Eyüpsultan'ın İstanbul'un fethiyle birlikte gelişen tarihi atmosferi ve 19. yüzyıldaki modernleşme hamleleri sonucunda ortaya çıkan emekçi karakteri, yeni dönemde kendine özgü bir senteze ulaşarak meyvesini İstanbul'un canlı bir kültür merkezi kazanmasıyla vereceğe benziyor...

20. yüzyılın başlarında İstanbul’a gelen Fransız şair Henri de Régnier, Eyüp için şunları söylüyor: “İstanbul! Müminlerinin o kadar sevdiği Eyüb servilerinin altında kendimi senin ölülerinle kardeş hissettim!” Onun bu sözünü aktaran Yahya Kemal ise “Orada ahiret havasını teneffüs ederken müsterih oluyoruz” dedikten sonra şunları ekliyor:

“Türklerin ölüm şehri Eyüb, Avrupa toprağının bittiği sahilde İslam cennetinin bir bahçesi gibi yeşil duruyor. Bu ölüm şehrine bir defa girenler, kendilerini bir servi ve çini rüyası içinde kaybolmuş gibi hissettikleri zaman biliyorlar mı ki hakikaten bir rüyada bulunuyorlar? Çünkü Eyüb İstanbul’u fethetmeye gelen Türk ordularının hicretin 857. senesi baharında surlara karşı gördükleri bir rüya idi. İşte o rüya, Haliç’in kenarında şimdi gördüğümüz yeşil şehir oldu.”

Eyüp’ü hem bir ölüm şehri hem de bir rüya şehir olarak tarif eden Yahya Kemal’in tasvirinde bir tutarsızlık bulunmuyor. Zira Türkçede “sevgiliye varmak, ulaşmak” anlamına gelen vuslat kelimesi, aynı zamanda “ölüm” anlamına geliyor.

Yine Yahya Kemal, 20. yüzyıl başındaki İstanbul Türkçesinin şaheserlerinden biri olan Vuslat şiirinde, “Ey vuslat! O aşıkları efsununa ram et! / Ey tatlı ve ulvi gece! Yıllarca devam et!” dizeleriyle yıllarca devam edecek efsunlu gecenin yaşanacağı cenneti tahayyül ederken onu İstanbul’un sadece Eyüp gibi simge mekânlarında tadılabilen ulvi gecelerin ışığında hayal ediyor. Vuslat hayalinin yaşandığı Eyüp, üstadın şiirinde bir rüya şehir oluyor. 

***

Şairin anlatımında Eyüp’ün rüya şehir kimliğini kazanmasında İstanbul’un tarihinden ve eşsiz coğrafyasından süzülüp gelen 3 unsur öne çıkıyor: Bölgenin İstanbul’un fethiyle birlikte kazandığı simgesel anlam ve Eyüp el Ensari türbesi çevresinde şekillenen uhrevi havası, Haliç’in eşsiz güzelliğinin şekillendirdiği bir doğa, son olarak da coğrafi ve tarihi zenginliği bir potada eritip yeni bir kalıba sokan geleneksel Türk şehircilik anlayışı.

İstanbul’a Eyüp’ü kazandıran geleneksel Türk şehirciliği, 19. yüzyılla birlikte bu kültürü destekleyen iktisadi zenginliğin giderek yok olmasıyla birlikte kendini çağın ihtiyaçları karşısında yenileyemedi. Bu yüzyıldan itibaren Eyüp, ihtişamını kaybeden eski zamanların yükünü sırtında taşırken yeni bir döneme girdi. Bir vuslat kenti olmanın hüznünün her zerresine sindiği semtin üzerine bir de yoksulluğun yükü bindi. Bu haliyle Eyüp, İstanbul’u ziyaret eden oryantalist yazarların da ilgi odağına dönüştü.

1880’de Fransız yazar Pierre Loti adına Haliç ve çevresinin manzarasına bakan bir tepede kurulan kahve, işte bu dönemde Eyüp’ün yabancılar tarafından tanınması ve ziyaret edilmesinde kendine özgü bir role sahip oldu.

Aynı dönemde Eyüp, Osmanlı’nın yıkılmaktan kurtulmak için giriştiği modernleşme ve kalkınma hamlelerinin de sahnesi haline geldi. Sultan II. Mahmut'un orduyu yenileme çalışmaları sırasında Eyüp’ün yakın çevresinde kurduğu Rami Kışlası (1829) ile Balkan Savaşları nedeniyle buradan gelen göçmenlerin yerleştiği Taşlıtarla, kuruldukları dönemdeki işlevlerinin ötesine geçerek edebiyatımızda, müziğimizde ve popüler kültürümüzde kendilerine özgü bir yer edindiler. Sirkeci'ye demiryolunun getirilmesi, Silahtarağa'da ülkenin ilk enerji santralinin kurulması, Haliç'te Feshane, İplikhane, Defderdar Yünlü Fabrikası ve diğer sanayi ve depolama yapılarının yoğunlaşması Eyüpsultan ve çevresini aynı zamanda emeğin kenti haline getirdi. Semtin geleneğin şekillendirdiği yapısına uyum sağlamakta zorlanmayan emekçiler, aynı zamanda kendi kültürleriyle bu yapıya yeni bir şekil verdiler. Eyüp, sinemayla 20. yüzyılın başında işçilerle ve Balkanlardan göçen yeni sakinleri sayesinde tanıştı. 1930’larda semtte, Batı’dakine benzer, emekçilerin iş çıkışı sosyalleşmek ve bir şeyler içmek gittiği pub’lar dahi açılmıştı.

***

Eyüpsultan, 2004’ten 2024’e kadar AKP’li yerel yönetimlerce yönetildi. Semtin uhrevi havasını, kendilerine destek sağlamak için kullanmaktan geri durmayan milli görüş iktidarları bu tarihi zenginliğin korunmasında ve turizm potansiyelinin geliştirilmesinde gereken özeni göstermediler. 31 Mart Yerel Seçimleri’yle birlikte İstanbul’un pek çok ilçesi gibi Eyüpsultan da sosyal demokrat belediyecilikle tanıştı. Mithat Bülent Özmen, 250 bine yakın seçmenin oy kullandığı ilçede seçimleri 116 bin gibi bir oyla, en yakın rakibine ciddi bir fark atarak kazandı.

Eyüpsultan’ın mülkiye mezunu, finans doktorası yapmış yeni belediye başkanı Özmen, belki de yaşadıkları yerin kendine özgü havasıyla ve 20 yıllık AKP iktidarının yarattığı kültürel tahribat neticesinde yoksulluğu bir kader olarak gören Eyüpsultan’ın emekçi halkını sosyal politikalarla tanıştırıyor. İlçe gençlerini uyuşturucudan korumak için giriştiği projelerle dikkat çeken sosyal demokrat başkan, ilçeyi tarihi yapısına yaraşır bir şekilde kültürel etkinliklerin de merkezi haline getiriyor. Eyüpsultan halkının, 20 yılın ardından yaptığı sosyal demokrasi yönündeki tercih ilçenin tarihinde yeni bir kırılma noktası olacağa benziyor. CHP yönetimi, ilçedeki birinci yılına girmeye hazırlanırken önümüzdeki dönemde Eyüpsultan’da ilçenin hem tarihi yapısını hem emekçi karakterini kucaklayarak geliştiren yeni bir yerel yönetim anlayışının uzun yıllar egemen olacağını şimdiden söyleyebiliriz.