve karadaki canlılar yayılmaya başladılar. İnsana benzeyen canlıların varlığına ilişkin bulgular bizim atalarımızın 2 milyon yıl kadar önce Afrika’da görüldüğünü ortaya çıkarmış bulunuyor.
*Düşünün ki insanoğlunun ilkel ataları bundan yirmi-otuz bin yıl önce mağara duvarlarına av hayvanlarının resimlerini çiziyordu.
*Şanlıurfa bölgemizde yapılan kazılar, insanoğlunun bundan 12 bin sene önce oralarda taşları çok usta biçimde yontarak anıtlar yarattığını gün yüzüne çıkardı.
Bugün Asya’da, Afrika’da ve Avrupa’da Âdem’in yaratılmasından çok önce insanoğlunun muazzam anıtlar yaptığını hemen hemen herkes biliyor. Eğer dinsel kitaplarda anlatılan Âdem ile Havva masalına, yani dincilerin Yaradılış Kuramı’na inanacak olsak bunları insan eseri saymamamız gerekir.
Ne acıdır ki çocuklarımıza bizim okullarda işte bu masal bilimsel bir gerçekmiş gibi anlatılmakta; o beyinler bu yolla çürütülmektedir.
Bilinmelidir ki kutsal kitaplar, sadece insanların ruhsal-duygusal dünyaları ile ilgili dönemsel verilerdir. Ortaya çıktıkları çağın bilgisiyle sınırlıdırlar. Hakikat ise oralarda anlatılanlardan çok daha geniş ve derindir.
DÜNYA KAÇ YAŞINDA?
Dünya, kutsal kitaplarda söylendiği gibi 10 bin yaşında değil, tam 4,5 milyar yaşında… İlk canlı da topraktan yaratılmadı. Bunu söylemek Kuran-ı Kerim’i inkâr etmek mi sayılmalıdır? Bunu söylediğimiz zaman bizim cahil tarikat elemanının dini inancına hakaret mi etmiş oluyoruz.
Biz, gerçeği yazarız…
Kim, neye, nasıl inanıyorsa inanabilir.
Ama 2020 tarihinde Türkiye’de Orta Çağ’ı yaşatmaya kalkışanlar, biz aydınları, kendi kör inancının çürük kurallarına esir edemez.
İslamiyet de zaten yaratılış masalı değildir. O, toplumcu bir düzeni olarak ortaya çıkmış; Mekke ve çevresini özgürleştirmiştir. Ama zamanla iktidarı ele geçiren despotlar; bu düzeni ters yüz edip kendi saltanatlarının bir kaldıracına çevirmişlerdir.
İslam Peygamberi, hayatını iki gözlü, tek katlı toprak bir evde geçirmişken, onun vekili (halifesi) olduğunu iddia edenler muazzam saraylar yaptırmışlardır ya…
İslam’ı temsil ediyoruz diyenlerin reisi Ali Efendi o yüzden özel elbise giyip zırhlı Mercedes’lerde geziyor ya…
O yüzden de İslam dünyası böyle perişan ya…
Bilimsel verileri, eski kitaplardaki masallara tutsak etmeye Türk yargısı alet olmamalıdır…