Toplumların yaşamında olağanüstü olaylar vardır. Deprem, sel, savaş, salgın hastalıklar bu türdendir.
Olağanüstü durumlarda insanların dayanışma duygularının yüksek olması gerekir. Acılar, ancak bu duygularla paylaşılır, hafifletilir.
Memleketimizde epidemi nedeniyle yaşanan durum, devlet ile halkın el ele vermesini, darlık ve zararın ortaklaşa giderilmesini gerektiriyor. Uygulama ve yaşananlar, bunun yapılmadığını gösteriyor.
Hükümet, yaşanan olağanüstü duruma rağmen partizan anlayıştan vaz geçmiyor. Olağan zamanlarda yaptığını, bugünlerde de tekrarlıyor. Epidemiyi fırsat, fırsatı ganimet biliyor.
Tarım ve ziraatın dibe vurduğu; sanayi yokluğu nedeniyle kentlerde işsizliğin zirve yaptığı bir dönemde; aile geçindirmek sorumluluğundaki bir çalışana 2230 liralık asgari ücret reva görülüyor. Buna karşın Cumhurbaşkanı maaşı 35, milletvekili maaşı 12 asgari ücret tutarında olabiliyor. Bu yetmezmiş gibi; partili atanmışların maaşları 60 ile 220 bin lira olarak takdir ediliyor.
Demek ki maaş ve ücretler konusunda da serbest piyasa kuralları işletiliyor.
İmam yellenirse, cemaatın ne yapacağını atalar söylemiştir.
Türkiye esnafı da atasözünün gereğini ispat ediyor. Örneğin; gazeteler manşet atıyor:
“Berberler %40 zamla açıldı.”
“AVM’ler kuyrukla açıldı.”
“Tarım Kredi Kooperatifler Merkez Birliği, maaşları ticari sır saydı.”
Buna karşın;
“65 yaş üstü adam, izin günüde bile ekmek parası için ayakkabı boyadı.”
Ücretli, yılda bir kez; oda lütuf olarak%4-6 oranında ancak zam alabildi.
“Ankara valiliği Büyükşehir Beledi Başkanlığına yapılan yardımların iadesini istedi.”
Bu haberler üzerine düşündüm: Fırsatçılıkta Hükümet mi esnafı etkiliyor? Yoksa esnaf mı hükümeti örnek alıyor?
Partizanlığın tavan yaptığı bugünlerde, iktidar partisine mensup belediye, vakıf ve cemiyetlerin yardım toplaması serbest bırakılırken; muhalif belediye ve kurumların aynı şekilde yardım alıp yoksullarla dayanışması engelleniyor. Fırsatçılığın dayanılmaz hafifliği sergileniyor!
Vahşi kapitalizm böyle bir şey midir?
Avrupa’dan gidip Amerika kıtasını ele geçirenlerin Kızıl derilileri yok ederek, Neo-Con anlayışla vahşileşmeleri; fırsatçılığın başlangıcı mıydı?
Özellikle az gelişmiş toplumlar; vahşi kazançla zenginleşenlere özenerek; insanlıktan uzaklaşıyor. İnsani erdem ve onuru ayaklar altına alınarak varsıllamaya çalışıyor. Bu nedenle her türlü fırsatçılığı ve insafsızlığı mübah görüyor!
Hani insanın, Allah’ın gücü yarattıklarına yetmiyor diyesi geliyor!Mağdurun daha mağdur; mağrurun daha mağrur olması engellenemiyor! Zamane doymaz fırsatçıları, fravunlara rahmet okutuyor!
Fırsatı ganimet sayan, partizanlıkla yetim hakkını yiyen; yapay sorunlar yaratarak kanlar üzerinden kaşaneler kuran yönetim ve yönetici, zalimlikler nedeniyle Ad kavmi veya Lut toplumunda olduğu gibi günahsızların yok edilmesine neden oluyor!
Himmete muhtaç insanların güçlünün koyduğu sandıkla demokrasi, hak ve hukuk üstünlüğü, vicdan ve fikir özgürlüğü gerçekleştirmesi oyunu oynanıyor.
Yönettiği insanların yüzlerce katı gelir edinenler yönetici olduğu sürece; eşitlik ve hukuk olmayacağı kaç kez ispat edilecektir; bilen varsa söylesin!
ULUSAL GÜNLERİ YOK SAYMA VE MAĞDURİYET FIRSATÇILIĞI
Laik Cumhuriyet rejimini yok etme stratejisi üzerine kurulu “siyasi islam” siyaseti, bu amaçla da fırsatçılık yapıyor.
Başlangıç, her ulusal bayram törenlerine katılmamak için hastalanma mazeretleri ortaya konuyordu.
Ardından, bugün itibarıyla günah keçisi yapılan FETÖ eliyle ortaya konan “Kutsal Doğum Haftası” oldu. Hıristiyanların Hz. İsa doğumunu kutlamasına nazireyle; Hz. Muhammed (as) doğum haftası kutlamaadeti var edildi. İslam’ın Hicri Takvimi’ne göre günler ve haftalar döner. Örneğin Kurban Bayramı, her yıl farklı miladi takvim gününe rast gelir.
FETÖ’lü AKP, Hicri Takvim gerçeğini hiçe saydı. 23 Nisan öncesi haftayı, Kutlu Doğum Haftası ilan etti.Artık her yıl Kutlu Doğum kutlama gerekçesiyle 23 Nisan Ulusal Bayram gündemden düşürüldü. Taaaa “Allah’ın lütfu” olan 15 Temmuz’a kadar uygulama sürdü.
Bu kez de “pandemi” bahane ediliyor. Salgın nedeniyle dışarı çıkma yasağı, özellikle bu bayram günlerini de içerecek şekilde kısıtlama şekline konmaya başlandı.
Günümüz Cumhurbaşkanına her “gözü üstünde kaş var” diyen sigaya çekilirken; Düveli Muazzama karşısında Türkiye vatanını kurtaran ve kuran Atatürk’e aleni hakaretlere seyirci duruluyor. Hükümet ve savcıların hoş görüsü; adeta özendirici oluyor.
İktidar veya iktidar partisi mensupları kendinden olmayan herkese ağzına gelen hakareti ve tehdit savuruyor. Ama aynı sözcüklerle verilen cevaplar olursa savcılar harekete geçiyor.
Muvazalı referandum ve seçimler ile anayasal statükonun tağyir ve tadil edilmesi olağanlaştı. Ama yönetime aykırı muhalefet günahkar ediliyor.
Buna ve 18 yıllık iktidar gücüne rağmen; yönetenler mağduriyet söyleminde geri durmuyor; darbe yapılacak diyerek yetersizliğine mazeret yaratılıyor!
Anadolu’da söylenen “hain hoflu olur” atasözü haklı çıkarılıyor.
Sanki 80 darbesi ile 28 Şubat, E Muhtıra ve 15 Temmuz ilekendileri parsa toplamamış da başkalarının ekmeğine yağ sürülmüş gibi; mağduriyet demagoji yapılıyor.
1960’dan beri muhalefet her iktidara yakınlaştıkça; bir darbe ile iktidardakilere mağduriyet edebiyatı yapma olanağı verildiği gözden kaçırıldığı sanılıyor!
Vahşi Neo-Con’luğun post modern şekli olsa gerek.
13.5.2020