Bağnazlık ve Laik Cumhuriyet düşmanlığı, hayatımızın her kesiminde yüzünü gösteriyor.

Örneğin adamın biri; “vergilerim Anıtkabir’e gitmesin” diye etiket düzenleyip piyasa sürebiliyor (16 Mart- Deniz Zeyrek). Belli kesim de bunu, “düşünce özgürlüğü” kapsamında hem savunuyor hem sahipleniyor! Türkiye’nin kurtarıcısı ve kurucusu olan kişilik sıradanlaştırılarak teokratik gidişin taşları döşeniyor.

Eğer bu densizlik fikir özgürlüğü ise; birinin de çıkıp, örneğin -benim vergilerim saraya gitmesin- dese, aynı şekilde karşılanacak mıdır?

Ben, son genel seçim sırasında bir suç duyurusunda da bulunmuştum. Vergilerimin veya elektrik faturalarıyla tahsil edilen payın TRT’ye ve özellikle RTÜK’e gitmemesini istemiştim. Cumhuriyet Savcılığı, dava konusu bile yapmadı!

Ama Anıtkabir ve Atatürk ile ilgili hakaretleri görebilen bir C. Savcısı halen ortaya çıkmış değil. Anıtkabir ile ilgili giderler; herhangi bir kamu kurumu veya hizmeti ile kıyaslayanlar, hoşgörüyle karşılanıyor!

Bu bir fikir özgürlüğü kabul edilebilir mi?

İnsaf! Eğer varsa.

Atatürk’ün Harp Okulu’na girişinin 121. anma töreninde, TSK’nın disiplin ve geleneklerine aykırı bir davranış sergilendi: Atatürk’ün okul numarası olan 1283 okunduğunda, herkes ayağa kalkıp “içimizde” diye haykırırken, en arkada bir kişi, ayağa bile kalkmadığı görüldü. Bu bir FETÖ yapılanmasının devam ettiğini mi gösteriyordu. Yoksa yeni tip bir FETÖ yapının var edildiğini mi gösteriyor. O TSK ki, bir mensubunun “ben bu yemeği beğenmedim, yemiyorum” demesi bile disiplinsizlik ve ihraç nedenidir.

Atatürk ve Cumhuriyet Devrimlerine hakaret, bir siyasi hareketin açık ilkesi haline gelmiş gibi!

Yemine sadakat gösterilmeyen, gerçek olmayan diplomalarla görev edinilen, gönlünce Anayasa çiğnenilen vb anlayışın olağanlaştığı ortamda; devletin kurucusuna müstehzi bakmak, düşmanlık yapmak da olağanlaştı galiba!

Hem de dünyanın COVİD 19’a karşı bilimsel mücadele geliştirmeye çalıştığı süreçte modernliğe “adavet” (düşmanlık), teokrasiye özlem büyütülerek.

………………………………………………………..

BM virüsle mücadele için yardım yapacağını açıkladığı saate kadar KORONAVİRÜSÜN Türkiye’ye gelmediğini hükümet öne sürüyordu.

Oysa Çin 80849 olayda 3199 ölü, İtalya 24747 olayda 1809 ölü, İran 13938 olayda 724 ölü, G.Kore 8162 olayda 75 ölü, İspanya 7796 olayda 292 ölü, Almanya 5813 olayda 11 ölü, Fransa 4499 olayda 91 ölü, ABD 3326 olayda 63 ölü, İsviçre 2217 olayda 14 ölü, İngiltere 1372 olayda 35 ölü, Norveç 1231 olayda 3 ölü, Hollanda 1135 olayda 20 ölü, İsveç 1024 olayda 3 ölü, Belçika 886 olayda 4 ölü, Danimarka 864 olayda 2 ölü, Avusturya 860 olayda 1 ölü, Japonya 839 olayda 24 ölü, D.P. Gemisi 696 olayda 7 ölü, Yunanistan 331 olayda 4 ölü, Kanada 327 olayda 1 ölü, Avusturalya 300 olayda 5 ölü ve Slovenya 219 olayda 1 ölü vermişti.

Türkiye’ye neden gelmediği ifade edilemiyordu. Büyük Taarruz ile düşmanın denize dökülmesini meleklere bağlayan hurafecilikle mi engellenmişti? Yoksa nefesi kuvvetli şeyhlerle Diyanet’in feraseti mi önlemişti?

21 bin kişinin umreye gitmesine bile izin verilmişti.

Ancak BM’nin yardım açıklamasını takip eden15 Mart gece yarısı “bir vaka tespit edildi” deyiveren Sağlık Bakanı; virüs bulaşan kişi sayısının 18’e çıktığını açıkladı.

Okullar tatil edildi. Cami ve kahveler dışındaki bütün mekanlar ya kapatıldı veya sınırlandı. Toplantılar, kongreler yasaklandı. Toplu yaşamın salgını hızlandıracağı belirtildi. Yurda dönüş veya yurttan ayrılışlar, uçuşlar, maçlarda seyirci bulunması iptal edildi. Özellikle riskli kimselerin evden çıkmamaları, şüpheli durumlarda 14 günlük karantinada olmaları tavsiye edildi. Medya Corona’dan başka konuyu gündeme almaz oldu. Şehitler, İdlib, muhalefeti aşağılama, iktidarı pekiştirme senaryoları, işsizlik, enflasyon gündemden düştü.

Bir şeriat devleti olan Kuveyt bile, 1398 yıldan beri okunmakta olan ezanı; “haydi namaza” yerine, “haydi evde namaza” şeklinde değiştirdi.

Ama ”Cuma namazı” ve kahvelerde pişpirik oynamak, toplu hal sayılmadı. Diyanet İşleri Başkanlığı; Kuveyt kadar akl-ı selim davranamadı! Saltanat uleması gerçekleri gizledi.

Gerekli ve zorunlu önlemlerde gecikmek, yiğitlik sayılır olmalı.

Umreden dönen 21 bin kişiden sadece beş bini kişi iki kentte karantinaya alındı. Diğerleri yok sayılarak ülkeye dağıtıldı. Yurtlardaki öğrenciler, virüslü olup olmadıklarına ve nereye gideceklerine bakılmadan gecenin bir vaktine apar topar dışarı atıldı. Ama yurtlara yerleştirilenler, “bu ahır gibi yerde yaşanmaz” diyerek isyan etti.

Şüpheli hallerde yurttaşın en seri şekilde sağlık kurumlarına ulaşması, tespit yaptırması olanakları yaratılmadı. Sadece imkanları zorlayacak kadar uzak olan “şehir hastaneleri” adres gösterildi!

Dini bütün esnafımız, virüsten faydalanarak ürünlerine bire on zam yaptı, köşe dönme çabasına girdi. Sahipsiz diyarda “eli değneksiz” geziliyordu. “184’den geliyoruz” diyen tüfeyliler saftirik yurttaş kapılarını çalmaya başladı.

Nihayet ölüm olayı ve hasta tanısı konulan sayı 47’ye (sonra 98’e) ulaştığı bir aşamada genel mekanlar kapatılmak zorunda kalındı. Diyanet’in başına taş düştü…

En ilginci; günde 3-5 kez konuşa alışkanlığında olan partili Cumhurbaşkanı kendini özletir oldu.

Ülkeyi uçuran “Cumhur Sistemi” bir virüse pabuç bırakacak değil ya…