Atatürk’ün talimatıyla 3 Mart 1924’te Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı bir müdürlük olarak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı 9 Temmuz 2018'de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına bağlı bir kurum haline geldi.
Diyanet’in kuruluş amacı ise yüzyıllarca milletin dini duygularını sömüren sahtekâr hocaların yurttaşları yalan ve hurafeleriyle aldatmasını engellemekti. İlk başkanı ise Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi olmuştu. Yurttaşları yıllarca köhnemiş fikirleriyle cehalete sürükleyen din istismarcılarının bilimi günah göstermelerine karşın aydınlanmayı destekleyip hakiki dini insanlara öğretmesi için kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı, artık bugün Türkiye’de en çok tartışılan kurumları arasında.
Anayasanın 136. maddesinde, "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir" hükmü yer almaktadır.
Ne yazık ki Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla kurulan kurumun, bugün kuruluş amaç ve ilkelerinin dışına çıkararak, her geçen gün biraz daha yozlaşarak yurttaşlarımızın örf, adet, gelenek, kültür ve değerlerinden uzak fetvalar vermesi halkın tepkisini ve öfkesini iyice üzerine çekmekte.
Birçok bakanlığın bütçesinden daha büyük bir bütçesi olan Diyanet'in halkın tepkisini çeken fetvaların başlıcaları ise şöyle: "İslâm hukukçularınca bulûğ çağının alt sınırı, erkekler için 12, kızlar için 9 yaş olarak belirlenmiştir" ifadeleri.
Ve yine Diyanet'e bağlı fetva sitesinde Ocak 2016'da "Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü" sorusuna verdiği yanıtta ise "Babanın kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duyması, bu tür bir haramlık oluşturmaz" denilmişti.
Kamuoyundan gelen tepkiler üzerine Diyanet, soruyu ve yanıtı internet sitesinden kaldırmıştı.
8 Mart 2008 Dünya Kadınlar Günü'nde resmî web sitesine feminist kadınlar için "Feminizm, ahlaki ve sosyal bakımdan çok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bir kere, feminizm hareketine 'kapılan' kadın, genel olarak kayıtsız şartsız özgürlük düşüncesiyle aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değerleri hiçe saymaktadır" denilmiş, dolayısıyla “Feminizm ahlaksızlıktır” tespiti yapılmıştı.
Yine kamuoyu tepkisi sonucu, bu fetvada da geri adım atılmıştı.
Yine Diyanet'in ülke gündemini meşgul eden “baldız” fetvası “Baldızıyla zina eden kişinin hanımı boş olur mu” sorusuna karşılık verilen yanıt olarak “baldızla zina yapmanın nikâhı düşürmeyeceği” belirtildi. Yetmedi, eş öldüğünde ya da boşandığında, eşin halası ya da teyzesiyle de nikahlanacağı…
Daha bunun gibi birçok örnekler verebiliriz.
Ne ilginç günler yaşıyoruz değil mi?
Atatürk’ün talimatıyla kurulan bir kurumu Atatürkçüler sevemez hale gelmiş. Yine Atatürk’ün kurduğu kurum Diyanet işleri Başkanlığı Atatürk düşmanlığının odak noktası haline gelmiş.
Atatürk boşuna anadilde ibadeti savunmamış. Eğer anadilde ibadet olsaydı bu mollalar dini bu kadar yozlaştırıp milletin uçkuruna indirgeyemezlerdi. Dinin iyiliğe ve güzelliğe dair olan tasavvufu anlatılır, İslam bu kadar yara alıp yozlaşmazdı.
Ne garip... Kendisini dini muhafazakâr diye tanımlayan bir parti iktidara geldiği günden itibaren İslam dinine aykırı ne varsa yaptı. İslam’ın haram kıldığı ne varsa kendi iktidarı ve taraftarları tarafından yapıldı.
Diyanet'in bunca rezilliğine, bilinçaltını yansıtan fetvalarına maruz kalmamak için ilahiyatçı yazar Cemil Kılıç’ın da dediği gibi “TÜRKÇE İBADET” etmeli. Kılıç’ın Kırmızı Kedi yayınlarında çıkan “TÜRKÇE İBADET” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.
Kılıç kitabında “Anadilde ibadeti savunmak, İslâmî bir hakkı savunmaktır; Muhammedi bir tutumu savunmaktır; Kur’anî bir kararlılığı savunmaktır; ulusun anayurdu olan ulusal dili savunmaktır; aklı, özgürlüğü, bilinçli ibadeti savunmaktır” diyor. Bu tutum dikkate alınmalı.