Suat Umutlu
"Kim ki, kitaba düşman, eğitime düşman , insana da düşmandır..." (Mesut TİM)
*
Acaba diyorum;
"İnsanın en büyük cehaleti, kendisini görememesi ve görmek istememesi" olabilir mi?
Sokrates ya da Descartes’e atfedilen “Cehalet mutluluktur” sözüne,
Thomas Gray'in,
“Cehaletin mutluluk olduğu yerde, bilge olmak aptalcadır.” cevabı karşısında,
Cehalet, sadece bireyin değil, tüm bir milletin ufkunu da daraltır; yoksulluğu, şiddeti ve adaletsizliği büyük çapta körüklerde...
Bu nedenle cehaletin sessiz ama yıkıcı etkilerini de gözlemeli ve bilmeliyiz dedim ve
Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün,
“Sevgili Milletim,
Gündemin nabzı, hak ve adalet arayışı, sağlık, huzur ve mutluluk özlemidir.
Dayanışma ruhuyla; çağdaşlık, demokrasi ve laiklik idealleriyle, cehaleti yenip felaketi önleme kararlılığıyla bu vatanı, bu cumhuriyeti sizlere emanet ettim.
Sizin de gözlerinizde o ışığı görüyorum, o ışık hiç sönmesin,yolunuz hep açık olsun!” diye seslenirmiydi diye de düşündüm.
*
Bir toplumu geleceğe taşıyan en güçlü güç, okuma ve düşünme alışkanlıklarıdır. İyi bir eğitim, yalnızca bireyi değil, toplumu da şekillendirir; zira toplum, tıpkı bir ağ gibi birbirine bağlıdır ve bir insanın eğitimsizliği, çevresindeki dünyaya da karanlığın çökmesine neden olur.
Eğitim; sadece okuma yazma bilmek değildir. Gerçek eğitim, sorgulayan, eleştiren, toplumun sorunlarına duyarlı bireyler yetiştirmektir.
"Bize düşen, milletçe çalışmak, çok çalışmaktır," diyordu Rauf İnan.
Gerçekten de, bir milletin başarısı, ancak bilinçli bir şekilde çalışma azmiyle elde edilir.
*
Bir toplumun temelleri, yalnızca ekonomiyle de değil, eğitimle, adaletle, kültürel anlayışla inşa edilir.
Cehalet bir toplumun karanlığıdır diyorsak, ancak eğitim de bu karanlığı yok etmenin en etkili yoludur. Zira,toplumsal bilinç, yalnızca bir toplumun bireylerinin bilinçlenmesiyle mümkündür.
*
Her toplumun tarihsel süreçlerinde, bu karanlıkla mücadele eden aydınlatıcı güçleri olmuştur .
Örneğin, Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, Atatürk’ün eğitim devrimi, ülkenin toplumsal yapısını değiştiren ve aydınlık bir gelecek vaat eden bir adım olmuştur, ki "Cumhuriyet, bilhassa uygarlık yolunda eğitimle yükselir," sözü, her daim geçerliliğini koruyan bir rehberdir.
Bu nedenle,
Bir milletin kalkınması için eğitim bir ön koşul olmalı, ancak yalnızca okullarda verilen bilgiden ibaret kalmamalıdır .
Zira, eğitim, insanın kendini sürekli sorgulaması, toplumun meselelerine duyarlı olması ve bu sorunları çözmek için çaba harcaması demektir.
*
Bir kitap, bazen bir hayatı değiştirirken, bir cümle de, bir insanın zihninde yıllardır çözülemeyen düğümleri çözebilir.
Kitap okumayan toplumlar, başkalarının yazdığı senaryoları yaşar, ki bu yüzden sadece birey olarak değil, millet olarak da kendi hikâyemizi yazabilmek için kitaplara sarılmalı ve her satırda, her hikâyede biraz daha kendimizi bulmalıyız.
Biliyoruz ki,
Okumak, sadece bilgi edinmek değil, aynı zamanda bir düşünce biçimi geliştirmektir.
Günümüzde bilgiye erişim çok daha kolay, fakat asıl mesele bilgiyi seçebilmek, analiz edebilmek, özümseyebilmektir,bu yüzden kitaplar, sadece birer bilgi kaynağı değil; düşünmenin, duygulanmanın, direnişin ve değişimin de sembolüdür.
Unutmayalım;
Bir milletin gerçek zenginliği, raflarındaki kitapların kalitesiyle ölçülür.
Ve bir toplumda kitaplar ne kadar çok okunuyorsa,
O kadar az yalan söylenir,
O kadar az zulüm olur,
O kadar çok özgürlük ve adalet olur.
Unutmayın,
Her kitap bir direniştir.
Kimi zaman karanlığa karşı yakılan bir mum, kimi zaman kör kuyulara atılan bir mektuptur...
Bazı kitaplar vardır, okumaz ama hissedersiniz, zira içine düştüğünüz çıkmazları, haykıramadığınız isyanları, adını koyamadığınız sancıları sizin yerinize o dile getirir,ki sadece bir yazarın değil, bir halkın da haykırışıdır onlar.
*
İşte elimde tuttuğum kitap(*) onlardan biri :
"Karanlığa Karşı Kalem: Bilgiyle Yükselen Nesil" adı...
Bu kitap, herhangi bir kalemle değil, içi öfke, umut, vicdan ve hakikat dolu bir kalemle yazılmış.
Yazar; bir gözlemci değil, bir nefer.
Gözlem yapmıyor; müdahale ediyor.
Sadece soruları sormuyor; cevaplara doğru dikenli yollar açıyor.
Siz bir sayfa çevirirken, aslında içinizdeki suskunluk da çözülüyor.
Korkularınızla yüzleşiyor, hayallerinizle buluşuyorsunuz.
Ve en önemlisi:
“Ben ne yapabilirim ki?” sorusunu bir kenara bırakıp
“Ben nereden başlamalıyım?” diyorsunuz.
Okurken,
Karşılaştığınız her cümle, sizi ya geçmişe götürüyor ya da geleceğe dair bir hesaplaşmaya çağırıyor.
Zira, bu kitap sadece bugünü anlatmıyor, bugünü yaratanları da sorguluyor, yarını şekillendirecek olanları da uyarıyor.
Her bölüm, zihninizdeki zincirleri birer birer kırarken, kalbinizde bir şeyleri de yeniden yeşertiyor.
Umudu mesela…
İnandığınız değerleri…
Unuttuğunuz ilkeleri…
Yazar, sözcükleriyle bize şunu fısıldıyor:
“Bir kalem, bir devrimi başlatmaz belki, ama bir kalemin ucundan doğar.”
Bu yüzden bu kitap, sadece okunacak bir metin değil;
Üzerine düşünülecek, konuşulacak, paylaşılacak bir manifesto niteliğinde.
Son sayfaya geldiğinizde içinizde bir şey eksilmiyor tam aksine, tamamlanıyorsunuz ve hayatınızı nasıl yaşamak istediğinizi bir kez daha sorguluyorsunuz.
Bu kitap;
Sadece karanlığı anlatmıyor,
O karanlığın içinden doğabilecek aydınlığı da gösteriyor.
Ve diyor ki;
Eğitim,
Olmazsa olmazımızdır.
Eğitimin Gücünü de artık farkedebilmeliyiz.
Eğitim, insanlığın zincirlerini kıran en güçlü silahtır; karanlıkta kalmış zihinleri aydınlatır, bireyi özgürleştirir ve toplumu dönüştürür.
Bilgi, insana yalnızca bir diploma ya da statü değil, kendi potansiyelini keşfetme cesaretini verir. Sorgulama yeteneği kazandırır ve körü körüne bağlanmayı değil, akılcı bir duruşu teşvik eder.
Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleri, bu gerçeği en net şekilde ifade eder:
“Eğitim, hükümetin en verimli ve en mühim görevidir.”
Tarih boyunca eğitimli toplumlar, yeniliklerin ve adaletin öncüsü olmuşlardır. Rönesans’tan Sanayi Devrimi’ne kadar, bilgiye erişimin kapıları açıldıkça insanlık büyük sıçramalar yaşamıştır. Peki ya bu kapılar kapalı kalsaydı? Eğitim, o kapıları zorlayan bir anahtardır. Bir lüks değil, temel bir haktır.
Okuma-yazma oranlarının yükseldiği toplumlarda suç oranlarının düşmesi, sağlık koşullarının iyileşmesi ve ekonomik kalkınmanın hızlanması bir tesadüf değildir. Örneğin:
- Güney Kore, 1950’lerdeki yoksulluktan 21. yüzyılın teknoloji devlerinden birine dönüşmesini, eğitime yapılan sistematik yatırımlara borçludur.
- Türkiye’de ise Köy Enstitüleri, kırsalda yaşayan bireyleri hem üretici hem de bilinçli vatandaşlar hâline getirerek eğitimin dönüştürücü gücünü kanıtlamıştır.
Ancak, fırsat eşitliği hâlâ bir hayal mi, yoksa ulaşılabilir bir gerçek mi? Bu soruyu her birimiz sorgulamalıyız. Eğitim, bireyin özgürlüğünün ilk adımıdır. Okuma-yazma bilmeyen bir anne, çocuğuna yalnızca sevgi değil, bilgi mirası da bırakmak istese ne yapabilir? Ya bir genç, cehaletin pençesinden kurtulup kendi yolunu çizebilmek için neye ihtiyaç duyar?
Bilgi, toplumun aynasıdır.
Ne kadar çok insan aydınlanırsa, o aynada görünen yüz o kadar berrak olur. Eğitimin yalnızca bir kalkan değil, aynı zamanda bir kılıç olduğunu da anlamalıyız. Cehalete karşı durmak, bilgiyi yaymakla başlar. Her birimizin elinde bu gücü kullanma şansı var; önemli olan, o şansı nasıl değerlendirdiğimizdir.
Eğitim, bireyi ve toplumu özgürleştiren en büyük araçtır. Bir toplumun kaderini değiştirir. Bilgiye ulaşmak, bir bireyin hakkı ve sosyal devletin görevi olmalıdır.
Özgürlüğün İlk Adımı, okur yazar olmaktan geçer, bilgi toplumun hem aynası hem de gücüdür.
Cehaleti Kırmanın Yolu ;
Cehalet, sadece bireyleri değil, toplumları da derinden etkileyen bir yara olarak karşımıza çıkar. Bu karanlık, yansımalarını nefes alan her canlıya hissettiren ve okuma yazma bilmeyenlerin cehaletten beslenen çatışmalarıyla yarattıkları felaketler şeklinde hayat buluyor.
Ancak cehalet, bir tercih değil, bir dayatmadır. Bu dayatmayı kırmak ise hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır. Çünkü karanlıkta kalan her zihin, yalnızca kendi değil, hepimizi aşağıya çeker. Zincirleri fark etmek ve onları kırmak, ilerleyebilmenin temel adımıdır.
“Cehalet, sessiz bir yıkımdır.” diyelim ve karanlıkta kalan zihinlerin bize neler kaybettirdiğini bir kez daha düşünelim. Toplumlar, eğitim ve bilinçle bu sessiz yıkıma karşı ayakta durabilirler.
Bilgiyle Yükselen Nesil
Bir köydeki çocuk ya da bir genç, internet üzerinden dünyanın en iyi üniversitelerinden ders alabiliyorsa, eğitimin sınırlarını yeniden çizmek ve başarıyla uygulamak mümkündür. Artık gençlere ilham verecek bir vizyon sunmanın zamanı geldi. Çünkü bilgiyle yükselen bir nesil, sadece kendi yaşamını değil, çevresini ve toplumunu da dönüştürme gücüne sahiptir.
Örneğin:
- Hindistan’da bir öğretmenin başlattığı “Duvar Yazıları” projesi*, yoksul mahallelerdeki çocuklara açık havada eğitim vererek binlerce hayatı değiştirmiştir.
- Türkiye’de yerel okuma kampanyaları, kitap kulüpleri ve öğretmenlerin bireysel çabaları umut verici adımlar olarak öne çıkmaktadır. Ancak bu yeterli midir? Şüpheliyim.
Toplumsal değişim eğitimle başlar. İşte tam bu noktada “Karanlığa Karşı Kalem” harekete geçmenin ve ‘Pasif Bir Şikayetçi’ olmaktan çıkıp ‘Aktif Bir Değişim Öncüsü’olmanın çağrısını yapar.
Peki, bunu nasıl başarabiliriz?
Basit ama etkili adımlarla işe başlayabiliriz:
- Aile içinde kitap okumayı teşvik etmek.
- Bir köşede kitap rafı oluşturmak.
- Köylerde ve mahallelerde okullara, dinlenme alanlarına kitap bağışında bulunmak.
- Burs vererek öğrencileri desteklemek.
- Teknolojiye erişimi olmayan çocuklara tablet dağıtmak.
- Yetişkinler için okuma-yazma kursları düzenlemek.
Zor mudur? Sanmıyorum. Hayatımızdaki kalemi nasıl kullandığımız önemlidir. Zincirleri kırmak ve yeni ufuklar açmak cesaret ister. Eğitim, bu cesareti besleyen temel adımlardan biridir. Dijital çağın sunduğu araçlar sayesinde hayal bile edemeyeceğimiz kapıları aralamak artık mümkün.
Bu yüzden, eline kalemi al ve yazmaya başla!
Eğitimle geleceği inşa etmek için görev ve sorumluluklarımız var. İnsan yaratıcılığını ve verimliliğini özgür bırakabiliriz. Dijital dünyada bir olgunluğa ulaştığımızda, yapay zekânın sanatta, bilimde, felsefede ve yaratıcı projelerde işlevsel katkılar sağladığını görebiliriz. Karmaşık problemler çözülür, daha verimli alanlar yaratılır.
Bu, gençlerimizin sahip olduğu potansiyeli doğru yönlendirmekle mümkündür: Bilgiyle Yükselen Nesil.
Onların bilgisiyle aydınlanan bir geleceği istemez miyiz?
Işığı Yaymak mı!
Rauf İnan’ın şu sözleri ne güzel özetliyor:
“Bizim asıl bayramımız, yurdumuz bu gerilikten, bu karanlıktan kurtulduğu gün başlayacaktır.”
O bayramı görmek için milletçe çalışmak zorundayız. Her birimiz birer meşale taşıyıcısıyız.
“Haydi! Oku, okut ki artık kimse maval okuyamasın, mavala da inanılmasın.”
Mesut Tim’in “Kitap Baba” lakabıyla İzmir’de yaptıkları, bir insanın tek başına bile ne kadar büyük fark yaratabileceğini gösteriyor. O’nun kitap dağıtımıyla başlayan hareketi, ülkenin dört bir yanında Atatürk Çocukları Kütüphaneleri kurarak binlerce çocuğu aydınlatmıştır.
Biz neden başar(a)mayalım ki?
Düşünün, bir toplumda herkes okusa, sorgulasa, bilse… O toplumun karşısında hangi karanlık durabilir?
Atatürk’ün Mart 1922’de henüz düşmanı denize dökmeden söylediği şu sözü bir pusula gibi takip edelim:
“Eğitim, hükümetin en verimli ve en mühim görevidir.”
Evet, “Ben bir adım attım, kalemimle bir meşale yaktım.” deyin ve bir başlangıç yapın. Cehaleti yendiğimiz gün, asıl bayramımız başlayacak.
Bu zincirler hep birlikte kırılacak. “Ben” değil “Biz” olursak… Kalem elimizde, ışık yüreğimizdeyse, bir çocuğun gözlerindeki parıltıyı, bir annenin okuduğu ilk cümleyi ya da bir gencin sorduğu o ilk soruyu hayal edin. İşte o an, felâketi yendiğimiz andır. İnanın.
Bu topraklarda nice değerli insanlar geldi geçti; kimi düşüncesiyle, kimi kalemiyle, kimi de suskunluğuyla iz bıraktı.
Ama sen!
Evet, sen, bu satırları okuyan kişi...
İz bırakmakla yükümlüsün artık.
Çünkü dünya, susanlardan değil;
konuşanlardan, yazanlardan, hesap soranlardan yana evriliyor.
Bugün hâlâ "çocuk gelinler" varsa,
"taş atan çocuklar" diye manşet atılıyorsa,
üniversite mezunları işsizse,
bilim değil, hurafe kutsanıyorsa...
Orada, hâlâ konuşulması gereken şeyler var demektir.
Ve hâlâ yazılacak kitaplar,
anlatılacak hikâyeler,
uyandırılacak insanlar var.
Sözün gücüne inanmak gerekir.
Çünkü söz, bir kıvılcım gibi zihinleri tutuşturabilir.
Bir kitap, karanlık bir odada yakılan mum gibidir.
Ve bir mum, binlerce karanlığa bedeldir.
İşte bu yüzden “Karanlığa Karşı Kalem” diyorum.
Çünkü kalem; kılıçtan keskindir, çünkü kalem;
kafalarda zincir olan cehaleti kırar.
Ve ne diyor Atatürk bir konuşmasında:
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.”
Bu sözü duyan ama anlamayanlar yüzünden değil mi zaten bu hâlde oluşumuz?
Bilimin rehberliğine sırt çeviren her millet,
kendini bataklıkta bir sandal gibi çırpınırken bulur.
Ve ne yazık ki bazıları hâlâ bataklığı deniz sanıyor...
Sözün özü, kardeşim:
Bu ülkenin ihtiyacı olan şey;
daha fazla saray değil, daha fazla kütüphanedir.
Daha fazla ekran değil, daha fazla kitap sayfasıdır.
Ve daha fazla “bana ne” diyen değil,
daha fazla “ben ne yapabilirim” diyen insandır.
Yarınlara ışık tutacak her adımda
karşımıza cehaletin taşları dizilecektir.
Ama biz, her taşın üstüne basarak yükseleceğiz.
Çünkü bizim yolumuz;
bilgiden, bilinçten, mücadeleden geçiyor.
Ve bu mücadele, sadece bugünün değil,
gelecekte doğacak çocukların da mücadelesidir.
Unutma ki;
Bir kitap, bir ülkenin kaderini değiştirebilir.
Bir fikir, milyonları uyandırabilir.
Yeter ki sen, inan, oku ve “ben de bu karanlığa bir mum yakacağım” de.
Zira, o mum tüm karanlıktan daha güçlüdür.
Bir kalem, bir mum ve biraz umutla...
Ey okur,
Bu , bir çağrı, bir uyarı, bir cesaret metnidir.
Oku ki,
Maval okuyana kanma.
Sana anlatılanı değil, gerçeği anla.
Bir birey ol, bir yurttaş ol, bir insan ol.
Zira,
Kalemin gücüyle yeniden çağdaş bir ülke hayal değil ve hepimizin görevidir.
Yeter ki,
O ışığı taşımaya, büyütmeye, geleceğe aktarmaya varım, diye haykır...
Karanlığın en çok da susanlardan cesaret aldığını ve O karanlığı ancak düşünen bir kalemin yenebileceğini hatırlatarak sesleniyorum;
O, neden, sen olmayasın?
O ışığı yayalım, Şeyh Edebali 'nin öğüdünü hatırlatarak ;
-Cahil ile dost olma, o ilim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez ...
-Saygısızla dost olma, usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez...
-Aç gözlü ile dost olma, ikram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez...
-Görgüsüzle dost olma, yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez ...
-Kibirliyle dost olma, hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez...
-Ukalayla dost olma, çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur...
-Namertle dost olma, mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez ve hep üzülürsün...
Bu nedenle,
Sen seni bil, ömrünce bu yeter sana..."
Haydi !
(*) O kitap henüz yazılmadı.