Önce “O MİLLETİ” kısaca tanıyalım.

1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra Orta Asya’dan kopup dalga dalga Anadolu’ya gelen Oğuz Türklerine, “O MİLLET” diyelim.

Oğuz Türkleri Anadolu’ya geldiklerinde, ülkede kendilerinden çok  önce buraya gelip yerleşmiş Yunanlarla (Rumlarla), Ermenilerle, Yahudilerle, Kürtlerle, Süryanilerle ve diğer kavimlerle tanıştılar. Barışçı karakterdeki Oğuz Türkleri bu halklarla konuştu, anlaştı, önce arkadaş ve dost, sonra da kız alıp vererek akraba oldu.

Oğuz Türkleri Müslüman değildi. Tengri adını verdikleri bir tanrıları vardı, Tek Tanrıya inanırlardı.

Peki, “Bu Millet” diye kimlerden söz ediyoruz?

Günümüz Türkiye’sinde yaşayanlara “BU MİLLET” diyoruz.

Bu yazımda sizlere “O MİLLETİN” nasıl “BU MİLLETE” dönüşmüş olduğunun acı öyküsünü kısaca anlatacağım.

Şimdi, “O MİLLETİ” biraz yakından tanıyalım.

OĞUZ TÜRKLERİNDE KADININ YERİ

İslam’ın çıkış ve ilk yayılış yılları 610 ile 661 yılları arasında gerçekleşmiştir.

Oysa Türkler, İslam ile 800’li yılların ortasında tanışmaya başlamıştır. Türklerin İslam’ı benimseyişleri 1000’li yıllardadır.
Bu demektir ki, bazı Türkler İslam’ı Hz. Muhammed’in ölümünden yaklaşık 350 yıl sonra benimsemeye başlamıştır.

Hem Batılı hem de Arap tarihçiler şu gerçeği ortaya koymaktadırlar:

İslam dinini kabul etmeden önce Türklerde KADIN, eşit hak ve özgürlüklere sahip saygın bir değerdi.

Önce bu gerçeği gösteren bazı örnekler verelim, daha sonra da İslam dinini kabul ettikten sonra bazıTürkler arasında görülen, düşmanlığa kadar varan kadın karşıtlığının nedenlerini açıklayalım.

Oğuz Türklerinde, özellikle 700’lü 800’lü yıllarda, yani Şamanizm döneminde kadınlı erkekli dini toplantılar yapılmakta, toplantıya katılanlar bir daire halinde yerde oturmakta, sonra kalkıp kadın ve erkekler el ele tutuşarak meydana getirdikleri dairede “hü hü” diyerek dans edip hep birlikte kımız içmekteydiler. 

Orta Asya’daki birçok Türk devletinde kadınlar devlet başkanlığı yapmaktaydılar. Örneğin, 8. yüzyılda Buhara, Toksan adındaki bir Hatun Sultan tarafından yönetilmekteydi.

734 yılında Bilge Han adına dikilen Orhun kitabelerinden anlaşılmaktadır ki eski Türklerde kadın; siyasal, toplumsal ve ekonomik alanlarda özgürlüğe sahip bir varlıktır. 

Göktürk devletinin başkanı Gültekin Han’ın annesi Bilge Hatun, devlet yönetiminde doğrudan yer almış ve çok başarılı işler görmüştür. Gültekin Han, iktidarı eşi Kutlulu Sultan ile birlikte kullanmıştır.

Selçuk Sultanı Tuğrul, 11. yüzyılda Bağdat’ı işgal ettikten sonra eski halifelerin sarayında Halife El Kasım Biemrillah’ın kızı ile evlenir; evlendiği kadını büyük bir saygı ile tahta oturtur. Arap tarihçisi İbni Halikan şöyle anlatıyor: 

“…Sefer ayının 15. günü Prenses, sarayda kendisini bekleyen kocasına katıldı ve altın kumaşlarla süslü tahta çıktı ve kocasını bekledi. Tuğrul Bey eşinin karşısına diz çökerek geldi… Ona emsalsiz hediyeler vererek tekrar yeri öptü ve büyük bir saygı gösterisiyle ve mutluluk duyarak odasına çekildi.”

12. yüzyılın ünlü tarihçilerinden İbn Cübeyr, 1183–1184 yıllarında Gırnata, Mısır, Irak, Suriye ve Yakın Doğu ülkelerine yaptığı gezilerini anlatırken şöyle der: 

“Tüm Arap ülkelerini dolaştım, Irak’taki Abbasi halifelerini ziyaret ettim, Selahattin İmparatorluğu’nu gezdim, fakat hiçbir yerde Türk ülkelerinde olduğu gibi kadına değer verildiğine tanık olmadım.”

Kristof Kolomb ve birçok gezgine esin kaynağı olan ünlü İtalyan gezgin Marco Polo (1254–1324), Türk kadının özgür yaşamına, bağımsızlığına ve karakter olgunluğuna hayran olanlardan biridir.
Ünlü İtalyan gezgin yazar, misyoner, keşiş Riccoldo da Montecroce şunları yazmıştır: 

“Türk ülkelerinde ve örneğin Selçuk devletinde egemen olan gelenekler, Arap ülkelerindekinden çok farklıdır ve bu farklılık, özellikle Türk kadınının toplumdaki üstün değeri ve yeri ile ilgilidir.”

Doğuda ve batıda gezip görmediği yer kalmayan Orta Çağın en büyük gezgini, “Seyahatname” adlı ünlü kitabın yazarı İbn Batuta (1304–1377), Türk kentlerine yaptığı gezileri anlatırken şöyle demektedir:

“Tuluktumar Emiri ile birlikte gittiğim bu kent büyük Kuma nehri kıyılarındaki Türk kentlerinin en güzellerinden biri. Bu ülkede tanık olduğum en ilginç şey, Türklerin kadın sınıfına karşı gösterdikleri saygıdır. Diyebilirim ki Türkler, kadınlarını erkeklerden çok daha şerefli bir kertede tutmaktadırlar. Kiram kentinden ayrılırken Emir’in eşini arabada giderken gördüm. Arabası baştan aşağı süslü ve zengin mavi kumaşlarla örtülü idi; tenteleri açıktı.

… Türk kadınları peçe taşımazlar ve kapanmazlar. Sokakta yüzleri açık ve yalnız dolaşırlar. Ara sıra kendilerine kocalarının eşlik ettiği görülür…”

1331 yılında Sultan Muhammed Özbek Han’ı ziyaret eden İbn Battuta gördüklerini şöyle anlatır:

“… Özbek Han, büyük bir imparatorluğun başındadır… Yeryüzünün en kudretli yedi hükümdarından biridir… Tahtına kurulmuş olarak otururken sağ yanında Taytugil Hatun ve onun yanında da Kebek Hatun, sol tarafında ise Bayalun Hatun ve yanında Urduca Hatun yer almışlardı. Tahtın hemen aşağı basamağında hükümdarın çocukları oturmaktaydı. Büyük oğlu sağda, küçük oğlu solda ve kızları tam ortada, Sultan’ın karşısında yer almışlardı. Odaya giren her hatunu Sultan ayağa kalkarak karşılıyor, elinden tutarak tahta çıkarıyordu. Ve bu merasim halkın gözleri önünde oluşuyordu.”
İbn Batuta’nın anlattığına göre Sultan’ın eşleri öylesine serbest ve uygar kadınlardır ki, Kuran yasaklarına rağmen, erkeklerin yanına çıkmaktan, yabancı erkeklerle konuşmaktan ve hatta onlarla geziye katılmaktan, hediye alış verişinden geri kalmamaktadırlar."

Ünlü İbn Batuta’yı biraz daha dinleyelim:

“Türk hükümdarlarının eşleri olan hatunların, toplum yönetiminde çok önemli bir yer aldıkları anlaşılmaktadır. Zira hükümdar ne zaman bir emir yayınlasa, bu emirnamede mutlaka, ‘İşbu emirname Sultan ile Hatun Sultan’ın ortak kararıdır’ şeklinde bir kayıt görülmektedir. Her hatun sultanın kendi egemenliği altında kentleri ve seyahate çıktıklarında kendilerine ait taşıtları, çadırları ve kampları vardır…”