Charlie Chaplin, sinema tarihine "The Tramp" (Serseri) karakteriyle mizahın pırlantasını bırakarak dünyayı kahkahalarla salladı. Adeta saçma sapan şapkası, kocaman pantolonu ve bacaklarındaki o dans eden şıklığıyla insanları hem güldürdü, hem de kıskandırdı.
O dönemde sessiz sinema diye bir şey vardı, yani adamların ağzı laf yapıyordu, ama sesi çıkmıyordu! Charlie, sessizlikle konuşmayı ustalıkla harmanlayıp, milyonları gülmekten kırıp geçirdi. "The Kid" filminde, bir çocuğun bakımını üstlenirken insanların kalplerine girdi ve dünyayı "aww" sesleriyle inletti.
"Gold Rush" filmiyle bir anda dünya gözüne girdi. O filmde altın avı için şaşırtıcı komiklikler yaparken, gerçek hayatta da altın çağını yaşıyordu. Chaplin, tıpkı o altınlar gibi parlıyordu.
Sonra geldi "The Great Dictator" filmi... Charlie kurnazca kılık değiştirip Adolf Hitler'e benzeyen bir diktatörü canlandırdı. Şaka gibi! Hem düşmanlarını güldürdü, hem de dostlarını düşündürdü. İşte o zaman insanlar anladı, sinema yeteneği sadece gülme kaslarını değil, düşünme kaslarını da çalıştırıyordu.
Sesli sinemanın çıkışıyla "The Tramp" karakterini emekli etti. Belki de yeterince sessizliğe katkı sağlamıştı. Artık renkli filmlere atıldı ve hala büyülemeye devam etti. O kadar başarılıydı ki, İngiltere Kraliçesi bile "Bu adama şövalye unvanı vermek lazım!" dedi.
Ve işte böyle, bugün bile Charlie Chaplin'in esprileri ve filmleri insanları gülümsetmeye devam ediyor. O bir efsane, sinemanın pırlantası, gülmenin kralıydı. Charlie Chaplin, güldürdü ve gönlümüzde sonsuza kadar yaşadı!