Adam yolun ortasına çıkmış, avazı çıktığı kadar bağırıyordu…
Yoldan geçen sürücüler, bağıran adama çarpmamak için sağından solundan yavaşlayarak geçiyorlardı. Geçerken de meraklarını gidermek için adama bakıyorlardı. Bazı sürücüler, bağıran adam için “Deli midir nedir” diye kendi kendilerine söyleniyorlardı.
Hakları da vardı. Güpegündüz şehrin en işlek bölgelerinden biri olan Kâğıthane’nin Cendere Caddesi üstünde adamın biri çıkmış, trafiği altüst etmiş, avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştı. Görünürde ne bir güvenlik görevlisi ne de bir başka kolluk görevlisi vardı.
Yolun Ayazağa istikametinin sağında bulunan AVM’nin önünde insanlar birikmiş, olanı biteni bir tiyatro izler gibi izliyordu. İzlerken de kendi aralarında homurdanarak yorumluyorlardı. Kimi “adam çıldırmış”, kimi “şov yapıyor”, kimi de “dikkat çekmeye çalışıyor…” diyor; kendi aralarındaki tartışma ve yorumlar uzayıp böylece gidiyordu.
Hiç kimse de gidip adamı yolun ortasından “Gel kardeşim, ezileceksin!” diyerek sakinleştirip kenara çekmeyi ya akıl edemiyor ya da etse de çekiniyordu. Belki de başına bir iş gelir diye korkusundan duyarsız davranarak izlemekle yetiniyordu. İzlerken de cep telefonuyla olan biteni çekmeyi ihmal etmiyorlardı. Bu da çağımızın bir hastalığı sanırım.
Başlarda hafif hafif yağan yağmur kendini hissettirmeye başlamış, adam sırılsıklam olmuştu. Sonunda AVM’nin önündeki durakta biriken insanlardan biri; yolun ortasında öylece duran adama doğru geçen arabaların arasından sıyrılarak hızlı adımlarla yürümeye başladı. Adam, yanına yaklaşan kişiye seslenerek “Gelme ağabey, gelme” diye bağırdı.
Adam, “gelme” çağrısına aldırış etmeyerek bağıran kişinin yanına yürümeye devam etti. Onu gören birkaç sürücü de araçlarının dörtlülerini yakarak durup yol verdiler. Trafik oldukça aksamıştı. Görünürde halen ne bir trafik görevlisi ne de bir başka sorumlu vardı.
Yol ortasında bağıran adamın yanına giden kişi; adamı kolundan çeke çeke yolun kenarına, durağa getirdiğinde anlaşıldı ki adamın komşusuymuş. Tesadüfen durakta görünce hiç duraksamadan yanına gitmiş.
Sırılsıklam olmuş adam; soğuktan mı, yoksa sinir krizi geçirdiği için mi bilinmez tir tir titriyordu. Kendisini durağa getiren kişiye “Abi, bıraksaydın bir araba çarpsaydı da ölseydim” diye ağlamaklı sitem etmeye başlamıştı. Yanlarına iyice sokulup olan biteni anlamaya çalışıyordum. Ah şu insanların merakı da olmasaydı. İki adamın etrafını hava alamayacakları kadar kuşatmışlardı. Benim de işim daha kolay olacaktı.
Neyse ki adamın birinin “Yeter artık, ne bu ya, sirk mi var? Ayıptır yahu, açılın da bir nefes alsın adam, ayıp ayıp!” diye çıkışmasının ardından, etraftakilerin bir kısmı mahcup bir şekilde, bir kısmı da kendi kendine söylenerek uzaklaştılar. Uzaklaşırken de ara ara arkalarına bakarak ne oluyor diye meraklanmayı da ihmal etmiyorlardı.
Sonunda adama iyice yaklaşmıştım. Biraz önce kendisini çeke çeke yolun kenarına getiren adamla konuşuyordu: “Abi, şu salgın hastalık yüzünden her şeyimi kaybettim. Kafe, yasaklar yüzünden kapandı. Aylardır ne evin ne de işyerinin kirasını ödeyebiliyorum. Ev sahibi kiralarına karşılık kafedeki malzemelere el koyup beni kapı dışarı etti. Karakola gittim, 'Biz karışmayız, savcılıktan yazı al getir' dediler. Evde çoluk çocuk aç. Üniversiteye giden bir kızım var. Sabah harçlık istedi, veremedim. Bir baba olarak bunlar bana çok ağır geldi. Selim Abi ne yapayım, sen söyle. Bana ölmekten başka bir çare kalmadı Selim Abi!” diye ağlıyordu. Selim Bey’in konuşmalarından anladığım kadarıyla adamın adı İdris’ti.
İdris, komşusu Selim’le konuştukça sakinleşiyor. Sakinleştikçe de etrafına bakıp biraz önce yaptıkları karşısında mahcup oluyordu. Sırılsıklam olduğundan üşümeye başlamıştı. Duraktaki bankta oturduğu yerde ellerini bacaklarının arasına almış; bir taraftan Selim’e bakıyor; diğer taraftan da heyecandan dizleri titreyen çocuklar gibi zangır zangır titriyordu.
İdris’in yanına oturdum. “Başka bir yolu yok muydu” diye sordum. İdris sustu, sustu… Hiç konuşmayacak sanmıştım. Tam Selim Bey’e soracaktım ki birden İdris “Yoktu kardeş, yoktu” diye cevap verdi. Ardından “Sen söyle, sen olsan ne yapardın? Üniversiteye giden genç bir kızın var. Harçlık istiyor, veremiyorsun. Sonra iki çocuk daha var. Evde elektrik, su ve doğalgaz kesik... Hepsini kaçak bağlamışsın. Yetmiyor ev sahibi kirayı ödeyemediğin için çık diyor. Hanım astım hastası, salgından dolayı işim gücüm dağıldı, söyle kardeş sen olsan ne yapardın” diye soruya soruyla cevap verince kalakaldım. Biraz düşündüm. Adamın yerinde ben olsam ne yapardım. Zor bir durum… İnsan böyle durumlarda karşısındaki başka birisi olunca söyleyecek, nasihat edecek çok şey bulabiliyor. Söz konusu kendisi olunca işte böyle benim gibi köşeye sıkışıp karşısındakine söyleyecek bir şey bulamıyor. Neyse ki soru karşısında kendimi çabucak toparlayıp “En azından bu yolu denemezdim. Daha sağlıklı düşünürdüm; çünkü arkamda hasta bir kadın, üç de çocuk var diye düşünürdüm” dedim.
Selim, beni destekleyerek “Arkadaş doğru söylüyor” dedi.
İdris düşündü…
Bir süre sessizce bekledik. Ne ben bir şey sordum ne de İdris bir cevap verdi. İdris’in biraz önce bana sordukları karşısında kafam iyice karışmıştı. Aynı durumda ben olsam ne yapardım? Düşünmesi bile insanın ruh halini bozuyor.
İdris, yüzüme bakarak Selim’e “Kim bu arkadaş abi, tanıyamadım” dedi. Selim, bana kimsin dercesine baktı: “Gazeteciyim” dedim.
- İdris, “Ya öyle mi” dedi.
- Öyle, dedim.
İdris, ardından “Kardeş aman resim filan çekmeyesin, çoluk çocuğa bir de böyle rezil olmayayım” dedi.
-Selim “Doğru söylüyor arkadaş, resim çekip haber yaparsan İdris kardeş zor durumda kalır. Yaşananlar kolay bir şey değil çoluk çocuğunun öğrenmesi iyi olmaz. Çoluk çocuğun bir de öyle huzuru kaçmasın” dedi.
“Tamam” dedim.
Ardından “Peki, resim olmadan, hatta isimleri farklı isim kullanarak yayımlasam olur mu” diye izin istedim.
İdris düşündü… “Doğru ya, sen de işini yapacaksın. Yapmalısın da… Sizin işiniz de zor kardeşim. Ama ne olur bu çaresizliğimin resmini ve ismimi kullanma!” dedi.
-“Tamam, ne isminizi ne de resminizi kullanmayacağım” diye söz verdim. Ve söz verdiğim gibi de yaptım. Ne komşusunun ismini kullandım ne de kendisinin ismini ve resmini.
Anlayacağınız röportajdaki isimler gerçek isimler değil…