Metronun kalabalığında kaybolmuş bir hayatın çığlığı, önyargılar ve yoksulluk üzerine bir yolculuk.
Ocak ayının keskin soğuğu Büyükdere Caddesi’ni ve Sanayi metrosunun gri betonlarını iyice belirginleştiriyordu.
Metronun merdivenlerine doğru hızla ilerleyen genç bir kadın, adımlarındaki telaşla kalabalığın alışıldık düzenini bozuyordu. Hareketlerindeki panik, çevresindekileri ürkütüyor, adeta görünmez bir çığlık gibi herkesin dikkatini üzerine topluyordu.
Kadının üzerinde, yılların yorgunluğunu taşıyan, kumaşı tüylü, grimsi bir kaşe kaban vardı. Kabanın altından beliren eski bir ceket ve onun içinde bordo renkli boğazlı bir kazak göze çarpıyordu. Basit görünümüne rağmen bu giysiler ona açıklanamaz bir gizem katıyor; sanki bir şeyleri saklıyormuş hissi yaratıyordu. Bu durum sadece benim değil, çevredeki güvenlik görevlilerinin de dikkatini çekmişti.
Onu izlerken, ürkütücü bir şekilde aklıma yakın zamanda yaşanan terör olayları doluştu. “Ya üzerindeki bir bomba ise?” düşüncesi zihnimi bir anlığına ele geçirdi. Korkunun insan zihnini nasıl hızla önyargılarla doldurduğunu o an derinden hissettim. Gerçeği öğrendiğimde, bu aceleci yargımın ne kadar haksız olduğunu fark ettim ve kendime kızarak mahcubiyet hissettim. Ancak orada bulunan herhangi biri aynı korkuyu yaşayabilirdi; kadının davranışları ve duruşu, bu tür düşünceleri neredeyse kaçınılmaz hale getiriyordu.
Kadının hareketleri giderek daha kontrolsüz hale geliyordu. Güvenlik görevlileri ona doğru yaklaştıkça, o adımlarını hızlandırıyor ve istasyonun köşesindeki asansörlere doğru geri çekiliyordu. Bir şeyden kaçıyor gibiydi ya da belki de bir şeyden saklanmaya çalışıyordu. Ancak bu kaçış, kendini daha çok ele verir bir duruma düşmesine sebep oluyor.
Hava soğuk, merak ise yakıcıydı.
Bu arada bir kadın güvenlik görevlisi de diğer güvenlik görevlilerin yanlarına gelmiş; onlarla hararetli bir tartışmaya girişmişlerdi. Olayı iyice merak etmiştim. İçimdeki dürtüler beni rahat bırakmıyordu. Bir an önce yanlarına giderek ne olup bittiğini öğrenmem gerekiyordu. Mesleki deformasyon mu dersiniz ne derseniz deyin. Sonunda kendi mi tutamayarak meraklı bakışlarla güvenlik görevlilerinin yanına gelmiştim.
Yanlarına yaklaştığımda kadın asansörlerin önünde durmuş güvenlikçilerin diğer güvenlik görevlisi kadınla tartışmalarını ürkek bir ceylan gibi izliyordu.
Güvenlikçi kadın: Diğer güvenlik görevlilerine “ya arkadaşlar görmüyor musunuz kadın çaresiz. Hava soğuk kalacak bir yeri yok. Yazık günah bir haftadır sizinle aynı kavgayı ediyoruz. Bırakın yaa… Size ne zararı var. İBB yetkililerini de aradık. Onlar gelip ilgileneceklerini söylediler” diye dil döküyordu.
Bir süre sonra ikna oldular. Ve kadına bir şey söylemeden geri görevlerinin başlarına gittiler.
Güvenlikçi kadın daha sonra üzerinde hizmet dışı yazan asansörün önünde bekleyen kadının yanına geldi. Ve onunla konuşmaya başladı. Ardından çantasından çıkardığı sandviçi kadına uzattı. Bir pet şişede de su verdi. Bu arada yanlarına iyice yaklaşmıştım. Güvenlikçi kadın bana sert bakışlarla "Ne oldu?" diye sorgular bir şekilde sordu.
Gazeteci olduğumu, yaklaşık yarım saattir onları izlediğimi ve merak ettiğim için “Ne oluyor?” diye sorduğumu söyledim. Güvenlik görevlisi kadın derin bir nefes alarak, “Tamam, gel kardeşim, gel de memleketin ne hale geldiğini gör,” dedi. Ardından yanındaki genç kadına dönerek, “Konuşmak ister misin, Yağmur?” diye sordu.
Yağmur bir yandan elindeki sandviçi ısırıyor, diğer yandan sessizliğini koruyordu. Kısa bir süre sonra elindeki pet şişeden bir yudum su içti ve mahcup bir şekilde, “Abla, abiye ne anlatayım ki? Her şey ortada. Kalacak yerim olmadığından sokaklardayım. Havalar soğuk olduğunda metro daha güvenli olduğu için burada kalıyorum,” dedi.
Güvenlik görevlisi, nazik bir şekilde, “Olsun, yine de söylemek istediğin bir şey varsa anlat. Bak, beyefendi haber yapacak,” dedi. Ben de onaylayarak, “Belki anlattıklarını yetkililer de okur ve size yardımcı olabilirler,” dedim. Bunun üzerine Yağmur derin bir nefes aldı ve gözlerini yere indirerek konuşmaya başladı: “Yok be abi, ileride Sanayi Mahallesi’nde bir konfeksiyonda çalışıyordum. İşyeri kapandı. Başka işlere baktım; evlere temizlik işine falan. Bir iki gündelik iş buldum ama aldığım para mutfak masrafına, elektrik, su, doğalgaz derken yetmedi. Kiramı ödeyemedim. Ev sahibi benden faydalanmaya çalıştı. Karşı çıkınca beni kapının önüne koydu. O gündür bu gündür, yaklaşık üç aydır sokaklardayım. Havalar soğudu mu buraya, Sanayi metrosuna geliyorum. Sağ olsun, abla da burada bana sahip çıkıyor.”
Yağmur, sözlerini bitirdiğinde gözlerini mahcup bir şekilde benden kaçırıp boşluğa baktı. Daha birkaç dakika önce onu canlı bomba sanmış olmanın verdiği mahcubiyet içimi kemiriyordu. “Yağmur kardeşim,” dedim sakin bir sesle, “istersen belediyenin sosyal hizmetleriyle bir de ben konuşayım. Ne dersin?”
Yağmur acı bir tebessümle, “Abi, yardımcı olmuyorlar ki,” dedi. Bunun üzerine güvenlik görevlisi, “Yağmur, bir de abi araştırsın bakalım. Belki bir şeyler çıkar,” diye ekledi. Bu sözler Yağmur’un yüzünde hafif bir güven ve umut kıvılcımı yarattı. “İnşallah, abla,” dedi sessizce. Ardından bana dönerek, “Bu konuşmaları yayınlayacak mısın?” diye sordu.
“Bir faydası olacaksa yayınlayabilirim,” dedim. Yağmur başını hafifçe eğerek onayladı. Oradan ayrılırken aklım hâlâ Yağmur’daydı. Pazartesi günü, ilk işim belediyenin sosyal hizmetleriyle konuşmak olacaktı.