Pir Sultan; “Hızır Paşa’nın zulmü var ise Ne yapayım benim de bir ahım var” demiş.
İşsizlik ve pahalılık altında inleyen halkımızın da sadece bir “ahı” var.
Halkın duası da, ahı da önemlidir.
***
Osmanlı Devleti, miri sisteminin bozulmaya başladığı yükselme devrinde duraklama devrine dönüşmeye başlamış; devletle halk karşı karşıya gelmiştir.
Devletin toprakları asker ve sivil bürokratların özel kullanımına sonra da mülkiyetine verilmiş; toprak gelirleri, hazine yerine özel kişilere akmaya başlamıştır. Bu yolla “Mürtezile-Müselleme” sınıfı ortaya çıkmıştır. Bunlar, kurdukları vakıflarla kullanım ve mülkiyeti veraset yoluyla sonraki nesillerine aktararak mütegallibe olurken; halk yoksulluktan kan ağlamayı sürdürmüştür.
Sınırı belli olmayan “hüccetler” ile araziler verilmiştir. “Murabaha” ve “Rehine” olarak miri toprakların sivil-asker bürokratlara (mürtezilere) devir işlemi, “Selem” sistemi olarak adlandırılır. Bu sistem, “sekban” denilen köylü ve kentli halkı ezen egemen sınıfı (mütegallibe-feodalite) yaratmıştır.
Özellikle sekban (köylü halk); haklarını savunmaktan yoksun olduğu için; iliklerine kadar sömürülmüştür. Türk oldukları için mülkiyet hakkından yoksun bırakılmış; horlanmıştır. Buna karşın Türk olmayan halka, örneğin Macaristan’da, aynı hak esirgenmemiştir. Oysa devletin asli unsurunu sekban halk oluşturuyordu.
Mürtezile, öşür denilen vergi karşılığında toprağı sekbanlara işletir. Fakat iklimin olumsuzlukları nedeniyle toprak gereğince işlenmez veya verimsiz olursa, sekban (maraba) “öşür kaybı” cezasıyla cezalandırılırdı.
Halk; köylü (sekban) ve kentli olarak bölünmüştü.
Şehirdeki “bürokrat-mürtezile” sınıfı yanı sıra, bir de “ticaret” sınıfı oluşmuştu. Özellikle sığınmacı gelen Ermeni ve Yahudi halkın ticaret yapmasına izin verilmiş. Bu nedenle kentlerde bir tacir sınıf oluşmuş, özellikle faizle büyümüştür. Zenginler, kadılar eliyle gerçekleştirdikleri borç senetleriyle %20’lere varan faiz alıyordu. Mübadele ve Selem borç sistemleri ile öşür ve faiz, halkın boğaz tokluğuna yaşam sürdürmesinin temel nedeni olmuştur.
Devlet “resmi”, zenginler “fiili” vergiler konuyordu. Şehirdeki halk %10, sekban ise %20 oranında vergi ödüyordu. Buna karşın işletmeler, vergiden muaftır.
Bilhassa sipahiler, hayvanlarıyla birlikte köylüye büyük külfet olur. Beylerbeyi, sancak beyi, kadı, naip, voyvoda, sipahi ile tımar ve zeamet sahipleri halkın sırtından inmemiş; isyanlara varan tepkilere neden olmuştur. Nitekim köylüler, bu kimseleri köye sokmamak için silaha sarılmak zorunda kalmıştır.
Sekbanın yoksulluğu ve çaresizliği; 1564 tarihli bir resmi rapordan anlaşıldığına göre, “otla otlanıyorlar” diye tanımlanmıştır.
Duraklama ve çöküş dönemlerinde savaş ganimetleri de kesildiği ve var olan gelirler de mürtezileye aktığından, devlet hazinesi iflas etmiştir. Devlet adamlarının zenginliğe doymayan iştahlarıyla rüşvetler yaygınlaşmıştır. Devlet masrafları ile Saray israfların karşılanması için yeni vergilere başvurulmuştur.
Öncekilerden de ağır olan AVARİZ vergisi konmuştur. 1596 yılında hane başına 15 akçe olan “avariz” vergisi, 1550 yılında 80 akçeye yükseltilmiştir.
Sultan III. Selim de 1596’da, sefere çıkma gerekçesiyle sekbana (köylüye) “hayvan ve hububat” vergisi koymuştur.
“Adaletname” denilen belgeler, devlet ile asker-sivil bürokratların halkı ne denli sömürüp ezdiğini ortaya koymaktadır.
***
Türkiye de devamı olduğu Osmanlı Devleti’nde olanları yaşamaya başlamıştır. Getirilen “Değerli Konut Vergisi” gibi, dolaylı-dolaysız ağır vergiler; tarihin tekerrür ettiğini gösteriyor.
Osmanlı Devleti; Duyun-u Umumiye idaresine emrine girdiği ve ekonomik bakımından bağımsızlığını yitirdiği sırada; Dolmabahçe Sarayı inşa etmiştir. Günümüzde de, mutfak yangınları söndürülemezken, işsiz yurttaşlar arsenik ve benzinle yaşamlarına son verirken; Ankara’da Beştepe, Marmaris ile Van’da saraylar inşa ediliyor.
Gerçek enflasyon %20’leri aştığı halde %9.6 olarak manüple edilerek maaş ve ücretler budanıyor. İşsizler ordusu çalışan nüfusun %15’ini bulmuşken; genç ve eğitimli işsizler %25’le dram yaşıyor. Ücret ve maaşlar ancak %4-6 oranında arttırılıyor! Elektriğe yıl toplamı olarak %64, gaza %45, otoyol-köprü-tünel geçişlerine %56 zam yapılarak israfın karşılanmasına çalışılıyor.
Parlamenter maaşları 25 bin, Kızılay gibi yardım derneği başkanının bile maaşı 35 bin ve yandaş bürokratlarla kurul üyelerinin maaşları 60-70 bin liradır. Buna karşın asgari ücret 2330 lirada tutuluyor. Emekli maaşları, kuru ekmeğe yetmiyor.
Ekonomi, bu yolla kurtarılıyor!
Makam arabaları, uçakları, popülist harcamalar, Halet Efendi dönemine rahmet okutan transferler, akraba ve partili kayırmacılık vb nedenlerle ekonomik dar boğaz yaşatılmaktadır. Mezhep şovenizmi ve ego tatminliği uğruna Ortadoğu bataklığına batırılan askerin yüksek harcamaları zorunlu olmaktadır!
Buna karşın tarım, hayvancılık ve sanayi üretimi yok edildiğinden, hazine Merkez Bankası’nın yedek akçesi ile deprem vergisi gelirine muhtaç edildi!
“Evde yok bulgur aşı, kendi gezer bölükbaşı” türden bir devlet olduk.
Üretmeyen devlet, bütün israfıyla halkın sırtına binmiş oluyor. Ne ÖTV, ne KDV, ne elektrik-gaz faturalarına eklenen “paylar,” ne “kira” ne “emlak” vergisi doyuruyor devleti. Hükümet ile yandaşları.
“avariz” vergisi gibi vergiler ile pahalılık halkı inletiyor.