Gerçek adı Ali olan Seyyid İmadüddin Nesimî, tarihin en etkileyici yaşam öykülerinden birine iye bir ozandır. O, Türk dilinin en büyük ozanlarından biridir. Özellikle Azerbaycan Türkçesi için anıtsal değerde şiirlerin yazarıdır. Nitekim Azerbaycan’da çok sevilmektedir. Aslında o yalnızca Azerbaycan’da değil Anadolu’da ve Türkistan’da da çok sevilmektedir.
Muhakemetü’l- Lügateyn’in yazarı Özbek Türklerinden dilci ve ozan Ali Şir Nevaî de Nesimî’den övgüyle söz etmektedir. Nesimi, Anadolu Türkmen Alevilerince de yedi ulu ozandan biri olarak olurlanmaktadır. Seyyid İmadüddin Nesimi’nin şiirleri Türk edebiyatının en önemli yapıtları arasında sayılır.
Peki, daha da ayrıntılı olarak öğrenmek ve tanımak adına soralım:
Kimdir Seyyid İmadüddin Nesimî? Nerede doğmuş ve nasıl ölmüştür? Neden katledilmiştir? Dahası
neden derisi yüzülerek katledilmiştir?
Seyyid Nesimi’nin, Bağdat’ta 1369’da doğduğu sanılıyor. Doğum tarihi için 1370 diyenler de var. Irak Türkmenlerindendir. Ancak doğum yeri konusunda çeşitli aktarımlar vardır. Kimi kaynaklar Tebriz’de, kimi Diyarbakır’da, kimi kaynaklar da Şiraz ya da Şamahı’da doğduğunu söyler. Osmanlı şair tezkiresi yazarı Latifî ise Bağdat’ın Nesim kasabasında doğduğu için Nesimî mahlasını kullandığını belirtir ama kimileri de Bağdat’ta böyle bir yerin olmadığını ileri sürer. Nesimî soyca Türkmen’dir ama peygamber soyundan geldiği başka bir deyişle “seyyid” olduğu da belirtilir. O, Türk yazınının büyük adlarındandır. Azerbaycan Türkçesi ile yazdığı şiirler coşku dolu anlatımlarla yüklüdür. Öyle ki kimi şiirleri binlerce kişi tarafından ezbere söylenmektedir. Sözgelimi; “Sığmazam” biçiminde sözleri olan o ünlü şiiri son kertede etkileyici sözlere iyedir. Bundandır ki ezgilenmiştir.
Nesimî, tıp, astronomi, matematik, mantık bilimlerini de içeren bir İslam eğitimi almıştır. Şiir ve müzik meclislerinde yer almıştır. Nesimî, Hurufilik inancına bağlıdır. Hurufiliğin kurucusu Fazlullah Esterebadî ile çok yakın ilişki içerisinde olmuştur. Onun hizmetine girip kendisinden eğitim almıştır. Fazlullah’ın yandaş toplama yolculuklarına irşatçı olarak katılmış, onun yoldaşı ve çok geçmeden de halifesi olmuştur. Ayrıca Fazlullah’ın kızı ile de evlenmiştir. Böylece Nesimî, Hurufî abdallar zümresinin başı ve yol göstericisi olmuştur.Nesimî, şiirlerini, inançlarını yaymak için yazmıştır. Yine inancını yaymak için Azerbaycan, İran ve Arap ülkelerine gitmiştir.
Osmanlı padişahı 1. Murat döneminde Anadolu topraklarına gelmiştir. Hurufiliğin kurucusu Fazlullah’ın öldürülmesi üzerine Azerbaycan’dan ayrılıp Türkçe şiirleriyle tanındığı Anadolu’ya gelen Nesimî, 1. Murat döneminde Bursa’ya ulaşmış ama burada pek hoş karşılanmamıştır. Nesimî’nin Hacı Bektaş Veli’den de etkilendiği bilinmektedir. Ayrıca Hacı bayram Veli ile görüşmek için Ankara’ya gitmiş ama Hurufiliğe ilişkin düşünceleri nedeniyle görüşmesi olanaklı olmamıştır. Anadolu’da düşünce ve inançlarını yeterince yayabilme olanağı bulamayan Nesimî, o tarihte Hurufiliğin en önemli özeği (merkezi) olan Halep’e gider. Nesimî, düşünceleriyle halkın bir kesiminin yanı sıra Dulkadiroğlu Ali Bey ile kardeşi Nasiruddin’i ve Karayülük Osman’ı, ayrıca Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah’ı da etkilemiştir.
Nesimî’nin Azerbaycan’daki etkisi o kadar büyüktür ki, Türkiye’deki Türk Dil Kurumu’nun Azerbaycan’daki bir tür karşılığı olan bir enstitü, Nesimî’ye ithaf edilmiştir. Söz konusu enstitünün adı biçimdedir: “Azerbaycan Nesimî Dilcilik Enstitüsü” Seyyid İmaduddin Nesimî’nin Bakü’de, bir alanda anıtı vardır. Ayrıca Nesimî adıyla bir yer altı yolu (metro) durağı bulunmaktadır. Nesimî’nin biri Türkçe ve öbürü Farsça olmak üzere iki divanı vardır. Ayrıca Arapça yazdığı şiirleri de vardır. Türkçe, Farsça ve Arapça olsun; şiirleri dönemin birçok şairini etkilemiştir.
Şiirlerinde Hallac-ı Mansur’u andıran sözlere yer vermiştir. Bundandır ki dönemin yöneticilerinin ve zahir ulemasının tepkilerini üzerine çekmiştir. Nesimî, harflerin gizemi ve vücudun bütün organlarının harflerle izahı gibi düşüncelere sahipti. Nitekim Hurufilik, harflerin gizemleri olduğu düşüncesidir. Özellikle kutsal metinlerdeki harflerin ve sözcüklerin sayısı, sırası ve diziliminde birtakım gizemlerin ve şifrelerin bulunduğunu ileri süren Hurufiler, harflerin sayısal değerlerini (ebced hesabı) taban alarak çok şaşırtıcı görüşler ortaya atmışlardır. Sözgelimi, Hurfilere göre Allah insanın yüzünde tecelli eder. Başka bir deyişle Allah insanın yüzüne yansır ve onda açığa çıkar. Şöyle ki; insanın iki gözü Arapça yazısındaki “he”, burnu “elif”, burunun her iki yanı ise “lam” harfini gösterir. Bunlar Allah yazısındaki harflerdir. Dolayısıyla Allah insanın yüzündedir. Gerçek şu ki, gerek Hurufiliğin gerekse öbür sufî akımların Tanrı tasavvuru egemen İslam’ın Tanrı tasavvurundan farklıdır. Egemen İslam’ın Tanrı tasavvuru kesin ve keskin bir biçimde aşkındır.
Öbürlerinin ise kesin ve keskin bir biçimde içkindir. Bu içkinlik Panteizm’den Panenteizm’e değin uzanır. İçkinliğin en keskin biçimi kuşku yok ki Panteizm’dir. Ancak Panteizm’i egemen İslam düşüncesi karşısında savunabilmek çok güçtür. Niyesi, bunun için belli bir donanım ve belli bir anlak (zeka) düzeyi gerekir. O nedenle Panteizm yerine Panenteizm’i savunmak daha kolaydır. Bundandır ki İslam sufileri gerçekte Panteist olsalar da Panenteist görünmüşlerdir. İşte Seyyid Nesimî de Tanrı tasavvuru açısından egemen İslam’ın anlayışına aykırı bir biçimde içkinlikçidir. Bu içkinlik Tanrı’yı insan yüzünde görme inancıyla açığa çıkar. Bu tutum Panenteist bir özelliğe sahiptir. Tasavvuf alanyazınında Vahdet-i Vücud denilen anlayış bizce Panenteist bir söylemle Panteist bir Tanrı tasavvurunu savunmak demektir.
Bunun en çarpıcı hali Hallac- ı Mansur’un “ene’l-hak” çığlığında görülür. Nesîmî, “ene’l-hak” akımının önde gelen şehitlerindendir. Bu akımın en bilinen adı kuşku yok ki Mansur’dur. Mansur’un Fars ya da Türk kökenli olduğu yönünde savlar var. Arap kökenli olduğunu ileri sürenler de var. Ancak kanımca Fars kökenli olması daha olası gibi duruyor. Ne var ki, bir kesinlik yok. Belki Türk kökenlidir. Ama gerçek şu ki Seyyid Nesimî kesin olarak Türk’tür. Bu nedenle Nesimî’ye Hallac-ı Mansur’un Türk yüzü ya da “Türk Hallac-ı Mansur” denilmektedir. Nesîmî tanrısal niteliklere sahip olan insanın kutsallığının, saygınlığının ve özgürlüğünün korunması gerektiğini söylemiş, inandıklarını ve gerçekleştirmek istediklerini Hurûfîlikte bulmuştur. Ona göre insan varlık güzelliğinin aynasıdır. Onu korumak, ona saygı göstermek, bu güzelliğin korunmasıdemektir. Niyesi, Tanrı insan yüzünde görülür. Nesîmî’ye göre insan ceset ve ruhtan ibaret olmasına karşın aslında daha yüce bir varlıktır. Kalenderîler tarafından kutsal görülen Nesîmî’nin kimi şiirleri bu toplulukların âyinlerinde okunmuştur.
Nesîmî’nin Alevî-Bektaşîlerin yedi ulu ozanından biri kabul edilmesi kendisine çeşitli yerlerde mezar izâfe edilmesine yol açmıştır. Ayrıca Nesîmî bu çevrelerde şehit ve mazlum bir velî olarak çok büyük kabul görmüş, hakkında çeşitli menkıbeler oluşmuştur. Seyyid İmadüddin Nesimî, Halep’te çalışmalarını sürdürürken etkileyici ve sarsıcı görüşleri nedeniyle, daha önce de belirttiğimiz gibi şeriat ulemasının şiddetli tepkilerini üzerine çeker. Halep uleması Nesîmî’nin, uluhiyet / tanrılık savladığını ve görüşlerinin İslam’a aykırı olduğunu ileri sürerek idam edilmesini ister ve bu yönde fetva verir. Bu fetva, Memlük Sultanı el-Melikü’l-Müeyyed Şeyh el- Mahmûdî’nin onayını alan saltanat nâibi Emîr Yeşbek tarafından boynu vurulup derisi yüzülmek suretiyle uygulandı. Tarihler 1417 yılını gösteriyordu. Katledildiğinde daha 47 yaşındaydı.
Evet, Nesîmî’yi Allah adına ve şeriat uğruna katlettiler. Hem de derisini yüzerek. Söylenceler aktarır ki, katledilmesine fetva veren mollalar, Nesîmî’nin kanının necis olduğunu, eğer o kan bir kimsenin herhangi bir yerine sıçrarsa o organın da kesilip atılması gerektiğini söylediler. Bu, aslında Nesîmî’nin insan organlarını harflerin gizemli anlamlarıyla açıklamasına yönelik bir göndermeydi. Ne var ki Nesîmî’nin idamına gözetmenlik yapan fetvacı molla hiç beklemediği bir durumla karşılaşır. İdam sırasında Nesîmî’nin kutlu kanı mollanın parmağına sıçrar. Molla hemen parmağını siler. Fakat Nesîmî can çekişirken, o mollaya der ki;
“Ben Hak uğruna canımı veriyorum ama sen inandığını söylediğin
Allah için bir parmağını bile veremiyorsun!”
Nesîmî, Alevi inanç ve törenlerini de çok etkilemiştir. Öyle ki Alevi cemlerinde Nesîmî darı denilen bir dar çeşidi vardır. Nitekim İmam Cafer Buyruğu’nda söz edilen dört dardan biri de Nesîmî darıdır. Dar, bir duruş biçimidir. Nesîmî darı, secdeden doğrulmayı anlatır. Bu, hak yoluna derimi yüzdürdüm, demektir. Başka bir söyleyişle derimi yüzseler de inancımdan, yolumdan dönmem, demektir. Nesîmî Alevi Bektaşi deyişlerinde kendisinden sıkça söz edilen bir ozandır. Bir deyişte şöyle denilmektedir:
“…Nesîmî yüzüldü, Mansur asıldı,
Ali düldüle bindi, küffar basıldı,
Nice ulu sular arktan kesildi.
Aktı kör pınarlar ne çaylar oldu…”
Yukarıdaki dörtlükte geçen çay sözünün akarsu demek olduğunu belirtelim.
Mende sığar iki cihan,
Men bu cihana sığmazam…
Gevher-ü lâ mekân menem,
Kevn-ü mekâna sığmazam…
Diye haykıran büyük ozan Nesîmî’yi anısı önünde derin bir saygıyla eğilerek anıyorum.
Işığı sönmeyecek, kutlu tini göğün bağrında yaşıyor.
Şeriatın kılıcı ne denli keserse kessin ışık erlerinin yolu kesilmez, kesilemez!
Tanrı tinini mutlu eylesin.