Gözlem ve duyumlara göre Türk halkı, büyük oranda silah satın almıştır. Barışçı bir toplum anlayışına aykırı olan bu durumun neden kaynaklandığına bakmak gerekir.

Silah edinmek isteği, kişinin güvenlik sorununu olduğunu gösterir.

Tıpkı Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi.

1912-1922 yıllarında aralıksız olarak kendini savaş içinde bulan padişahın kulları (halk), kendi güvenliğini kendi sağlamak durumunda kalmıştır. 1881’den itibaren Duyunu Umumiye İdaresi ile fiilen ekonomik bağımlı hale gelen devlet; asayiş (güvenlik) sağlamakta büyük yetmezlik içine düşmüş. Bir taraftan feodaller kendi silahlı gücünü oluşturmuş. Bir taraftan devlete karşı kendi hakkını arayan ve kendi hukukunu yaratan eşkıya dağları doldurmuştur. Birçok isyan ortaya çıkmıştır.

Adaletin olmadığı yerde suçların artması olağanlaşmıştır!

Sultan II. Abdülhamit’in organize ettiği “Kürt süvari alayları” ile aşiretler arası husumet ve düşmanlıklar yaygınlaşmış; insanlar birbirlerine husumet ve güvensizlik duymuştur.

Vergi ve asker almak dışında devletin hatırına gelmeyen tebaa ve reaya, özellikle kırsalda güvensizlik içine düşmüş. Bu yüzden herkes silah sahibi olmaya çalışmıştır. Kent ve kır çetelerine karşı hemen hemen her ev asgari bir silah edinmiştir.

Kurtuluş sürecinde Kuvayı Milliye ile oluşan güven; savaş sonrasında yeni devlete rücu edilmiştir. Ancak savaş sürecinde İstanbul Sarayı’nın azmettirmesiyle Milli Mücadele’yi sabote ederek isyan edenler; yeni dönemde güvensizlik duymuş. Eski alışkanlıklarını sürdürmüşlerdir.

Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti silah bırakmış, silah ve cephaneliklerini galip devletlerin işgal güçlerine teslim etmişti. Bu nedenle de halkın şuur altına silaha sahip olma isteği yerleşmişti.

Fakat genç TC devleti, silah bulundurma ve taşımayı kesin olarak yasaklar. Uymayanlar takip edilir, yakalanır, hapsedilir.

Savaşın sona ermesinden sonra sivil halk, yeddindeki silahları bulundurmayı sürdürdü. Bu nedenle devlet, silahların teslim edilmesini istedi. Büyük çoğunluk bu isteğe uydu. Ama silahla yaşamayı yaşam tarzı haline getirmiş veya husumet sahibi olan veya karanlık işler peşinde olanlar, silahlarını teslim etmekten kaçındı.

Halk, daha alışkanlıklarından vaz geçmemişken, 2. Dünya Savaşı patlak verdi. İnsanların silaha gereksinimine gerekçe yarattı.

Çok partili dönemde kollamalar başladı.

1922’den itibaren ortaya çıkan isyanlar, insanların silahlı kavgaları ve özellikle düğün şenlikleri; halkın yeterince silah teslim etmediğini gösteriyordu.

1960’lara kadar güvenlik güçleri, sivil halktaki silahları toplamaya çalıştı. Kentlerin aksine köy ve kırsalda birbirini ihbar etme nedenleriyle Jandarma yoğun baskın ve aramalarda bulundu. Silah yakalatanların hapsedilmesi devam etti. Bu uygulamaların etkisiyle büyük ölçüde silahsızlanma sağlandı.

Ama silahtan güç alan, zorbalıkla çıkar sağlayan insanlar silahlarını gizlemeyi sürdürdü.

12 Eylül öncesi günlerde, “Komünizm önleme” gerekçesiyle emperyalistler Türkiye’de kardeşi kardeşe vurdurtma sürecini başlatınca; toplumsal barış büyük ölçüde bozuldu. Partizan kışkırtmalar ve siyasal popülizm; “derin devlet” diye ifade edilen unsurların suça eğilimli insanları kullanması gibi nedenlerle komşunun komşuya olan güveni de, devlete olan güveni de büyük ölçüde sarsıldı.

1979’da ziyaret için Sivas’a gidip gelen TRT müzisyenlerinden rahmetli Ömer Şan’ın söylemiyle; “insanlar renkli televizyonlarını satma pahasına silahlanır” oldu!

Çorum, Maraş ve Sivas’ta oluşan dramatik olaylar, silah gereksinimini yaygınlaştırdı.

12 Eylül ile silahlanmada gerileme olduysa da; terörle mücadele gerekçesiyle “derin devlet” sivil halktan kimilerin silahlarına göz yumdu.

Başbakan Turgut Özal; Amerika’da olduğu gibi silah satışlarını meşrulaştırdı. Özellikle güvenlik elemanlarının birden fazla silah sahibi olmaları ve ruhsatlarıyla satmaları uygulamasını getirdi.

Sanki Türk insanı ava alışıkmış gibi, özellikle “pompalı tüfek” ve tabanca satışını adeta özendirdi. Kama tabir edilen bıçak bulundurmanın zaten sınırı yoktu.

Rahmetli Menderes; petrolü ve oto fabrikaları olmayan Türk insanını otomobile özendirerek “küçük Amerika” yaratmaya çalışmıştı. Rahmetli Özal da, sanki silah sanayisi varmış gibi, silah satışını serbest bırakarak “küçük Amerika” yarattı!

Günümüzde silah alım satımı serbest bırakılmış durumdadır. Uyduruk gerekçelerle harç alınarak ruhsat veriliyor. Güvenlik elemanları, beylik silahlarını ruhsatlarıyla satıp yenilerini alıyordu. Üstelik, resmi görevlilerin açıklamalarına göre, devletin yüzlerce yüksek kalibreli silahları kayıp iken.

İçişleri Bakanlığının verdiği bilgilere dayanan gazeteci Saygı Öztürk; 27 Kasım’da: “106 bin adet silah kayıp” olduğunu yazdı!

Silahlanma durumunun yarattığı dramlar, özellikle kadınların katledilmesiyle toplumu acılara sürüklüyor!

Eski alışkanlıklarını terk etmemiş şehir eşkıyalarının sırtı sıvazlanmamış olsa, Başbakan’dan ana Muhalefet liderine kadar tehdit ve hakaret görmesi, olağan karşılanır mı? Böylesi koşullarda güvenlik olur mu?

Birçok devlet dairesi gibi, adliyelerin bile adeta garnizon şeklinde korunur olma görüntüsü, halkın güvensizlik duymasını haklı göstermez mi?

Güvensizlik içinde olmasa halk; ekonomik açmazlarına rağmen silaha para ayırır mı?

Siyasal çıkar ve oy alma gibi nedenlerle halkın ayrıştırıldığı, partizan bloklaşmaya itildiği, karşılıklı “hain” söylemlerin pervasızca söylendiği bir ortamda, masum insanlar ne hisseder?

12 Eylül öncesinde olduğu gibi, Türkiye silah sanayinin açık pazarı haline gelmiştir.

Demokrasinin tıkandığı, Türk halkının demokratik anlayışına uymayan “bir kişi” sistemi ile ekonomik açmazların büyüdüğü koşullarda toplumsal barış nasıl korunacaktır?

***

Eski İçişleri Bakanlarından Saadettin Tantan bile şunları vurgulama gereği duydu: “Ülkede güven azaldı. Şunu ifade etmek istiyorum: Sadece İstanbul’da PKK’nın en az 30-40 bine yakın silahlı elemanı olduğu ifade ediliyor…”

Sadece PKK mı?

Ya “siyasal İslam” yandaşlarının müsamahasına mazhar olan İŞID?

Uyuşturucu baronları ile mafya çetelerinin militanları?

Kendi yurt bütünlüğümüzü korumaya çalışırken komşu Suriye’yi bölmeye çalışan ÖSO’nun kollanması ve Türkiye’nin Suriyeleştirilmesi?

Siyasal troller?

Bütün bunlar karşısında paniğe kapılan halkın silahta güvence arama psikozuna girmesi yadsınabilinir mi?

“İç ve dış güvenlik” için teşkilatlı meşru kolluk güçlerinin (polis ve jandarma) yazdıkları raporlar ne ifade ediyor?

“Güven azaldığı için insanlar kabuklarına çekiliyor (…) aidiyet duyguları ülkeye, millete, devletine doğru değil, güce doğru gidiyor” saptaması yapıyor S. Tantan. Ve devamla; “Eğer siz güven ortamını yaratmazsanız, uluslararası alanda size de kimse güvenmez (…) önemli olan güveni nasıl sağlamanızdır…”

Emniyet teşkilatı içinde yetişmiş, İçişleri Bakanlığı yapmış, terör örgütleri ve kent çeteleriyle savaşmış biri olan Saadettin Tantan’ın haklılığı; 15 Temmuz hain darbesi ile apaçık görülmüştür.