İslam dinine en büyük zararı, bu dinin ruhbanları verdiler. İslam’da ruhbanlık olmamasına karşın saray iktidarlarının emrine giren bu özel kıyafetli sözde din adamları Kuran-ı Kerim’e de zincir vurdular. Bu kitabın anlaşılmaması için onun ancak Arapça okunabileceği biçiminde bir yalan ürettiler. Böylece Kuran’ın küresel mesajına da ihanet ettiler.
Düşünebiliyor musunuz?
İstanbul Belediyesi, Mevlana Celaleddin-i Rumi’yi anmak için Şeb-i Arus töreni yapıyor. Burada Türkçe Kuran okunuyor. Ve İslam’ın başına bela olan gerici güruh ayaklanıyor: “Vay, Kuran nasıl olur da Türkçe okunurmuş?”
Sokağa egemen olan, siyaseti yönlendiren, tarikatlarda göbek büyüten yobazlar böyle de İslam’ı temsil ettiği iddiasındaki Diyanet İşleri farklı mı? Hemen ortaya çıkıp bir bildiri yayımlıyor buradaki ruhban takımı. Tamamen safsatadan ibaret olan bu açıklamada deniliyor ki: “…okunan bu tercümelerin Kur'an olarak isimlendirilmesi caiz olmadığı gibi mealin Kur'an yerine okunması da doğru değildir. (…) namazın rüknü olan Kur'an kıraati ancak orijinal lafızlarıyla okunduğunda bu farz yerine getirilmiş olur.”
Şimdi bu yalancı ruhbanlara soruyorum: Kuran-ı Kerim’in neresinde “Namaz ancak Arapça okunan Kuran ile kılınır!” diye yazıyor?
Yok böyle bir şey…
Bu yalanı sizler ve efendileriniz olan sultanlar, Kuran anlaşılmasın, halk da bizim yalanlarımızı Kuran hükmü sansın diye uydurdunuz… İslam dini sizin bu ihanetiniz yüzünden yerlerde sürünür duruma düştü ama siz Allah’tan korkmadan bin üç yüz yıllık yalanı sürdürüyorsunuz…
PUTÇULUĞUN YENİ HALİ
28 Aralık 2018 tarihinde Aydınlık Gazetesi’nde çıkan “Kuran Harflerinde Nokta Yokken Kim Koydurdu Niçin Koydurdu?” başlıklı yazımda, bu Diyanet İşleri Başkanlığı’na cevap vermiştim. Çünkü Diyanet İşleri, İlahiyatçı Prof. Mustafa Öztürk’ü tehdit etmişti. “Kuran’ın sadece içeriği değil şekli de olduğu gibi Allah’tan inmiştir! Şeklini tartışamazsınız!” diyerek...
Yani Arapça yazım ve cümleler de Allah işiydi. Harfleri, kelimeleri, cümleleri kutsaldı. Bir tür putlaştırma olan bu yaklaşım yüzünden Kuran’ın içeriği de şekli de tartışılamıyordu. Kuran tarihi ile ilgili yorumlar din düşmanlığı olarak gösterilip buna kalkışan tarihçiler ve ilahiyatçılar linç ediliyordu.
Cübbeli ve takkeli İslamcı ruhbanlara göre Kuran ancak Arapça okunabilirdi. Ondan bir nokta bile eksik değildi ve bir nokta bile eklenmemişti…
Kendi döneminin bir inanç, kültür, sosyoloji ve hukuk kitabı olan Kuran-ı Kerim’i, eski saray dincileri gibi günümüzün Diyanetçileri de putlaştırıyorlardı. Bunlar, Kuran-ı Kerim’i Arapça ile sınırlayarak halktan kopartıp sadece kendi tekellerine alıyorlardı. Herkesin Arapça öğrenmesi, öğrenenlerin de 1400 sene önceki şartları bilmeden Kuran’ı yorumlaması mümkün olmadığından bu halkçı kitap torbalara konulup duvarlara asılarak insandan uzaklaştırılmıştı. İşte Mustafa Kemal Atatürk o kitabı Türkçe’ye çevirtip halka sunduğu için Kuran putçusu gericiler tarafından düşman ilan edilmişti.
KURAN-I KERİM’E NOKTALARI KATAN KİM?
Şimdi hem diyanet âllamelerine hem de Ehl-i sünnet ve’l Cemaatiz diye övünen ilahiyat profesörlerine soruyorum: Kuran-ı Kerim’in yazıya geçirildiği Halife Ebu Bekir döneminde, harflerde nokta yoktu. Bu işaretleri Kuran’a kim koydurdu ve niçin koydurdu?
Bu işi yaptıran yani harflere noktayı ekleten adam, İslam tarihinde Zalim Haccac diye bilinen kanlı katildir. Haccac, Muhammet ailesinin düşmanı Emevi ailesinin bir yöneticisidir. Emevi padişahı Mervanoğlu Abdülmelik döneminde, onun başbakanı idi. Bu zalim adam on binlerce insanı katlettirdi. Elbette ki bu öldürdüklerinin çoğu Ali yanlılarındandı.
Kuran’ın yazıldığı harflere noktayı onun koydurduğu, en önemli İslam tarihlerinden birisi kabul edilen ve Sünni bir alim olan İbn Kesir tarafından yazılan El-Bidaye ve’n Nihaye’de de yer almaktadır. Türkçe’ye çevrilen bu eserin 9. Cildinin 218. sayfasında, “Mushaflar, onun zamanında noktalandı...” bilgisi bulunmaktadır. Bazı tarihlerde bugünkü harekelerin de Haccac tarafından Kuran’a konulduğunu yazmaktadır.
Bu bilgi, Araştırmacı Yazar Tunay Bayrak’ın Berfin Yayınları’ndan çıkan şu kitabında daha ayrıntılı olarak işlenmiştir: “Mushaf (Bugünkü Kuran) Kuran-ı Kerim midir? /Kuran Tarihine Metin Odaklı Eleştirel Bir Bakış/”
Peki Haccac’ın derdi neydi? Haccac, harflere nokta koydurarak o kelimelerin kendi istediği gibi anlaşılmasını sağladı. Haccac, Hz. Muhammet’in bir numaralı düşmanı Ebu Süfyan soyundan gelme Emevilere hizmet ettiği için onların işine gelmeyen okuyuşları istemiyordu. Kuran’ın Emevi çıkarlarına uymayan bölümlerini önlemek peşindeydi... Bu amaçla yeni Kuran’lar yazdırıp vilayetlere yolladığı da bilinmektedir.
Yani, Diyanetçilerin dediği gibi “Kuran’ın bir noktası bile eksik değildir” veya “Ona bir nokta bile katılmamıştır!” sözü tam bir palavradır. Çünkü sayıları 28’i bulan ve sonradan yok edilen ilk Kuran’larda nokta yoktu.
İLK KURANLAR NİÇİN YAKILDI?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gücü yetiyorsa bütün Sünnilerin en değerli kaynak kabul ettiği Taberi Tarihi’ni de yalanlasın veya yaktırsın... Çünkü orada 3. Halife Osman’ın o dönem elde olan Kuran’ları toplatıp yaktırdığını yazmaktadır. İşte o bölüm: “Hz. Osman bu hali öğrenince mescide gelip minbere çıktı. Hutbe okuyup: ‘...ayrıca da Kuran’ı yaktığımı söylüyorlar. Şundan ötürü yaktım ki onların elindeki Kuran azıcıktı. Ve her kişi: -Benim Kuran’ım sahihtir, doğrudur derdi. Bense bunun üzerine hepsini topladım, düzelttirdim. Halkın eline doğrusunu verdim. Ellerindeki yanlış olanları yaktım...” (Aktaran: Tunay Bayrak...)
Görüyorsunuz, İslam Devleti’ni Emevi Devleti haline getiren; hazineyi ve devlet görevlerini Emevilere veren; bu yanlışlara karşı çıkan Ebu Zer gibi saygın kişilere zulmeden Osman; Ebu Bekir ve Ömer dönemindeki Kuran’ları eksik ve yanlış ilan ediyor; onları yaktırıp daha büyük bir Kuran yazdırtıyor.
Sonra ne olur? Diğer Müslümanlar buna kızarlar... Osman’a karşı hafızların başını çektiği bir ayaklanma çıkar ve onu Kuran yakıcısı (Harik’ül Kuran) diye suçlarlar ve öldürürler. Öyle ki Osman’ı Müslüman mezarlığına bile gömdürmeyip Yahudi mezarlığına defnederler... Sebebi de Osman’ın Kuran’a el atması, eldeki sahih yazmaları yaktırmasıdır.
HACCAC ESKİ KURAN’A DÜŞMAN
Kuran derleme işinde Osman’a karşı çıkanlardan birisi de Hz. Muhammed’in en yakınlarında olan Abdullah bin Mesut’tur. Abdullah bin Mesut, Kuran’ı Hz. Muhammet’en duyarak hıfzeden ve onu kitap haline getiren birisidir. O, elindeki kitabı Osman’a vermemiş; Osman, Peygamber’in sırdaşı olan Abdullah b. Mesut’u dövdürüp kaburgalarını kırdırmıştır. İşte Emevi baş valisi Zalim Haccac, daha sonra da onun derlediği Kuran’ı hedef almıştır. Bu Emevi politikacısı öyle kendinden geçmiştir ki şöyle diyebilmiştir: “Kendi elindeki Kuran’ın Allah katından gönderildiğini iddia eden Abdullah bin Mesud’u cezalandıracak olursam kim bana mani olabilir? Allah’a yemin ederim ki onun elindeki kitab, Arap recezelerinden (şiirlerinden) bir recezedir. Allah, o kitabı Peygamber’e indirmiş değildir.”
Haccac şu tehditte de bulunuyor: “Abdullah bin Mesud’un kıraatine göre Kuran okuyan bir kimseyi görürsem boynunu vurdururum... Onun kıraat şeklini, domuzun kaburga kemiği ile de olsa Kuran’dan kazıyıp sileceğim” (İbn Kesir, s. 214)
Bu Emevi yöneticinin tavrından ve sözlerinden anlaşılıyor ki ilk Kuran’da iktidardaki Emevilerin işine gelmeyen kelimeler veya bölümler bulunmaktaydı; bu da Haccac’ın iktidarını tehdit ediyordu. Bu öfke ile o, Emevilerin işine gelmeyen ilk Kuran’ı yok edebilmek için domuz kemiğine bile yapışacağını söylüyor.
Yarattığı dehşetle herkesi korkutan Haccac dediğini de yapıyor. Kendi düzenlettiği Kuran’ı çoğaltarak ülkenin şehirlerine gönderiyor ve artık bu metin temel alınıyor.
Ama nasıl oluyorsa Hz. Muhammet’e inen Kuran’dan bir nokta bile eksik olmuyor ona bir nokta bile katılmıyor… İşte bu masalı 1300 senedir düşünen Müslümanlara zorla kabul ettiriyorlar.
OSMAN KURAN’INI KİM DERLEDİ?
Halife Ebu Bekr döneminde Kuran’ın Zeyd ibni Sabit başkanlığındaki bir heyet tarafından derlendiği bilgisi doğru değildir. Çünkü Zeyd 612 yılında doğmuştur. İlk Kuran’ın toplandığı 632’de (Yemame Savaşı sonrası) daha 20 yaşındadır.
Bu Zeyd’e Kuran’ı yeniden derleme işini 3. Halife Osman vermiştir. Emevilerle arası iyi olduğu için görev onundur. Yeni bir Kuran derleme işini alan Zeyd, mescide gider oturur... Her tarafa, “Kuran’dan ezberi olanlar gelsinler, yazdırsınlar!” haberi gönderilir. Bunun üzerine Kuran’dan ayet veya sure ezberlemiş Müslümanlar gelirler; “Bunu ben Peygamberden böyle duydum, ezberledim!” derler. İki kişi de buna tanıklık edince, o söylenen sözler yazılır ve yeni Kuran işte böyle toplanır. Elbette ki Emevileri tutanlar da gelip ezberlerindekileri naklederler... Bunlar da Allah kelamı sayılıp kayıt altına alınır. Böylece eskisinden daha büyük bir kitap ortaya çıkar. O kitaba da, İbn Kesir’in aktardığına göre Kuran değil İmam derler... Bu isim, Osman Kuran’ının Hz. Muhammet’e gelen kitap olmadığını göstermeye yeter de artar bile.
Yani, Diyanetçiler ve ilahiyatçılar tarafından söylenen “Kuran ayetleri ilk zamanlar vahiy katipleri tarafından papirüsler, deriler, kemikler üzerine yazılarak saklandı!” görüşü doğru değildir. O dönemden Peygamber’in sakalının, hırkasının, nalınının kaldığı iddia edilip bazı malzemeler gösteriliyor ama Hz. Muhammet çağına ait yazılı bir sure veya ayet gösterilemiyor.
KURAN ANLAŞILMASIN DİYE…
Peki, siyasal dinci AKP’liler ile onların Diyanet’teki militan temsilcileri Kuran-ı Kerim’in Türkçe okunmasını niçin istemiyorlar?
Bunların tek korkusu, Kuran’ın içeriğinin millet tarafından öğrenilmesidir. Kuran’ı kendi dilinden okuyan Müslüman, bu dinin “zalim yöneticilere, soyguncu ve vurgunculara, akıl dışı işlere, millet malının çarçur edilmesine, kadının köleleştirilmesine karşı olduğunu” anlayacak. Ve bizi yönetenlerin Müslümanlığa ters işler yaptığını öğrenerek onlardan uzaklaşacak.
O yüzden milletin başındakiler Kuran-ı Kerim’in ana dilde okunmasını dine aykırı gösterirler ve buna izin vermezler.
Halbuki Kuran’ın ana mesajı bellidir. Kuran, insanlara “anlaşılsın” diye gönderilmiştir. İndiği yer Mekke yani Arabistan olduğu için Araplar anlayabilsin diye Arapça yollanmıştır.
İslam dininin toplumcu özünün anlaşılmasını istemeyen vurguncu-soyguncu takımı ile zalim yöneticiler ve bu yöneticilere hizmet eden imanını çıkarına satmış tipler tarih boyunca bu dinin ana mesajını yok etmek için Arapça’yı kutsal dil ilan edip Türk milletinin Kuran ile gerçekten buluşmasına engel oldular.
Arapları “Kavm-i Necib” ilan ederek tıpkı Yahudilerin kendilerini kutsallaştırması gibi onları kutsayan Türk kökenli Arap uşakları ne yaparlarsa yapsınlar, bu millet kendi dinini kendi dilinde yaşayacaktır.
Devlet hazinesi (Beytülmal) soyulurken susanların, küçük çocuklara tarikat yurtlarında tecavüz edilmesine ses çıkarmayanların, insanlar yoksulluktan intihar ederken görmezden gelenlerin Kuran-ı Kerim’i savunur pozlarında ortaya çıkmaları en büyük riyadır.
İstanbul Belediye Başkanı Sayın İmamoğlu’nu kültür ve inanç konusunda yerli ve milli davranmaktan çekinmediği için tebrik ediyorum.