31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinde aldığı toplam oylar itibari ile ikinci partiliğe düşmüş olan AKP’de duygu durumları biraz karmaşık görünüyor. Bu duygu ve fikir karmaşası Erdoğan’ın seçim gecesi ilk balkon konuşmasından bugüne yaptığı değerlendirmelerdeki farklılığa bakıldığında açıkça görülüyor.
31 Mart gecesi balkon konuşmasında “Maalesef yerel seçim imtihanından istediğimiz, umduğumuz neticeyi alamadık. Partimizin organlarında mahalli idareler seçimlerinin neticelerini açık yüreklilikle değerlendireceğiz, öz eleştirimizi cesaretle yapacağız. Milletin sandıkta verdiği mesajları en isabetli, en objektif şekilde akıl ve vicdan terazimizde tartarak gerekli adımları mutlaka atacağız” demesi bazılarına (bir kez daha) “Erdoğan gerçekleri görmeye başladı mı ve artık yumuşuyor mu” dedirtmişti.
Seçim gecesi yaptığı açıklamada yenilgiyi kabul ettiğine ilişkin olgun mesajlar veren Erdoğan 17 gün sonra partisinin Grup toplantısında yaptığı konuşmasında söylemini tekrar sertleştirdi. Önceleri de defalarca olduğu gibi, “yumuşamış Erdoğan” yolu gözleyenlerin elleri yine boş kaldı!
“Milletin verdiği mesajdan dersler çıkarmış” olduğu umulan Erdoğan seçimi kaybetmediklerini, Cumhur ittifakı olarak seçimden “alınlarının akıyla” ve birinci olarak çıktıklarını söyledi. 16 milyonluk İstanbul ile iki bin nüfuslu herhangi bir belde belediyesini denk tuttu. “Türkiye'deki 1400 belediyenin yarıdan fazlası, yüzde 54,3'ü önümüzdeki 5 yıl süresince Cumhur İttifakı tarafından yönetilecektir” dedi.
Belediye hizmetleri açısından CHP’nin Türkiye nüfusunun yüzde 48.4’üne (39.7 milyon), AKP’nin ise nüfusun yüzde 39’unu (32 milyon) yönetecek olmasını görmezden geldi. Cumhur İttifakı olarak kazandıkları belediyelerin toplam sayısına dayanarak bir “züğürt tesellisi” örneği sunmuş oldu.
Erdoğan konuşmasında yine muhalefeti küçümsedi ve erken havaya girmemeleri konusunda uyardı. En önemlisi de, “koptu kopacak, gitti gidecek” denilen ortağı Bahçeli ile paralelliğini bir kez daha ilan etti. İktidar ortaklığını kaynaşmış bir “bütün” saydığını, dosta düşmana anlattı!
ERDOĞAN SİYASETİNİ SÜREKLİ GÜÇ ÜSTÜNDEN KURGULAR
Erdoğan konuşmasında “Biz bitti demeden bitmez” derken tabanına, partisine, seçmenine ve devlet bürokrasisine mealen “yıkılmadım ayaktayım” dedi. Peki bu üslup-yaklaşım değişikliğine neden gerek duydu?
Erdoğan siyasetini sürekli güçlü, yenilmez ve muktedir olmak üzerinden kurgular. Çünkü iyi bilir ki onun siyaseten dayandığı taban; [ideolojik unsurdan ziyade] güçlüden ve kazanandan yana olmayı, gücün nimetlerinden yararlanmayı tercih etmiş kesimlerdir.
Gücünü eskisi gibi koruyamadığına dair bir izlenim oluşması durumunda, devlet ve parti imkânlarından semirmiş yandaş ve kaypak sermayenin (TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu ziyareti örneği gibi) tercih değiştirebileceğini bilir Erdoğan.
Koltuğunu koruma ve yükselmenin iktidara yanlamakla mümkün olduğunu kavrayan (sivil ve üniformalı) eyyamcı bürokrasinin, lider kaybetmeye başladığında ondan uzaklaşmaya meyledeceğini de bilir. Böyle olası güç kaybı sonrasında AKP’de seçmen zemini kaymasının artarak devam edebileceği riski, onların korkulu rüyalarıdır.
‘SEÇİMDEN ALNIMIZIN AKIYLA ÇIKTIK’
Erdoğan ve dar yönetim ekibi yukarıda saydığım riskleri çok iyi gördüklerinden; derhal bir şeyler yapıp tabana, teşkilata ve bürokrasiye güven verme zaruretini hissettiler. Bu yüzden Erdoğan, seçimin üzerinden 3 hafta kadar geçtikten sonra “aslında kaybetmedik, güçlüyüz, ayaktayız” deme gereksinimini duydu. Başta “cesurca özeleştiri” demişti, bir süre sonra ise yenildiğini kabul etmeyen büyüklenmelere devam etmeyi tercih etti.
Tabanına “biz hala güçlüyüz” mesajını verme ihtiyacı da aslında kendi başına bir zafiyet göstergesi değil midir? “Düştüğümüz yerden kalkarız, biz biti demeden bitmez” sözleri aslında düştüklerinin ve aslında bitmekte olduklarının zımnen kabul değil midir? Bu sözler, kazanan ve kazandığına inanan tarafın söyleyeceği sözler midir? Zaten güçlü ve muktedir olan taraf bunu sürekli vurgulama gereği duyar mı hiç?
31 Mart sonrasında umutları artan muhalefet cenahında ise iktidarın içine düştüğü durumu “sürdürülemezlik” olarak görenler çoğalıyor.
MUHALEFETİN ‘SÜRDÜRÜLEMEZLİK’ TESPİTİ NE KADAR GERÇEKÇİ
Gelinen ekonomik hezimetin düzelebileceğine ilişkin umutların azalması ve alt-orta sınıfın giderek daha da yoksullaşması, AKP iktidarının sürdürülemezliğinin kanıtı olarak sunuluyor. Siyasetin krizi, toplumsal gerilim, devlet kapasitesi, dış politika meseleleri ve en önemlisi ekonomi gibi alanlarda iktidarın yaşadığı tıkanmanın, değişimi zorunlu hale getirdiği iddia ediliyor.
Cumhur ittifakı içinde ve ayrıca Saray bürokratik oligarşisi ile AKP yönetimi arasında zaman zaman görülen çatlakların, “sürdürülemezlik” tezinin kanıtları olduğu öne sürülüyor. 31 Mart sonuçlarının da, Erdoğan’ı “bir başka” yola mecbur bırakacağı savunuluyor.
Erdoğan yıllardır aslında hiçbir şey yapmadan, parti içi ve dışınca üretilmiş “değişim” iddiaları ile güç toplayıp yoluna devam ediyor. Hiçbir zaman “şunları yanlış yaptık, artık yapmayacağız” demiyor, önceki yapıp ettiklerinden geri dönüş iradesi de göstermiyor. Kurdukları yeni sistemden geri dönüşü kabul etmenin, varlık sebeplerini inkâr etmeleri olacağını düşünüyor. Yaşadıkları tüm sorunları her seferinde bir şekilde aşıyor ve iktidar gemisini yüzdürmeyi başarıyor.
Erdoğan kendisi için dizayn ettirdiği yeni sistemde sadece iki temel sorun görüyor. Bunlar da; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 50+1 oy zorunluluğu ve sadece 2 kez aday olabilme sınırlamaları. Kendince yaşamsal önemdeki bu iki meseleyi aşmak için de [işin ambalajı ve teranesi olan] “demokratik yeni sivil anayasa” söylemini sık sık gündeme sokuyor. Kendince çok önemli bu sorunu gidermek için vermeyeceği taviz yok. Gerekirse bazı özgürlükçü değişiklik madde önerilerini de vitrine koyarak, “yumuşamış” görünümü vermek de bu tavizlere dâhil elbette!
HER SEÇİM SONRASI ‘YUMUŞUYOR MU’ SÖYLEMLERİ
Dünya siyaset tarihine az çok vakıf olanlar iyi bilir ki, yumuşayan otokratlar iktidardan gidişlerini hızlandırıyorlar. Bunu en iyi bilenlerden birisi de Erdoğan’dır. Bu yüzden Erdoğan kendi tercihi ile asla yumuşamayacaktır. Ancak zorda kalırsa birileri onu “yumuşatabilir” ve [gücünü toparladığına inandığı] ilk fırsatta tekrar sertleşmenin yolunu arar, yani aslına döner.
Muhalefeti her seferinde küçümseyen-aşağılayan Erdoğan; olağan koşullarda ana muhalefet liderini muhatap alıp görüşür mü? Tabi ki hayır! Dönemin CHP lideri Kılıçdaroğlu ile Erdoğan son olarak sekiz sene önce, 15 Temmuz akabinde sarayda görüşmüştü. “Yenikapı ruhu” dedikleri, FETÖ’cü darbe girişimine karşı birlik görünümünü verdikten kısa süre sonra da ana muhalefet liderini küçümsemeye, “bay Kemal” demeye devam etmişti. Yani, zorda kalınca “yumuşamış” görünmüş, gücünü tekrar konsolide ettiğine inanınca da hızla aslına rücu etmişti.
Erdoğan şimdi ise, CHP Genel Başkanı olarak girdiği ilk seçimlerde kendisini yenen Özgür Özel ile görüşeceğini söylüyor. CHP liderini sadece “Özgür efendi” gibi küçümseyici ve alaycı bir ifade ile anan Erdoğan’a “CHP'nin Genel Başkanı Sayın Özel'e kapımız açık” dedirten sebep sadece ”eli mecbur” olmasıdır. Bu durum “yumuşama” değil, yenilginin dayattığı net bir “yumuşatılma” örneği değil midir?