Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi, Avrupa Parlamentosu seçimlerine özellikle göçmen politikalarını eleştiren sağ partilerin damga vurması ve ABD’de Trump’ın adaylığıyla birlikte ”Hem ABD hem de Avrupa’da izolasyonist politikalara geri mi dönülüyor?” sorusu gündemde.

Almanya, İtalya, Hollanda ve Fransa’da aşırı sağ yükselişe geçti. Bu büyük oranda, Ortadoğu ve Afrika’dan Avrupa’ya gerçekleşen düzensiz göçle birlikte Avrupa halklarının göçmen politikalarına bir tepkisi olarak görülse de tek sebep elbette bu değil. Ekonomik buhran da aşırı sağın yükselişinde son derece önemli rol oynuyor. Ancak baktığımızda düzensiz göçü, ekonomik sorunların bir ayağı olarak da görmek mümkün.

Avrupa Parlamentosu’nda milliyetçiliği ön planda tutan sağ partilerin yükseliyor olması,  "Avrupa artık enternasyonalist değil de izolasyonist bir politika mı güdecek?” sorusunu gündeme getiriyor.

Aslında bir noktada bu izolasyonist politikanın 1930’larda ABD’de uygulanan izolasyonist politikanın tam olarak bir benzeri olmadığı görülüyor. (Ancak Trump, olası başkanlığında tam da bunu işletmeyi düşünüyor.) Avrupa’yı dünyanın geri kalanına karşı korumayı amaçlayan bir izolasyonist politika olduğunu söylemek mümkün. Avrupa kendi içinde enternasyonalist politikalarına daha çok sarılırken diğer kıta ülkelerinden gelen düzensiz göçe karşı daha savunmacı bir politika izleyecek gibi.

Macaristan Başbakanı Orban parlamentoda “Patriot’s of Europe” (Vatansever Avrupalılar) adlı bir grup kurdu. Bu da Avrupa’nın milliyetçi ve medeniyetçi bir politika izleyeceğini gösteriyor. Yani “Irkçı değiliz, sadece kendi medeniyetimizi savunuyoruz.”

Avrupa aslında olası aşırı sağın yükselişine karşı önlem almaya çalıştı. Hatta bu noktada 2016 yılında Türkiye’ye anlaşma da imzalayarak kendi alanını korumaya çalıştı. Akdeniz’i geçen göçmen, sığınmacı, kaçakları engellemeleri için Kuzey Afrika ülkelerine para da ödedi. Ancak Ortadoğu ve Afrika’da ayrılıkları körüklemenin bedelini bir şekilde ödemekten kaçamadı.

Bu noktada AB’de aşırı sağın yükselişiyle birlikte “Stratejik Özerklik” kavramı daha da değer kazandı. 2019 yılında Alman Hristiyan Demokrat Ursula Von Der Leyen Avrupa Komisyonu Başkanı olduğunda Avrupa’nın göçe karşı politikalarını koordine edebilmek amacıyla Avrupa Yaşam Tarzını Teşvik Etme Avrupa Komiserliği’ni hayat geçirdi. Göçü, “çözümü zor bir sorun ve Avrupa için de kültürel bir tehdit” olarak tanımladı.

ABD’de ise olası Trump başkanlığı dönemi, tıpkı 1930larda olduğu gibi “izolasyonist” bir politikaya geçişi başlatacak. (ABD iki savaş arasında göçmen politikalarına karşı halk tepkisinin de artmasıyla izolasyoncu bir politika izledi ve ABD vatandaşı yaklaşık 1 milyon göçmeni Meksika’dan sınır dışı etti.) Trump neoizolasyoncu bir politika izliyor. Kaldı ki ABD’de birçok Demokrat da bu düzensiz göç politikasının düzeltilmesi gerektiğini düşünüyor. Demokratlar, düzensiz göç konusunda bir alternatif çözüm üremezlerse halk daha da kutuplaşacak. Trump’ın söylemleri daha da kıymetli olacak. Öte yandan Trump, NATO’nun da değerini sorguluyor. Liberal enternasyonalizm artık ABD’nin de konusu değil.