Aylardan Şubat...

Şubat ayının nadir sıcak güneşini yakalayan Yeniköy sahili, yaşamın farklı ritimlerini taşıyan insanlarla dolup taşıyordu. Kıyı boyunca sabırlı balıkçılar denize doğru salladıkları oltalarla dalgaların ritmine uyum sağlıyor, yürüyüş yapanlar ise serin esintinin onları adeta bir dans partneri gibi yönlendirmesine izin veriyordu. Sahilin bir köşesinde ahşap bir banka oturmuş, uzaklara dalmış bir kadın dikkat çekiyordu. Saçları kömür gibi siyahtı ve dalgalı bir deniz misali boğazın keskin rüzgârında savrulup duruyordu. Her seferinde yüzüne düşen saçlarını usulca geriye atmak için ellerini saçlarına götürüyor fakat rüzgâr inatla saçlarını tekrar dağıtıyordu.

Kadının yanına giderken adımlarımı yavaşlattım. Dikkatini çekmeden önce bir an durup onun huzurlu ama bir o kadar da derin düşüncelere dalmış halini izlemek istedim. Sessizliği bozmak istemiyordum ama sokak röportajları yaptığımı belirterek konuşma niyetimi dile getirdim. İlk başta gözlerinde hafif bir şaşkınlık belirdi, ardından yüzüne yerleşen tedirginlik yavaşça güvene dönüştü. Kısa bir sohbetin ardından adının Gülizar olduğunu öğrendim. Genç yaşına rağmen hayatın ona sunduğu zorluklar karşısında erken yaşta olgunlaşmış ve derin bir bilgelik kazanmıştı. Gözleri boğazın masmavi sularına doğru dalarken zaman zaman buğulanıyor ve sanki bu sonsuzluğun içinde kayboluyordu. Bu genç kadının içinde sakladığı hikâyeler, boğazın derinlikleri kadar engin ve gizemliydi.

Gülizar, adının yazılmasını istemiyordu. Belki de yaşadığı korkular onu isimsiz kalmaya itiyordu. Fakat içinde biriken öfke ve isyan, korkularını bastırıyordu. İri gözleriyle, boğazın akıntısına meydan okurcasına, denize bakıyor; arada bir derinlere dalıyordu. Onun bu bakışları geçmişte yaşadığı acıları ve umutları simgeliyordu.

Rastgele martı çığlıkları ve çevresindeki hareketlilik zaman zaman dikkatini dağıtsa da çoğunlukla kendi düşüncelerine dalmıştı. Sahildeki insanlar arasında kaybolmuş gibi görünüyordu. Çoğu kişi onun varlığından habersizdi.

Gülizar, köyde çiftçilik yapan bir ailenin tek çocuğuydu. Onların çabalarıyla bir üniversiteden makine mühendisliği bölümünü bitirmişti ama iş bulmakta zorlanıyordu. Şu anda geçimini sağlamak için bir kafede çalışıyordu. Bu durum, ailesine olan borcunu ödeyememe düşüncesiyle onu daha da üzüyordu.

Bugün, işsizliğin verdiği sıkıntıyla boğuşurken boğazın sakin sularını izliyordu. Her bakışında suyun derinliklerinde kaybolmanın verdiği geçici bir rahatlama hissediyordu. Geleceğe dair umutsuzlukları, onun içindeki huzursuzluğu artırıyordu. Ancak yine de hayallerini gerçekleştirebilmek için mücadele etmekten vazgeçmiyordu. Belki de bir gün istediği işi bulacak ve ailesini gururlandıracaktı.

Sahildeki her martı çığlığında ve dalganın vuruşunda Gülizar kendi dünyasında bir umut ışığı arıyordu. Belki de yaşadığı zorluklar onu daha da güçlendirecek ve hayallerine bir adım daha yaklaştıracaktı. Her şeye rağmen hayata karşı direnç göstermeye ve umudunu kaybetmemeye kararlıydı. Her ne kadar geleceğe dair belirsizliklerle dolu olsa da sahilin serin rüzgarları ona eski günlerin hatırasını getiriyordu. Çocukluğundan kalan anıları, köyün o saf doğasını ve ailesinin sıcaklığını hatırlıyordu. Annesinin mutfağında pişen ekmeğin kokusu, babasının tarlada çalışırken söylediği türküler... Bunlar zor zamanlarında ona güç veren hatıralardı.

Gözleri dalgaların ritmine eşlik ederken Gülizar, geçmiş ve gelecek arasında bir köprü kurmaya çalışıyordu. Üniversite yılları boyunca sınıfının en başarılı öğrencilerinden biri olmuştu. Laboratuvarda geçirdiği uzun saatler, projelerdeki başarıları, her biri onun için bir gurur kaynağıydı. Ancak mezuniyet sonrası gerçek dünya; hayallerinin ne kadar kırılgan olduğunu acı bir şekilde göstermişti.

Yeniköy sahilindeki bankta otururken bir yandan da kariyerine nasıl yön vereceğini düşünüyordu. Makine mühendisliği alanında kariyer yapmanın zorluklarını biliyordu ama vazgeçmek onun için bir seçenek değildi. Belki de başka şehirlere ya da yurtdışına taşınmak... Yeni başlangıçlar yapabileceği, fırsatların daha fazla olduğu yerlerde şansını denemek istiyordu.

Bu düşüncelerle dolu bir şekilde uzaklara dalıp gitmişti tekrar. Gülizar’a gülümseyerek "Ne düşünüyorsun bu kadar?Farkında değilsin, konuşurken boğazın derinliklerine dalıp gidiyorsun. Deniz sana ne fısıldıyor?" diye sordum. Gülizar şaşkınlığını gizleyemedi ama bu samimi davranışım karşısında rahatlamıştı. Sonra bana hayallerinden ve yaşadığı zorluklardan bahsetti. Ben de biraz yaşamım boyunca edindiğim tecrübelerden bahsettim. Ayrıca mesleğim sayesinde birçok kişinin hayat hikayesini de dinlemiştim. Bu hikayeleri de sabırla anlattım. “Her dalganın, her fırtınanın ardından denizin yeniden sakinleştiğini; hayatın da benzer şekilde zorlukların ardından daima bir umut sunduğunu” söyledim.

Gülizar, bu diyaloğumuzun ardından yine kendi içsel yolculuğuna dönerek boğazın akıntısının derinliklerine daldı gitti. Ama bu sefer o dalgın bakışların yerine yüzünde bir tebessüm oluşmuştu. Belki de bu zorluklar onu daha da güçlü kılan ve gerçek potansiyelini ortaya çıkaran sınavlardı…

Gün batımına doğru Gülizar sahilden ayrıldı. Arkasından baktığımda yürüyüşündeki özgüveni ve kendine olan inancı gördüm. Denizin dalgaları gibi hayat da ona ne getirirse getirsin, karşılamaya hazır gibiydi. 

Güle güle Gülizar.