Kübra Karabulut
Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremin pek çok şehirde büyük yıkıma sebep olmasının ardından şehirlerin yeniden nasıl inşa edilmesi gerektiğini şehir ve bölge planlama konusunda uzman olan Prof. Dr. Mehmet Tuncer ve Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin ile konuştuk.
Merkez üssü Kahramanmaraş olan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki depremin etkilendiği bölgede resmi verilere göre 12 bin 141 bina yıkıldı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, depremin ardından yaptığı açıklamada mart ayında inşa sürecinin başlayacağını ve 1 sene sonra depremzedelere konutların teslim edileceğini duyurdu. Ancak Kurum’un “11 ilde Cumhuriyet tarihinin en büyük afet konut yapım seferberliğini yapacağız” diyerek duyurduğu inşa süreci, iktidarın sağlıklı kent oluşturma gayesinden uzak olduğunu gündeme getirdi. Kent dokularına uygun bir inşa sürecinin planlanması konusunda pek çok uzman ve akademisyen inşaat için acele edilmemesi gerektiğini savunuyor. Konuyu, şehir ve bölge planlama konusunda uzman iki isim Prof. Dr. Mehmet Tuncer ve Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin değerlendirdi.
YAŞANAN YIKIM PEK ÇOK SORUNA YOL AÇTI
Konuyla ilgili görüşlerini aktaran Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın elinde 20 yılda tüm şehirlere ilişkin mülkiyet ve planlama verilerinin tamamını topladığını belirtti. Ancak yıkımın yaşandığı kentlerde pek fazla sorunun eş zamanlı çözüme kavuşturulması gerektiğine dikkat çeken Şahin, “Depremden sonra yıkılan binaların olduğu yere nasıl bir bina yapılacak, ulaşım ve dolaşım hatları değişecek mi, değişmeli mi yoksa yoğunluğun azaltılması mı gerekecek? Çünkü yıkılan binalara baktığımızda ortalama 10-15 kat arasında çok yoğun ve yüksek binalar olduğunu görüyoruz” dedi. Yıkılan bu çok katlı binaların yerine aynı türde çok katlı bina yapmanın hata olacağını aktaran Şahin, her ile özgü karar alınması gerektiğini ve çok iyi bir planlama yapmanın gerekli olduğunu belirtti. Şahin, yıkımın boyutuna göre farklı imar planları oluşturmanın gerekliliğine dikkat çekerken, yapı stoğunun yüzde 70’ini kaybeden yerlerde yeni bir yerleşim alanının seçilerek yapılaşmanın buraya kaydırılması gerektiğini aksi halde yine çok ağır bedeller ödenebileceğini vurguladı. Şahin mart ayında inşa sürecinin başlaması konusunda, “İhale işlemleri belli bir süre alacak bugünden yarına inşaatın başlayabilmesi mümkün değil. Onun için süreç şimdiden düğmeye basılarak başlatılmış olabilir. Geçecek bürokratik süreç zarfında da belki imar planlarıyla ilgili değerlendirmeler yapılacaktır diye umut ediyorum” dedi. Yıkımın çok çeşitli sorunları da beraberinde getirdiğini söyleyen Şahin şu ifadeleri kullandı:
Öte yandan bir diğer temel sorunumuz da şu nüfusla ilgili ciddi bir sıkıntı var. İnsanlar bu bölgelerden ciddi bir göç etme durumundalar. Bu da idari sınırlarla ilgili yeniden değerlendirmeler yapmayı da gerekli kılabilir. İdari sınırlar değişirse, imar planlama konusunda da çok dikkatli olmak lazım. Benim görüşüm acil inşaat yapılması gereken noktalarda belki noktasal, mikro inşaat süreçlerine başlanabilir ama önce bölgenin bütününe yönelik bir bölgesel kalkınma perspektifi çizilmeli. Bu perspektife göre de hangi şehirlerde yeni yerleşim alanları oluşturulacak, hangi şehirlerde mevcut yerleşmenin içinde yapılaşma yenilenecek bunun bölge bölge belirlenmesi gerekiyor. Bu konuda da hızlı hareket edilebilir. Çünkü dediğim gibi bakanlığımızın eskiye göre çok daha iyi bir veri tabanı var ama doğru kararlar alınması lazım. Mesela yeni yapılacak yapılarda, eski bina 18 katlıysa içerisinde diyelim ki 60 daire var. Bu 60 dairenin 60 daire olarak yapılması mümkün olamayacak çünkü aynı yükseklikte yapılmaması gerekir, ne kadar iyi bir teknikle yapılırsa yapılsın. Bu durumda bu binadaki hak sahiplerinin başka bir yere kaydırılması gerekecek. Yani hem yeni yerleşim yapılması gerekecek hem mevcut binaların revize edilerek yenilenmesi gerekecek. Burada çok iyi bir stratejinin yürütülmesi gerekiyor. Tabi bu strateji belirlenirken de inşaat standartlarının da çok iyi belirlenmesi lazım. O da inşaat mühendisliği alanındaki hocalarımızın ilgi alanına giren bir konu.
'ROMA'YI YENİDEN KEŞFETMEK ZORUNDA DEĞİLİZ'
Şahin, özellikle Hatay gibi tarihi dokuyla gündelik hayatın iç içe geçtiği şehirlerde koruma amaçlı imar planlarına uyulması gerektiğine dikkat çekti. Mevcut kent dokusu içine tek tip TOKİ bloğu yapılmaması gerektiğini söyleyen Şahin, özellikle Hatay gibi bir yerde 50-60 yıllık biriken kaçak yapılaşmayı hatırlattı. Burada yapı stoğunun yeniden üretilemeyeceğini ve bir ara yöntem bulunması gerektiğini ifade eden Şahin, kentin mevcut dokusunu koruyarak eski mekânsal dili, toplumsal dokuyu bozmadan, yaşam biçimine dikkat edilen bir proje süreci yürütülmesi gerektiğini söyledi. Şahin’in bu konuda şu ifadeleri kullandı:
Roma’yı yeniden keşfetmek zorunda değiliz. Özellikle Hatay’da şehir plancılarının, mimarların, sanat tarihçilerin yaptığı pek çok araştırma var. Bunlardan yararlanılabilir. Ancak daha önemli bir konu var, mülkiyet konusu. Çünkü farklı etnik unsurların oluşturduğu Hatay, her zaman mülk sahipleri tarafından oluşturulan bir yer değil. Mülk üzerinden bir süreç yürütülürse bölgenin nüfus yapısı değişir ve buna bağlı etnik yapı değişebilir. Bu sebeple önceki çalışmalar göz önüne alınmalı. Çünkü toplumsal canlılığı yitirirsek binaların niteliği bizim ihtiyacımızı karşılamayacaktır. TOKİ geçmişte yaptığı hatalardan ders çıkardı. Eskiden tek tip TOKİ blokları yapmışlardı Türkiye’nin dört bir yanında. Şimdi Diyarbakır Sur bölgesindeki örneklerden sonra, özellikle Sulukule’deki hatalardan da sonra TOKİ de proje çeşitliliğine gitti. Farklı proje elde etme yöntemleri deniyorlar. Umarım bu deneyim Hatay gibi yerlerde de daha iyi bir uygulamanın ortaya çıkmasına ışık tutacaktır.
İMAR AFLARI BU FELAKETE YOL AÇTI
Çankaya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Tuncer, geçmişi anımsatarak “99 depreminde 24 bin konut planlaması yaptık, 11 farklı yerleşim planı yaptık. Bunların hepsi depremin hemen ardından başladı. Prefabrikler kurulmuştu ama kış geliyordu. Ancak bu çalışmalardan önce dönemin İmar ve İskan Bakanlığı tarafından sağlam zeminler seçildi” dedi. Tuncer, öncelikle inşaatların yapılacağı yer seçimleri için sağlam zeminler bulunması gerektiğini ve buralarda haritalandırma yapılarak plan oluşturulması gerektiğini belirtti. Yıkımların yaşandığı yerlerde çok katlı yapılaşmaya izin verilmemesi gerektiğine ifade eden Tuncer, bu bölgede 2 ya da 3 katlı yapılar olması gerektiğine dikkat çekti. Tuncer, Malatya’nın büyük bir depremin ardından ovadan güneydoğu yamaçlarına taşınmış olmasının bile yeterli olmadığını hatırlattı ve şehirlerin inşa sürecine ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:
Fay hattı, her iki tarafında 20-25 kilometre uzaklığında da aynı şiddette deprem oluşturabiliyor. Biz bir çizgi gibi görüyoruz ve herkes ‘Bu çizginin üzerinde bulunmayalım yeter’ olarak algılıyor ama böyle bir şey yok. Bu çizginin en az 20 kilometre doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi aynı şiddette deprem üretir. Bu da mikro jeolojik etütler yapılmasını gerektirir. Zemin etüdü her bina için ayrı ayrı yapılmalı. Çok acil konut ihtiyacı var ama bence kalıcı konuttan önce prefabrikler, konteyner evler gibi geçici konut yapılmalı. Çünkü kalıcı konut planlaması, uygulaması 1 ya da 1 buçuk yıldan önce yapılamaz. Yani bu süre içinde insanların barınma sorunu çözülmeli. Ancak bunu oy devşirme mantığıyla yapılmaması lazım. Geldiğimiz nokta bütün imar afları bu büyük felakete yol açtı. Bunu görmemek pek akıllıca değil. Bilim ve aklın olmadığı yerde felaketler çok olur.