Olmaz olmaz, demeyin… Saray’ın damatları bile dava yitirebiliyorlar. Çünkü, Türkiye’de halen yargıçlar var…

Yurt Gazetesi’nde, 19/12/2019 tarihinde "Uçağı Bırakın da Önce Çim Biçme Makinesi Yapın" başlıklı bir köşe yazım yayımlandı. Yazımın konusu aslında siyasi bir tartışmadan çıkmıştı.

CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel, bir konuşmasında Türkiye’deki en önemli ve en kritik noktalara Erdoğan ailesinin bireylerinin getirildiğini vurguladı. Buna Erdoğan’ın damadı, Selçuk Bayraktar, “Biz İHA, SİHA yapıyoruz, yakında da insansız uçak yapacağız. Terörle mücadeleden rahatsız mı oluyorsunuz?” diye suçlayıcı cevap verdi. Siyasete cepheden dalan damat Selçuk’a köşe yazımda şöyle bir karşılık verdim:

“AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin teknolojide sınıfta bırakıldığını gizlemek için şimdi bir “İnsansız hava aracı (İHA) yapıyoruz!” propagandası yürütülüyor. Yakında savaş uçağı bile üreteceklermiş… Zaten yerli otomobil de hazırmış… Dünyadan habersiz kesimi kandırmak için at gitsin… Hem bunlar temeli 1975 yılında atılan ASELSAN’ı bile sanki kendileri yaratmış gibi davranmıyorlar mı?

Neyse biz gelelim şu Selçuk Bey’in İHA’larına… Selçuk Bey, siz bu araçların motorunu da kendiniz mi yapıyorsunuz? O zaman “Aferin!” derim. Yok motoru dışarıdan getirtip kaputunu burada yapıyor ve bir montaj ürününü bize yerli SİHA-İHA gibi pazarlıyorsanız, durun bakalım, derim.

Soruyorum: Bu İHA-SİHA için Ukrayna’dan motor almadınız mı?

Bütün makinelerin kalbi motordur. Motor yapmadan uçak yapacağız demek, milleti kandırmaktır. Bir de bunu vatan kurtaran aslan havalarında söylemek ve muhalefeti kötülemek ayıptır.

Sizden ricam, insansız savaş uçağı yapmadan önce kendi ürettiğiniz motor ile çim biçme makinesi yapmanızdır. Bugün o basit çim biçme makinesini bile dışarıdan alıp binlercesini avm’lerde pazarlamıyor muyuz?”

İşte bu yazı Bayraktar ailesini çok kızdırdı. Selçuk Bayraktar ile babası Özdemir Bayraktar (Benimle davalıyken vefat etti… İş kaldı öbür dünyaya) hakkımda 02/01/2020 tarihli dava açtırdı. Baykar Makine Sanayii ve Ticaret Anonim Şirketi adına 40 bin TL, Selçuk Bayraktar adına 40 TL olmak üzere, toplam 80 bin TL tazminat istediler.

Aynı biçimde Bayraktar tarafı Yurt Gazetesi’ni de mahkemeye verip bu miktarda tazminat istediler. Herhalde herkesi kendileri gibi zengin sanıyorlar ki böyle uçuk para talebinde bulundular…

Yıllarca süren yargılama ay başında bitti ve avukatım Nilda Baltalı’nın da etkili savunması sonucu Bayraktar tarafı davayı yitirdi.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KAZANDI

Bu kararın benim açımdan olduğu kadar basın özgürlüğü açısından da önemi var.

6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde görülen davanın gerekçeli kararında ( 2023/160) Yargıç Gökhan Çakıroğlu, basın özgürlüğümüz adına önemli saptamalar yaptı. İlgili kısmı aktarıyorum:

“Basın özgürlüğü, Anayasa'nın 28.maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur.

Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp yayınlarında Anayasa'nın Temel Hak ve Özgürlükler (…) ile Türk Medeni Kanunu'nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da zorunluluktur.

Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında; “...Sözleşme’nin 10/1. fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini geliştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatarak ifade özgürlüğünün, Sözleşme’nin 10/2. fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulandığını, bunun, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğunu, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamayacağını ...” belirtmiştir. İfade özgürlüğü ve bu bağlamda basın özgürlüğünün asıl, sınırlamanın ise istisna olduğu unutulmamalıdır. Sınırlamanın kanuni olması, meşru amaca dayanması ve demokratik toplumda gerekli ve orantılı olması da gözetilmelidir.

DAVANIN REDDİNE…

(…)yayın tarihi itibari ile kamu yararının ve toplumsal ilginin bulunduğu, İfade özgürlüğünün, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu, bu durumun demokratik toplumun gereği olduğu, güncel olan konuların gazetecilik tekniği gereği okuyucunun ilgisini çekmesi için çarpıcı başlıklara yer verilerek iddia kapsamında ve eleştiri sınırları içerisinde aktarıldığı, Kamuya mal olmuş, toplumda tanınır kişilerin başkalarına göre daha fazla eleştirilere katlanma yükümlülüğün bulunduğu, Mahkememizce doğrudan davacının kişilik hakkına bir saldırı bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Tüm bu nedenlerle Mahkememizce davacı şirket tarafından açılan davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”

Bu karar; yargıçlarımızın, “kendilerini hanedan üyesi sananlar”ın baskısından etkilenmeden nesnel karar verebildiklerini göstermesi açısından çok önemlidir. Benim Türk yargısından umudum var… Yargıçları özgürleştirdiğimizde ilerisi daha da güzel olacaktır…

(NOT: Aleyhinde tek satır yazmadığım, hatta yaptıklarını desteklediğim Özdemir Bayraktar benimle davalıyken vefat etti… İş kaldı öbür dünyaya… Oğlu, halen helallik istemedi… Demek ki Ulu Divan’ı önemsedikleri yok…)