Bundan 40 yıl önce, 25 Ocak 1980 günü Bursa’da, Saydam Tekstil AŞ’nin Fabrika Müdürü olarak işe başladım.
Patron Selahattin Saydam, 50 yaşında, iş hayatına uzun süre önce bir dokuma fabrikasında muhasebeci olarak başlamış, orada dokumacılığı çok iyi öğrenmiş. Bir süre sonra ayrılıp kendi şirketini kurmuş, 20 adet ikinci el dokuma tezgâhıyla işe başlamış ve başarılı olmuş.
Selahattin Saydam dokumadan, kumaştan çok iyi anlıyordu. Kalite konusunda gösterdiği titizlikle adını İstanbul Sultanhamam kumaş piyasasında duyurmuştu.
Patron Saydam, kazandığı parayla Bursa-İzmir yolu üzerinde Dokuma-Boya-Apre Fabrikası kurmuş, 80 dokuma makinesi ve Boya, Apre makinelerinin tümünü İsviçre’den getirtmişti. Fabrika kurulalı henüz bir ay olmuştu.
Benim ilk çalıştığım yer olan Sümerbank Merinos Yünlü Sanayi Müessesesi’nin o günkü müdürü Dr. Güngör Başer ile görüşüp onun önerisini alan Selahattin Saydam, arayıp beni buldu, kurmuş olduğu yeni fabrikanın müdürlüğünü önerdi.
Bana yaptığı teklif, o günün koşullarında çok parlaktı: Ayda 50 bin TL net ücret alacak ve şirketin bir arabasını özel olarak kullanacaktım.
Saydam’ın teklif ettiği aylık ücretin büyüklüğünü göstermek için şu bilgiyi vereyim: Bursa’da 1980 yılı sonunda, özel sektörde, en yüksek ücret alan yöneticiler arasında ilk beş kişi arasına girmiştim.
Fabrikada sıra saten, floş astar, polyester astar, krep damur, krep nova tipi kumaşlar üretildi.
Ben, hemen işin başında, boya ve apre reçetelerini kendim hazırladım.
Benim hazırladığım reçetelerle, ürettiğimiz kumaşlara Buruşmazlık Apresi, Su Geçirmezlik uyguladık.
Kumaş satışlarımız arttı. Saydam’ın yüzü gülüyordu.
O dönemin ünlü ismi Vitali Hakko (Vakko), Saydam’ı arayıp çok ince ipekli kumaş boyar mısınız diye sormuş. Benden “evet” cevabını alan Saydam, telefonla
Vitali’yi aradı, durumu bildirdi.
Vitali’nin çok ince ipekli kumaşları ve renk numuneleri geldi. Vitali, özellikle “gül kurusu” rengin mutlaka tam tutturulmasını rica eden bir not eklemişti.
Reçetelerini hazırladığım boyalarla Vitali’nin kumaşlarını boyayıp gönderdik.
Birkaç gün sonra Vitali beni telefonla aradı, teşekkür etti, kutladı ve sonra aramızda şu kısa konuşma geçti:
Vitali – “Uyguladığınız boya reçetelerini bana gönderebilir misiniz?”
Ben – “Hayır!”
Vitali – “Neden?”
Ben – “Fabrika sırrıdır!”
Vitali – “Hiç olmazsa ‘gül kurusunun’ boya reçetesini rica etsem?”
Ben – “Hayır, olmaz!”
Vitali, aramızdaki bu konuşmayı Saydam’a iletmiş, benim tavrımdan yakınmış!
Bir gün, Bor madeninin türevleri olan Boraks ve Borik Asit kullanarak, ürettiğimiz kumaşlardan 20 metresine “Alev Almazlık” apresi uyguladım. Kumaşı alıp Saydam’ın Kapalıçarşı’nın ağzındaki yazıhanesine gittim. Kumaşı verdim, görüşünü sordum. Saydam, iki elinin parmakları arasına alarak kumaşı okşamaya başladı. Yukarı kaldırdı, kumaşın genel görünümünü görmek istedi. İşte, tam o sırada ben, kumaşı alt ucundan kibrit çakarak yakmaya çalıştım! Saydam şaşkın,
“Ne yapıyorsun?” diye sorunca, “kumaşı yakmaya çalışıyorum, ama bir türlü alev almıyor!” dedim. Bir şeyler döndüğünü anlamıştı, kibriti aldı, çaktı, kumaşı yakmaya uğraştı, kumaş alev almıyordu! Saydam’ı daha fazla merakta bırakmadım, kumaşa “Alev Almazlık” apresi uyguladığımı anlattım ve şunları söyledim:
“Okullarda, hastanelerde kullanılan perdelerin, çarşafların, yatak örtülerinin alev almadığını, yanmadığını düşünün! Biz bu tip kumaşlar üretebiliriz!” Gözleri parlayan Saydam sordu: “Bundan başkalarına söz ettin mi?” İşin boyutlarını hemen kavramıştı. “Hayır, işletmede beraber çalıştığım ustalar bile kumaşa ne yaptığımı pek anlayamadılar!” dedim. Rahatlamıştı. Hemen ekledi: “Öyleyse sakın bundan hiç kimseye şimdilik söz etme! Bu numune kumaş da bende kalsın, benden haber alıncaya kadar bekle!”
Değerli Dostlar,
Her fırsatta Patron Saydam’a, ‘yalnız iç piyasaya bağlı kalmayalım, dışa açılalım, ihracat yapalım’ görüşümü tekrarlayıp duruyordum. Karşı çıkmıyor, ama ihracat konusunda bilgi ve deneyimi olmadığı için suskun kalıyordu.
Teleks ve telefonla, İngiltere ve Fransa’nın en ünlü kumaş ithalatçılarıyla irtibata geçtim. Fabrikamız, ürettiğimiz kumaşlar ve potansiyelimizle ilgi temel bilgileri verdim. Çok olumlu cevaplar aldım, ileri görüşmeler yapmak üzere bizi davet ediyorlardı.
Tüm bu girişimlerimi Selahattin Saydam’a anlattım ve bir öneride bulundum: ‘Gelin, bir haftalığına Fransa ve İngiltere’ye gidelim, bu büyük şirketlerle yüz yüze görüşelim, siparişler alalım, ihracata başlayalım!’. Saydam, ihracat konusunda düşünmüş olacak ki, önerimi kabul etti.
Mayıs 1980’de Saydam’la birlikte önce Fransa’nın Lyon kentine gittik. Benim, daha önce telefonda konuşup randevu aldığım şirketin sahibiyle buluştuk. Bizi çok iyi ağırladı. Yanımızda götürdüğümüz kataloglara baktı. Elemanlarıyla değerlendirme yaptı. Ve hemen orada ilk siparişleri verdi!
Neşeli bir havada İngiltere’nin London ve Leeds kentlerine gittik. Orada da, daha önce randevu aldığım şirketlerin sahipleriyle buluştuk. Onlar da bizi çok iyi karşılaştılar. Onlarla yaptığımız görüşmeler sonucu da siparişler aldık.
Bir haftalık Avrupa gezimiz bitmiş, Bursa’ya dönmüştük.
Hızla, ihracat siparişlerini öne alıp üretime başladık. Temmuz 1980’de Fransa ve İngiltere’ye ilk ihracatlarımızı gerçekleştirdik.
Başta Patron Saydam, hepimiz mutluyduk.
Artık, uzun süredir kafamda duran projeyi gerçekleştirme zamanı gelmişti.
Bu projem neydi, anlatayım.
Fabrikamız tek vardiya çalışıyordu. Toplam işçi, usta, ustabaşı, teknisyen ve yönetici sayımız, benimle beraber 84’dü.
Fabrikanın yemekhanesi yoktu! İşçiler, evden getirdikleri yiyecekleri öğle paydosunda, fabrikayı çevreleyen çimenlere oturarak yemekteydi. Görmüştüm, çoğunlukla yedikleri patates, makarna, börek, domates, ekmek, peynir, zeytindi.
Ben öğle vakti, ya arabama atlayıp on dakikada eve gidiyor, yemeğimi yiyip dönüyor, ya da sefertasında evden getirdiğim ev yemeğini yiyordum.
İşçilerimiz iyi beslenmiyordu. Ancak bundan şikâyet eden de yoktu!
Fabrikanın içinde yemekhane olmaya çok uygun boş, geniş bir salon vardı.
Hiç kimseye bir şey söylemeden harekete geçtim. 1980 Temmuz’un ortasında, Bursa’da mutfak kuran en büyük iki şirketin adresini bulup onlarla iletişim kurdum.
Bursa’da büyük fabrikalarda mutfak kurmuş bu şirketlerin yetkililerini ayrı ayrı fabrikaya davet ettim. Geldiler, ölçtüler, biçtiler, benden diğer gerekli bilgileri alıp bir oturumda yüz kişiye yemek verecek bir mutfak kurma tekliflerini hazırlayıp getirdiler. Kuşkusuz en önemli faktör yapılacak yatırımın parasal tutarıydı. Her bakımdan yaptığı teklif uygun olan şirket ile anlaşmaya oturdum. Ödenecek toplam para oldukça yüksekti. İlk üç ayı ödemesiz, üç ay taksitle, üç senetle ödemeyi kabul ettirdim. Senetleri imzalayıp verdim. En modern mutfak makineleri, fırın, buzdolabı, araç ve gereçlerle projeyi altı hafta içinde bitirme sözünü yazılı olarak aldım.
Şimdi tüm sorun, bu altı haftayı fabrikada hiç kimseye duyurmadan atlatabilmekti. Özellikle Patron Saydam’ın haber almasını mutlaka önlemeliydim, çünkü böyle bir yatırıma asla olur vermeyeceğini çok iyi öğrenmiştim!
Patron Saydam, ‘eski fabrika’ dediği iş yerinde yıllarca çalışmış güvendiği iki ustasını bu yeni fabrikaya göndermişti. Muharrem Şengül ve Nevzat Şengezer adlı bu elemanlarımız, Patron Saydam’ın fabrikadaki “gözü-kulağıydı”! Yetenekli, deneyimli ve çok çalışkan olan bu iki elemanımız, Patron Saydam’ın özel ajanlarıydı!
Değerli Dostlar,
Muharrem Şengül ve Nevzat Şengezer’i odama çağırdım. Yemekhane konusunu olduğu gibi anlattım. İnanamadılar, çok sevindiler! Onlardan bir ricada bulundum:
“Saydam Bey’e bir sürpriz yapacağım! Ama o güne kadar yemekhaneden haberi olmaması gerekiyor. Bana söz verin, Saydam Bey’e hiçbir şey söylemeyeceksiniz!” Yemin edip söz verdiler.
Hemen sonra, fabrikaya benim aldığım, çok güvendiğim üç dokuma ustasını; Necmi Oruç, Rüştü Taş ve Mustafa Küçük’ü odama çağırdım. Yemekhane konusunu anlattım. Çok sevindiler. Şimdilik bu konunun duyulmasını istemediğimi anlatıp eğer içeride bununla ilgili bir söylenti duyarlarsa hemen bana haber vermelerini istedim.
1980 Ağustos’un ortasında, mutfağı kuracak olan şirket, tüm makineler, araç, gereç ve elemanlarıyla fabrikaya geldiler. Yemekhane olarak ayırdığımız salonda montaja başladılar.
Artık her şey açığa çıkmıştı. İşçiler konuyu öğrenmişler çok sevinçliydiler. Yanıma gelip teşekkür ediyorlardı…
Sıra konuyu Patron Saydam’a anlatmaya gelmişti.
Kapalıçarşı ağzındaki yazıhanesine gittim. Yemekhane olayını baştan sona tüm ayrıntılarıyla anlattım.
Selahattin Saydam hiç kimseye bağırmaz, çağırmaz, kötü söz söylemezdi. Nazikti. Hep alçak sesle konuşurdu. Çok kızdığında, yüzü kızarır, başı çok hafif sola-sağa titremeye başlardı…
Beni dinledikten sonra Saydam’ın yüzü kızardı, başı sola-sağa hafif hafif titredi. Sakinleştikten sonra, alçak bir sesle konuşmaya başladı:
- “Bursa’nın en güzel semti Çekirge’de, çok güzel manzaralı, 150 metre kare, üç oda bir salon, modern bir daire satılık. Şimdi, hemen seninle beraber gidip orayı sana alalım!”
Benim anlattıklarımla onun yaptığı teklif arasında bir ilişki göremedim, şaşkınlıkla cevap verdim:
- “Benim öyle bir daireyi alacak param henüz yok!”
Patron Saydam, söylediklerine açıklık getirdi:
- “Senden para isteyen yok! O daireyi sana bir ikramiye olarak, bir hediye olarak vereceğim! Yalnız bir şartım var! Hemen bu yemekhane işini iptal edeceksin!”
İşin rengi belli olmuştu. Kısa cevap verdim:
- “Saydam Bey, yemekhanenin iptali söz konusu olamaz! Firmaya ödemeyi üç senetle yaptım. Firma elemanları fabrikamıza geldi, mutfağın montajına başladılar bile! On güne kadar yemekhaneyi açmış olacağız!”
Buz gibi bir sesle Patron Saydam konuşmamızı sonlandırdı:
- “Yapacak çok işim var, gidebilirsin!”
Uludağ otellerinde çalışmış, Çelik Palas Otel’den deneyimli Aşçıbaşımız İbrahim Usta ile konuştum. 30 Ağustos 1980 Cumartesi günü yemekhanemizi açacak, ilk yemeği çalışanlarımıza verecektik.
Bir gün öncesinden Patron Saydam’ın yazıhanesine gittim. Yemekhanenin açılışına, ilk yemeğe davet ettim. “Olur” dedi.
30 Ağustos 1980 Cumartesi günü yemekhanemiz öğle yemeğine hazırdı. İşçi arkadaşlar erkenden gelip masalara oturmuşlardı. Arkadaşlar, Patron Saydam ve bana ayrı bir masa hazırlamışlardı.
Herkes çok heyecanlıydı. Patron Saydam geldi, kendisini ayakta karşıladım. Gözleri merakla bizde olan çalışanlarımıza çok kısa bir konuşma yaptım. Selahattin Saydam Bey’e hepimiz adına teşekkür edip oturdum. Saydam Bey ayağa kalktı, kısa bir konuşma da o yaptı. Tekstil piyasasında rekabetin arttığını, çok çalışmamız gerektiğini vurguladı. “Afiyet olsun!” deyip, alkışlar arasında oturdu.
Değerli Dostlar,
Patron Saydam, kendisine rağmen bir yemekhane kurmuş olmamı hiçbir zaman içine sindiremeyecekti. Bunu çok iyi biliyordum. Bir gün benden bunun hesabını mutlaka soracaktı!
Hesaplaşma günü gelmeden, benim yapacağım çok önemli bir uygulama daha vardı!
Fabrikamız işçileri sendikalı değildi. Fabrikaya sendikayı sokmamakta Patron Saydam çok kararlıydı.
Ben de kararlıydım: Çalışanların iş güvencesini, geleceğini bir kişinin dudakları arasından çıkacak sözlere bırakamazdım! İşçiler ancak sendikalı olursa güvende olabileceklerdi.
Merinos’tan tanıdığım, Teksif Sendikası Bursa Şube Başkanı Kadir Burhan’la fabrika dışında buluştum. Saydam Tekstil AŞ’nin fabrika işçilerinin sendikalı olmasını istediğimi bildirdim. Acele etmesini istedim. Fabrikadan güvendiğim bazı kişileri sendikanın bürosuna göndereceğimi, oturup etkili bir plan yapmalarını söyledim.
Birkaç gün içinde Kadir Burhan, fabrikamız işçilerini sessiz sedasız örgütleyip sendikanın bürosunda, noter gözetiminde, sendika üyesi yapmaya başladı.
Kadir Burhan, fabrikamızda resmen sendikalı işçilerin çoğunluğu sağladığını, bu durumu Patron Saydam’a tebliğ edeceğini bildirdi. Hemen görüşmesini, sonucu bana da bildirmesini istedim.
29 Ekim 1980 Çarşamba günü, fabrikamız işçileri resmen sendikalı oldu.
Kadir Burhan’ın anlattığına göre Patron Saydam bu gelişmeyi sakin karşılamış, tek bir soru sormuş: “Bundan fabrika müdürümüz Yılmaz Bey’in haberi var mıydı?”.
Kadir Burhan da hiç çekinmeden şu cevabı vermiş: “Bu oluşumu baştan beri planlayan Yılmaz Bey’in kendisiydi!”
Patron Saydam haber gönderdi, beni yazıhanesinde bekliyormuş. Gittim. Gergindi. Hemen söze girdi, şunu söyledi:
- “Sanırım çok yakında sen, beni fabrikaya da sokmayacaksın!”
Kısa cevap verdim:
- “Fabrika sizin! İstediğiniz zaman gelip gidersiniz. Siz, istediğiniz zaman benim işime son verebilirsiniz!”
Bu konuşmamızdan sonra günler, haftalar geçiyor Patron Saydam sanki hiçbir olumsuzluk yaşanmamış gibi davranıyor, düzenli olarak benden üretim ve ihracatla ilgili bilgiler alıyordu.
Patron Saydam’ın, benim yerime birini aramakta olduğunu öğrendim.
02 Ocak 1981 günü, bir elemanımla, yazılı istifamı Patron Saydam’a gönderdim. Telefonla aradı, bir ay kadar daha devam etmemi istedi, o zaman kadar yerime birini bulabileceğini söyledi.
Bursa’da büyük fabrikalardan iş teklifi aldığımı, iki haftaya kadar ayrılmak zorunda olduğunu söyledim.
12 Ocak 1981 günü, Saydam Tekstil AŞ’den ayrıldım.
O günden sonra Selahattin Saydam ile bir daha yüz yüze gelmedik…
Değerli Dostlar,
2018 yılında bir gün gazetede okudum. Saydam Tekstil AŞ, Konkordato ilan etmiş. Alacaklıları toplantıya çağırmış!
Çok üzüldüm…