Gazeteci Barış Terkoğlu, köşe yazısında, TSK bünyesinde görev yapan teğmenlerin "Mustafa Kemal’in askerleriyiz" sloganı nedeniyle maruz kaldıkları yaptırımları ve Ebru Eroğlu'nun yaşadığı zorlukları gündeme taşıdı.

Terkoğlu'nun aktardığına göre, Eroğlu, sosyal medyada kendisine yönelik ağır hakaret ve tehdit içerikli paylaşımlar yapan kişiler hakkında suç duyurusunda bulundu. Ancak, yargı mercileri bu ifadeleri ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirdi. Bu karar, kamuoyunda tartışmalara neden oldu.

Barış Terkoğlu'nun yazısının ilgili bölümü şu şekilde:

Bu köşede küfür görmezsiniz. Ama madem faili etmiş, madem savcı birazdan okuyacaklarınızı yazmış, ben de utanmadan yazayım, kızaran senin yüzün olsun okuyucu: “Bunu insan s... bile, o kadar çirkin bir Kemalist kaşar ama Kemalist olduğu için tecavüz edebilirim buna.”

Savcı bu paylaşımda bir suç görmedi. Geçen 21 Ekim’de kovuşturmaya yer yok kararı verdi. Ebru’nun fotoğrafının altına yazılan bu küfrü, “Ebru’nun adını yazmamış sonuçta” diyerek ifade hürriyeti saydı.

Devlete göre “Mustafa Kemal’in askeri” demek suç, “Kemalist askere tecavüz edebilirim” demek ifade özgürlüğüydü!

Şaşırmayın. Türkiye’de bir kısım yargı, adaleti tecelli ettirmek için değil, bu zorbalığı millete zorla kabul ettirmek için çalışıyor.

BAHÇELİ’YE KIZAN ASKER
İkincisi bir başka askerin, emekli Albay Orkun Özeller’in soruşturması. Uzun yıllar sınır ötesinde operasyonlara katılan Özeller, sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı. Hakkında resen soruşturma başlatıldı, şak diye ifadeye çağrıldı.

Özeller, Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ın hapisten çıkarılıp Meclis kürsüsüne çıkarılması çağrısına tepkisini gösteriyordu. “Ey terörist sevici Bahçeli” diye başladığı mesajına, “Sen kimden icazet aldın da benim arkadaşlarımın katilini affederek onu Meclis’e davet ediyorsun” diyerek devam ediyordu. Savunmasında “Kucağında şehitler vermiş biri olarak haklı tepkimi gösterdim”, “Düşünce özgürlüğümü kullandım”, “Terörist diyerek Öcalan’ı kastettim” dese de önümüzdeki günlerde yargılamasının başlaması bekleniyor.

GÖLGESİNE KOLA SIÇRADI!
Üçüncü dosya ise yargının hakaret çifte standartlarını anlamamız açısından önemli.

Tarih: 23 Kasım 2023. İsrail’in Gazze’ye başlattığı saldırıdan bir ay sonraydı. Hükümet, İsrail ile ticareti askıya aldığını henüz açıklamamıştı. İsrail protestolarında “Ticareti bitir” çağrıları yapılıyordu.

İşte o gün, Mehmet Altın isimli Bursa-Gemlik’te yaşayan bir vatandaş İsrail’i protesto etmeye karar verdi. Kola firmasına verilen teşvik haberlerini okumuştu. Altın, Yıldırım Doğan isimli arkadaşını aradı. Birlikte bakkaldan kola aldılar. AKP Gemlik ilçe binasına gittiler. Planlarına göre, Mehmet Altın kapıyı çalıp kolaları AKP yöneticisine bir protesto konuşmasıyla “Alın için” diye hediye edecekti. Doğan da onu videoya çekecekti. Kapıyı çaldılar ama bina kapalıydı. Bunun üzerine Mehmet Altın protesto için kolayı binanın kapısına döktü. Bu sırada Yıldırım Doğan da onu çekti. Görüntüleri paylaştılar.

Ancak...

AKP ilçe binasının camdan olan kapısında, Erdoğan’ın fotoğrafı vardı. Dışarıya siluet halinde yansıyordu. İki isim AKP genel başkanı da olan cumhurbaşkanının siluetine kola sıçratmak suretiyle cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla gözaltına alındı. Tutuklanmaktan son anda kurtuldular. Adli kontrolle serbest bırakıldılar. Haklarında cumhurbaşkanına hakaretin yanı sıra, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve mala zarar verme suçundan 11 yıl hapis istemli dava açıldı. 6 Kasım’da ikinci duruşma görüldü. Neyse ki bir sene sonunda adli kontrol kararı kaldırıldı.

Üç yargı öyküsünün özeti böyle.

MESELE TEĞMEN EBRU DEĞİL
“Mustafa Kemal’in askeri” yasak. Ama “Kemaliste tecavüz edelim” serbest. “Öcalan Meclis’e gelsin” serbest. Ama “Bu terörist seviciliktir” yasak. Ülkenin kurucusuna, hafta sonu milli eğitim bakanının açıkça yaptığı gibi açıktan hakaret serbest. Ama AKP genel başkanı da olan cumhurbaşkanının fotoğrafına kola sıçratmak yasak. Böyle bir tablo 12 Eylül darbesinin sabahında bile yoktu.

Evet, cumhuriyet ve demokrasinin kazanımları çoktan rafa kalktı. Ancak bu tablo bize daha fazlasını söylüyor. Mustafa Kemalsiz “iç cephe”, protesto hakkı olmayan “normalleşme”, eleştirilemeyen “çözüm süreci” mümkün mü? Açıkçası ülkenin bir bölümünün elleri kolları bağlanmış, aç bırakılıyor, her gün dayak yiyor, acısını hissetmesin diye ona masallar anlatılıyor.