Toplumsal yaşamı düzenleyen kurallar ahlak, eşitlik ve adalet temelli kurallardır.

Ahlak, dar anlamıyla neyin doğru veya yanlış sayıldığı ya da sayılması gerektiği ile ilgilenir. Ahlak kavramı insanların çeşitli davranışlarının yanlış veya doğru olup olmadığını belirleyen yargı ve ilkeler sistemidir.

İlkçağ filozofu Sokrates ve öğrencisi Platon’un felsefesinde de ahlâk önemli bir yer tutar. Aristoteles, Stoalılar, Kyrene okulu ve Epikuroscular ile Montaigne, John Locke, İmmanuel Kant ve birçok psikolog ve sosyolog ahlâk üzerinde hassasiyetle durmuştur.

Durkheim da anomi, suç, intihar, ahlâk eğitimi gibi kavramları ele almıştır.  O’na göre İnsan, ahlâkî bir varlıktır. Ahlâk kişiliğe bağlıdır. Ancak ahlaki değerlerimiz ve kişiliğimiz toplumsal değer ve değişimlerden de etkilenmektedir.

TOPLUMSAL AHLAK VE SUSKUNLUK SARMALI

AKP hükümeti iktidara, yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar ile mücadele edeceği vaadiyle gelip 3Y’nin 21 yılda nirvanaya ulaştığı bir Türkiye yarattı.

Bireysel ahlakın en çok baskılandığı dönemde toplumsal değişime ve toplumda şiddetin artmasına, toplumsal ahlakın çöküşüne şahitlik ediyoruz.

Türkiye’de toplumsal değişim işte böyle bir plan çerçevesinde sağlanıyor.

“İsraf haram” diyenlerin, yoksula şükretmeyi öğretenlerin yaşadığı şatafatlı hayat halkta bu yaşamlara ulaşma arzusu yaratıyor. “Onlar gibi olmak için ne yapmam gerekiyorsa ben de aynısını yaparım.”

5’li çetelerin vergi borçları silinirken esnafın, emeklinin rızkına göz dikilince halkta “diğeri gibi olma” arzusu doğuyor.

Çocukları istismar edenlerin, küçük kız çocuklarını kendilerine kadın edenlerin bunu tarikat ve cemaatte çocuklara ilim öğretme bahanesinin arkasına saklanması ahlaki yozlaşmaya sebep oluyor.

Toplumsal ahlak çürümeye başladığında birey de ahlaki değerlerini yitirebiliyor.

SUSKUNLUK SARMALI VE TOPLUMSAL ÇÜRÜME 

İnsan, tabiatı gereği toplumdaki diğer insanlar tarafından kabul görmek ister. 

O toplumda yaşayabilmek için mensup olduğu toplumun değerlerine, normlarına, inançlarına uygun davranmayı tercih eder. Eğer bu değer normlar kötüye evrilmişse, hasar görmüşse birey de artık ahlaki değer ve yargılarını korumakta zorlanır ya da olanlara kayıtsız kalarak suskunluk sarmalına girebilir.

Çünkü insanoğlu dışlanmaktan korkar, sevilmek, sayılmak ister. Elizabeth Noelle-Neumann (1974) tarafından ortaya atılan suskunluk sarmalı teorisine göre bireyler, kendi görüşlerinin azınlıkta kaldığına inandıklarında dışlanma korkusu ile düşüncelerini açıklamaktan çekinirler. Önce sessizliğe bürünür ardından da sesi yüksek çıkan ahlakı yozlaşmışlara benzer.

Bugün toplumumuzda bireylerin, AKP hükümetinin yanlış politikaları sebebiyle yaşanan eşitsizlik, adaletsizlik, usulsüzlük ve yolsuzluklara hapse girmek, hükümetin tepkisini çekmek, işsiz kalmak, çocuğuna okulda baskı yapılması gibi korkular yüzünden kayıtsız kaldığını görmek mümkün.

Hükümetin kendi algısını yaymak için kullandığı ve yine kendi oluşturduğu kitle iletişim araçları da suskunluk sarmalının en büyük sebebi. Öyle bir propaganda yapıyorlar ki sanki herkes AKP ve Cumhur İttifakı gibi düşünüyor.

Toplumda ahlaki çöküntü ve yozlaşmaya sebep olanlar bunları korkusuzca, özgürce, memnuniyetle ve bazen yüksek sesle dile getirme cesaretine sahipler.

Toplumda baskıyı oluşturanlar ve onların imkânlarından faydalananlar, baskı altında tuttukları ve insanca yaşama hakkından mahrum bıraktıkları kişilere “Sen şöyle yapma günah, böyle yapma ahlaksızlık.” diyor.

“Günah işleme özgürlüklerini” kullananların şatafatlı yaşamı geçim sıkıntısı çeken insanların da zamanla ahlaki çöküntü yaşamasına sebep oluyor.

Brecht'in "önce ekmek sonra ahlak" sözüyle birlikte Ebu Zerr El- Gifari'nin "Geceyi aç geçirip de kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim" sözü bu konu hakkında fikir vermektedir. Toplumsal çöküş işte tam da bu noktada başlar. 

SUÇ VE ANTİSOSYAL BİREYLER ÜRETEN TOPLUMDAN AHLAKLI TOPLUMA DÖNÜŞ

Avrupa 11-17 yaş genç gruplarına toplumsal ahlakı geri kazandırmak için bir suç işlediğinde ya da anti-sosyal davranış sergilendiğinde diğer insanlara ve topluma verebileceği zararı gösterdiği eğitimler düzenliyor. Gençlere empati duygusu geliştirmeyi öğrenme, ahlaki çöküntüye direnme ve kuralları çiğnemekten kaçınma gibi eğitimler veriyor.

Türkiye’de de, soyut kavramları zihninde anlamlandıramayacak 4-6 yaş küçükler MEB ve Diyanet eliyle cemaat ve tarikatların umuduna bırakılıyor.

Ahlakın,dinin yasak ve günah manzumesi haline getirilmesi ile çocuklarımız korku ve baskı ile daha çok bunalıma ve suça itiliyor.

Toplum sadece hayatta kalma güdüsü ile karını doyuracak kadarına mahkum edilmiş, sanat ve eğlence gibi ruhu besleyen tüm öğelerden uzaklaştırılmış, ahlak satanların ahlaksız zenginleşmeleri sebebiyle fakirleşmiş ve bu dini öğelerin kötüye kullanılması eliyle de baskılanarak şiddete, suça ve anti-sosyal davranışlara yatkın hale gelmiştir.

Empati, utanç ve suçluluk duygusunu yitiren günümüz Türkiye'si 21 yılda toplumsal cinnet noktasına taşınmıştır.