Mescit, İslam mabedine verilen addır. Secde edilen yer demektir. Mescit illa ki bir bina demek değildir. Secde edilen açık arazi de İslam’a göre mescittir. Nitekim Mekke’ye 9 mil kadar uzakta bulunan Ci’rane bölgesindeki bir araziye de mescit denilmekte ve hatta Uzaktaki Mescid anlamında Mescid-i Aksa tabiri kullanılmaktaydı. Hazreti Muhammed’in isra / gece yürüyüşü için bahsettiğimiz bu mescide gittiği bilinmektedir. Kur’’an’daki Mescid-i Aksa’nın Kudüs’teki malum cami ile bir ilgisi yoktur. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için İlahiyatçı İsrafil Balcı’nın; İsra ve Miraç Gerçeği adlı çalışmasına bakılabilir.

İslam öncesi dönemde müşrik Arapların da mescit deyimini kullandığı kimi Kur’an sözlerinden anlaşılmaktadır. Bir başka ifadeyle mescit sözü İslam ile birlikte doğmuş bir sözcük değildir. Cami sözü ise genelde Cuma mescitlerine verilen bir ad olarak bilinmektedir. Nitekim cami sözü “toplayan, toplayıcı” demektir. Tarihsel süreçte cami sözünün daha fazla öne çıktığı görülmektedir. Oysa Kur’an’da cami sözü, ibadethane anlamında kullanılmaz. Bu konuya başkaca yazılarımızda daha ayrıntılı olarak değindik.

İslam tarihinin en önemli olaylarından biri “Mescid-i Dırar” olayıdır. Mescid-i dırar, adı üzerinde bir mescittir. Yani bugünün deyimiyle bir camidir. Ama o öyle bir camidir ki bizzat Hazreti Muhammed tarafından yıktırılmış ve yaktırılmıştır. Belki de tarihte cami yıktırma ve yaktırma işini ilk kez Hazreti Muhammed yapmıştır. Evet, İslam tarihi bağlamında söylersek elbette ki Hazreti Muhammed bu işin öncüsüdür.

Mescid-i Dırar tamlaması Farsça bir tamlamadır. Arapça ifadesiyle “Mescidü’d-Dırâr” şeklinde nitelenen bu mescit için İbn Hişam (es- Sire, IV, 529-530) ve Taberi (Cami’ul- beyan, XI, 17-26) gibi bazı kaynaklarda “Mescidü’ş- Şikak” ve “Mescidü’n- Nifak” da denilmektedir. Bu ifadeler, sırasıyla BÖLÜCÜLÜK MESCİDİ ve münafıklık mescidi anlamına gelmektedir.

Kur’an’da konuya ilişkin son derece aydınlatıcı ve açık anlatımlar bulunuyor. Öncelikle “dırar” sözcüğünün Türkçesinin “zarar veren”, “sakıncalı” demek olduğunu belirtelim ve “Mescid-i Dırar” tamlamasının da Zararlı Mescit / Zararlı Cami anlamına geldiğini açıklayalım.

Mescitten yani camiden zarar gelir mi?

Zararlı mescit / cami olur mu?

Kur’an bu sorulara evet diyerek yanıt veriyor.

Zira “Mescid-i Dırar” ifadesi doğrudan doğruya Kur’an’a ait bir ifade.

İlgili Kur’an sözlerine / ayetlere bakalım:

Zarar vermek, inkâr etmek, inananların arasını ayırmak, Allah ve elçisine karşı daha önce savaşmış olan kişiye gözcülük yapmak üzere bir mescit / cami kurup; “Biz sadece iyilik yapmak istedik,” diye yemin edenler vardır. Onların yalancı olduklarına kuşkusuz ki, Allah tanıktır.

Böyle bir mescitte / camide sakın namaza durma. Daha ilk gününde Allah’tan sakınma üzerine kurulan bir mescit / cami, içinde namaza durman için çok daha uygundur. O mescitte temizlenmek arzusu taşıyan erler vardır. Kuşkusuz, Allah, temizlenenleri sever.

Yapısını Allah’tan korku ve rıza üzerine kuran mı hayırlıdır, yoksa yapısını bir uçurumun kenarına kurup onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı? Kuşkusuz, Allah, zalimler topluluğunu doğru yola ulaştırmaz.

Yaptıkları bina, kalpleri parçalanıncaya dek yüreklerinde bir kuşku olarak kalacaktır. Elbette ki, Allah, gereğince bilendir ve erdemli bilginin kaynağıdır. (Uyarı Bölümü 107- 108- 109- 110. Sözleri / Berae Suresi 107 – 108- 109- 110. Ayetleri)

Yukarıda Türkçesini verdiğimiz Kur’an sözlerinin ilkinde Arapça olarak “mesciden dırâran” ifadesi geçmektedir ki bu ifade Farsça mescid-i dırar tanımlamasının Arap dili kuralları gereği cümle içinde aldığı bir haldir.

Anlıyoruz ki her mescit İslamî değildir. Adı mescit yahut cami olsa da bazı binalar İslam’a aykırıdır. Nitekim Kur’an böylesi mescitleri zararlı diye niteliyor.

Peki, hangi mescit zararlıdır, hangi mescit İslamî’dir?

Kur’an’da İslam mescitleri “mesacidullah” olarak niteleniyor. Mesacidullah, Allah’ın mescitleri demektir.

Bu ifade yine Uyarı Bölümü / Berae Suresi 18. Sözde / 18. Ayette şöyle geçmektedir:

Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, içtenlikle ibadet eden, yoksulun hakkı olanı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler onarır ve ziyaret eder. Doğru yola ermiş olmaları umulanlar işte bunlardır.

Gerek mescid-i dırar gerekse mesacidullah kavramlarının geçtiği Kur’an sözlerinin vahyediliş nedenleri klasik Kur’an yorumu kitaplarında uzun uzadıya anlatılmaktadır.

Kısaca değineceğiz ama bilinmelidir ki söz konusu Kur’an sözlerinin taşıdığı anlam yalnızca peygamber döneminde yaşanmış ve Kur’an yorumu kitaplarında ele alınan olaylara özgülenemez. Söz konusu Kur’an sözlerinin içerdiği anlam ve taşıdığı ileti bütün bir İslam tarihi ve günümüz İslam dünyası ile de ilintilidir. İlgili Kur’an sözlerindeki güncel anlamlara daha da yoğun bir biçimde değinmek durumundayız ki bugünün mescid-i dırar’larını saptayabilelim ve o mekânlardan uzak durmayı peygamber sünneti ve Kur’anî bir tutum olarak sürdürebilelim.

Öncelikle belleğimizi yenilemek adına, andığımız Kur’an sözlerinin vahyediliş nedenlerine kısaca bakalım:

Öncelikle 18. Sözü ele alalım…

Müşrik Arapların Kabe’nin bakımı ve çeşitli mescitlerin inşası için çaba gösterdikleri tarihsel bir gerçektir. Bu Kur’an sözünde; onların bu çabalarının hiçbir anlamı olmadığı zira Allah’ın birliğine ve ahirete imanları olmayanların, içtenlikle ibadet edip yoksulun hakkı olanı vermeyenlerin ve Allah’tan sakınmayanların eylemlerinin değersiz olduğu ifade edilmektedir.

Allah’ın mescitlerini Allah’a, ahiret gününe içtenlikle inanıp içtenlikle ibadet eden, yoksulun hakkı olanı veren ve Allah’tan gereğince sakınanların onarabileceği ve ziyaret edebileceği dile getirilmekte ve müşriklerin Allah’ın mescitlerini ziyaret etmeleri bir tür yasaklanmaktadır. Bir önceki Kur’an sözü ile birlikte değerlendirildiğinde 18. Sözdeki anlam daha açık bir biçimde anlaşılmaktadır. 17. Sözün anlamı şöyledir:

Allah’a ortak koşanların, kendi inkârlarına kendileri tanık iken, Allah’ın mescitlerini onarmaları veya ziyaret etmeleri olacak iş değildir. Onların yaptıkları boşa gitmiştir. Onlar ateşte sürekli kalacaklardır.

Şimdi de 107’den 110. Sözlere değin konu edilen olayı aktaralım:

Münafıklar İslâmiyet’in Medine’de güçlenerek yayılmasından rahatsız oluyor ve bu gelişmeyi önleyemedikleri için hayıflanıyorlardı. Ancak bu sırada içlerinden Amir oğlu Vedîa onları teselli edebilecek bir haber verdi. Vedîa’ya Câhiliye devrinde Hıristiyan olan ve o sırada Suriye’de bulunan Ebû Amir er-Râhib’den bir mektup gelmişti.

Ebû Âmir münafıkların lideri Abdullah b. Übey b. Selûl’ün yakın akrabasıydı. Müslümanlara karşı hilelerinden dolayı Tanrı elçisi Hazreti Muhammed’in “Ebû Âmir el-Fâsık” dediği bu kişi Bedir Gazvesi’ne müşriklerle beraber katılmış, Uhud’da da müşriklerin safında yer almış, Medineli hemşehrilerini tahrik ederek onları yanına çekmek istemişse de başarılı olamamıştı. Daha sonraki savaşlarda Müslümanlara karşı olumsuz tavrını sürdürmüş, Mekke fethedildikten sonra Tâif’e sığınmış, Huneyn (Hevâzin) Gazvesi’nden ve Tâif Seferi’nin ardından burada duramayarak Suriye’ye gitmişti. Giderken de münafıklara işlerini görüşebilecekleri bir mescit yapmaları ve güçlerinin yettiği kadar silâh ve mühimmat toplamaları için haber yollamış, kendisinin Bizans makamlarına gidip oradan asker getireceğini ve Muhammed’le ashabını Medine’den çıkaracağını bildirmişti.

Ebû Amir mektubunda Bizans valisiyle görüştüğünü, kendileri destek olurlarsa Bizanslılar’ı Medine’yi kuşatmaya ikna edebileceğini söylüyordu. Münafıkların bu konuyu görüşebilmeleri için dikkat çekmeyecek bir mekâna ihtiyaçları vardı. Vedîa bu mekânın nasıl yapılacağı konusunda bir öneride bulundu. Buna göre bir mescid inşa edip cemaate devam etmeyi kolaylaştırdıkları izlenimi uyandıracaklar, böylece hem Mescid-i Nebevî ile Mescid-i Kubâ cemaati arasında bir BÖLÜNME çıkarmış olacaklar, hem de Ebû Âmir ile gizlice görüşebilecekleri bir mekâna kavuşmuş olacaklardı. Vedîa’nın önerisinin kabul edilmesinin ardından münafıklar hızlı bir biçimde Kubâ’da bir mescit yaptılar.

Hazreti Peygamber, Medine dışında Zûevan denilen yerde Tebük Seferi’nin son hazırlıklarıyla meşgulken münafıklardan beş kişilik bir heyet gelip yağmurlu ve soğuk kış gecelerinde hasta ve özürlü olanların namaz kılması için bir mescit inşa ettiklerini ve kendilerine namaz kıldırarak burayı ibadete açmasını istediler. Tanrı elçisi Muhammed, sefere çıkmakta olduğunu, dönüşte orada namaz kıldırabileceğini söyledi. Sefer dönüşü ordusuyla birlikte Zûevan’da konakladığında bazı münafıklar gelip Hazreti Peygamber’i mescitlerine götürerek namaz kıldırmak istediler. Bu sırada mescit ve onu yapanların niyetleri hakkındaki Kur’an sözleri vahyedildi. Bu sözlerde mescidi inşa edenlerin niyetlerinin müminlere zarar vermek, hakkı inkâr etmek, müminlerin arasına BÖLÜCÜLÜK sokmak ve daha önce Allah ve elçisine karşı savaşmış olan bir kişiyi (Ebû Âmir er-Râhib) beklemek olduğu belirtiliyor, bunların, amaçlarının iyilik olduğuna ilişkin yemin bile edebilecekleri, halbuki yalancı oldukları vurgulanıyor, Hazreti Peygamber’e Mescid-i Dırâr’da asla namaza durmaması, buna karşılık takvâ üzerine kurulmuş mescitte (Mescid-i Kubâ veya Mescid-i Nebevî) namaz kılmasının daha uygun olacağı bildiriliyordu. Bunun üzerine Tanrı elçisi, Medine’ye ulaşınca sahabeden Âsım ile Mâlik’e mescidi yıkmaları için emir verdi. Âsım ve Mâlik yatsı vakti sıralarında Mescid-i Dırâr’ı yaktı. Çıkmamakta direnen Câriye oğlu Zeyd’in vücudunun bir kısmının yandığı söylenir. Münafıklar ertesi sabah mescidin yıkılmış olduğunu görünce Allah’ın, sırlarını ifşa ettiğini ve gizledikleri gerçek amacın Peygamber’e bildirildiğini anladılar.

İşte Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’nden kimi ifadelerde küçük değişikler yaparak aktardığım Mescid-i Dırar’ın yani Bölücülük Mescidi’nin öyküsü böyle.

Şimdi soralım:

Acaba o günden sonra ve İslam tarihi boyunca münafıklar başka Mescid-i Dırar’lar yaptılar mı?

Günümüzde de böylesi mescitler / camiler var mı?

Mescid-i Dırar’ın en önemli özelliği bölücü bir mescit olmasıdır. Bu nedenle de zaten ondan bahsederken aynı zamanda BÖLÜCÜLÜK MESCİDİ diye de bahsedildiğini yazmıştık.

Elbette başka özellikleri de var. Mescid-i Dırar’ın özelliklerini alt alta sıraladığımızda bugünkü bazı mescitlerin / camilerin ne durumda olduğunu yani Mesacidullah mı yoksa Mescid-i Dırar mı olduklarını saptamak mümkün olabilecektir.

Öncelikle saptayalım ki bu mescid, münafıklar yani gerçekte mümin olmayanlar tarafından kurulmuştur. Dil ile mümin olduğunu söylediği halde kalp ile iman etmeyenlere münafık denilir.

Bu mescidin temelinde riya vardır. Riya, gösteriş demektir.

Bu mescitte amaç Hakk’a ibadet değil nifaka yani bölücülüğe hizmettir.

Bu mescit, İslam peygamberinin irade ve isteği dışında güya bir İslam mabedi olma iddiasındadır.

Bu mescit, Medine Devleti’ne karşı o devletin içinde doğrudan doğruya Hazreti Muhammed’e muhalefet ve düşmanlık etmek için kurulmuştur.

Atatürk’ün kurduğu devlette, Atatürk’e düşmanlık eden vaazların verildiği, hutbelerin okunduğu bir kısım camilere ne çok benziyor değil mi bu Mescid-i Dırar?!