Değerli okurlarım,
Bugün bir kez daha Türkiye’de basın emekçisinin kaderinin değişmediğine tanık oldum. Sevgili dostum Cemil Kılıç ile birlikte KRT televizyonunda aylardır maaşlarını alamayan basın işçilerinin direnişine destek verdik. Evet, yanlış okumadınız: 2025 yılının Türkiye’sinde bir grup gazeteci, hak ettiği emeğin karşılığını alabilmek için grev yapmak zorunda bırakılmış durumda. İşte Türkiye’nin medya gerçeği budur.
Kapıda Handan ve diğer arkadaşlar karşıladı bizi. Yüzlerindeki yorgunluk gözlerinden okunuyordu ama onurları dimdik ayakta duruyordu. Her birinin derdi ortak: Ev kirası nasıl ödenecek? Çocuğun okul masrafı nasıl çıkarılacak? Ulaşım masrafı nereden bulunacak? Kimse ‘fazla’ istemiyor. Kimse ‘lüks’ bir hayat peşinde değil. İstedikleri yalnızca bir emekçinin en doğal hakkı: Alın terinin karşılığı.
Ama bu ülkede o kadar büyük bir sermaye düzeni kurulmuş ki gazetecinin hakkı da, maden işçisinin canı da, öğretmenin itibarı da hiçe sayılıyor. Bugün KRT patronajı bu işçilere reva görülen zulmün simgesiyse, yarın başka bir medya grubunda, başka bir fabrikada aynı senaryo tekrar edecek. Sistem böyle kuruldu çünkü. Patron kazanacak, işçi susacak. Patron zenginleşecek, gazeteci yoksullaşacak. Patron medyası "özgür basın" yalanlarıyla ekranları dolduracak; arka odalarda çalışan basın işçileri kuru ekmeğe talim edecek.
Bana çok tanıdık bu manzara. Yurt Gazetesi’nde de aynısını yaşadık. Aylarca maaşsız çalıştık. Hâlâ alamadığımız haklarımız var. Demek ki sermaye her yerde aynı; vicdansız, insafsız, doymaz... İster Yurt olsun ister KRT; fark etmiyor. Adres değişiyor ama zulmün şekli hep aynı kalıyor.
Bir ülkede gazeteciler bu hale düşürülmüşse, orada demokrasiden de, özgürlükten de, kamu yararından da söz edilemez. Bu sadece bir basın meselesi değil; Türkiye işçi sınıfının tümüne kurulan bir tuzaktır. Çünkü gazeteciye reva görülen bu sömürü, fabrikadaki işçiye de aynen uygulanıyor; üniversitedeki araştırma görevlisine de; hastanedeki hemşireye de… Sermaye sınıfı büyüdükçe, emekçinin payı küçülüyor.
Üstelik gazeteci yalnızca yoksulluğa mahkûm edilmiyor; susturulmak isteniyor. Bugün onlarca gazeteci sırf düşüncesini yazdığı, halka gerçekleri anlatmaya çalıştığı için cezaevlerinde. Gazeteciliği kriminalize eden bu iktidar düzeni, halka haber verme hakkını da gasp ediyor. Patronlar servetini büyütürken, halk gerçeklerden yoksun bırakılıyor.
KRT’deki dostlarımızın direnişi bu nedenle yalnızca maaş değil; bir onur ve sınıf mücadelesidir. Bu direnişe katılan herkes sadece gazetecilik mesleğini değil; Türkiye işçi sınıfının geleceğini de savunuyor. Bunu görmezden gelenler şunu unutmasın: Bu vurdumduymazlık devam ederse sıra size de gelecek. Gazeteciyi ezen sistem, öğretmeni, doktoru, işçiyi de ezmeye devam edecek.
Bu ülkede gazeteciliği itibarsızlaştıranlar, mesleğimizi halktan koparanlar, basın kartlarını yandaşlık belgesi hâline getirenler bu düzenden besleniyor. "Tarafsız basın" palavralarını dillerine dolayanlar, arka planda işçi hakkı gasp eden patronların avukatlığını yapıyor. O yüzden bu mücadele sadece KRT çalışanlarının değil; hepimizin meselesidir.
Bu sermaye düzenine karşı dayanışmayı büyütmek zorundayız. Emekçinin, gazetecinin, işçinin yanında saf tutmak zorundayız. Yoksa sustukça sıra hepimize gelecek.
Bugün KRT direnişindeki bir arkadaşın söylediği o cümle hâlâ kulağımda: "Bazı arkadaşlarımız yol parası bulamadığı için gelemiyorlar.” İşte gazeteciliğin düştüğü yer burası. İşte emeğin düştüğü yer burası. Unutmayalım bugün KRT’de hak gaspı yapılıyor, yarın sizin çalıştığınız kurumlarda da yapılabilir. Benden söylemesi!...