Suat Umutlu

Köstebekten tünel kazmayı, kuştan yuva yapmayı, kunduzdan ambar kurmayı öğrendik. Doğanın düzenine hayran kaldık ve onun yasalarını kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda uyarladık. Ancak insanoğlu, öğrenme sürecinde yalnızca üretkenlik ve yaratıcılığı değil; hırs, zalimlik ve ahlaksızlık gibi karanlık yönlerini de ortaya çıkardı. Bu içsel çelişki, insanın doğadan öğrendikleriyle yarattığı dünyayı nasıl yıkıma sürüklediği sorusunu gündeme getiriyor. 

İnsan, masumiyet içinde bir varlıkken, bu masumiyeti nasıl kaybetti? Doğanın saflığı içinde bile bu denli bir kötülüğü geliştirme eğilimini nereden kazandık? Tüm diğer canlıların, insanın bu eğilimlerini sorguladığı bir mahkeme hayal edelim. Doğanın masum temsilcilerinin insanlığa şu soruları sorduğunu düşünün: "Dünyayı bu hale nasıl getirdiniz? Size tohumları bozma, yiyecekleri zehirleme, insanları topluca katletme hakkını kim verdi?" Bu sahne, yalnızca bir metafor değil; aynı zamanda insanlığın kendi vicdanı ile yüzleşme zamanının geldiğinin bir işareti.

Bireyden Topluma: Yozlaşmanın Döngüsü

Toplumsal yozlaşmanın temelinde bireyin ahlaki zaafları yatar. Birey, kendi çıkarları uğruna, ilkelerini ve değerlerini bir kenara bırakmayı seçtiğinde; bu zaaf, toplumsal bir hastalık haline gelir. Bu noktada, yalakalık kültürü devreye girer. Yalakalık; bireyin ahlak, liyakat ve erdem gibi değerleri hiçe sayarak, yalnızca kendi menfaatlerini öncelediği bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi, bireysel bir zaaf olmanın ötesine geçerek, toplumsal sistemleri çürüten bir salgın halini alır. 

Yalakalık, sadece bireylerin değil, kurumların da çöküşünü hızlandırır. İçi boşaltılmış sistemlerde liyakat ödüllendirilmez; aksine, çıkar ilişkilerine dayalı bir "yalaka" kültürü hakim olur. Bu durum, toplumun ortak aklını ve etik değerlerini yitirerek, içi boş bir kabuğa dönüşmesine neden olur. Kendi çıkarlarını korumak adına her şekle giren bu insanlar, ne ilkeye ne de erdeme bağlıdır. Onların tek rehberi, kısa vadeli menfaatleri ve kişisel kazançlarıdır. 

Toplum, bu tür bireyleri ödüllendirdikçe, yozlaşma döngüsü hızlanır. Yalaka figürünün yaygınlaşması; liyakat sahibi bireyleri, adaletli sistemleri ve erdemli bir yaşamı tehdit eder. Bu noktada şu soruyu sormalıyız: İnsanlık, bireysel zaaflarını ve toplumsal yozlaşmasını nasıl aşabilir?

Bir Çıkış Arayışı

İnsanlığın kurtuluşu, kendi içsel karanlığını sorgulayıp, bu karanlığın kökenine inmekten geçiyor. Öncelikle, bireysel ahlak ve vicdanı güçlendirmek zorundayız. Eğitim, bu dönüşümde kilit bir rol oynar. İnsanların yalnızca bilgiyle değil, aynı zamanda empati, liyakat ve adalet gibi değerlerle donatılması gerekir. 

Toplumsal düzeyde ise sistemlerin yeniden yapılandırılması şarttır. Çıkar ilişkilerine dayalı bir düzen yerine, liyakati ve adaleti ödüllendiren bir düzen kurulmalıdır. Bireysel hırs ve menfaatlerin önüne geçecek mekanizmalar oluşturulmalı ve etik değerler toplumsal yaşamın temeli haline getirilmelidir.

Doğa ile uyumlu bir yaşam anlayışı da bu dönüşümün bir parçası olmalıdır. İnsanlık, yalnızca kendi türü için değil, tüm canlılar ve gezegen için bir sorumluluk üstlenmelidir. Bu sorumluluk, geçmiş hatalardan ders alarak, adil bir düzen inşa etmeyi gerektirir. 

Sonuç: Kendimizi Aşmak

İnsanlık, değerlerini yeniden keşfetmeli ve kendi karanlığını aşma cesaretini göstermelidir. Eğer bireyler ve toplumlar, adalet, empati ve liyakat gibi temel değerleri ön plana çıkarabilirlerse, insanlık hem doğayla hem de kendi vicdanıyla barış içinde bir geleceği inşa edebilir. 
Not:
Bu yazıda , Kenan Özek’in doğanın saflığını sorguladığı eleştirilerinden ve Ahmet Zorlu’nun yozlaşmayı analiz ettiği görüşlerinden esinlenilmiştir. Onların bu derin analizleri, insanlığın kendini sorgulaması ve çözüm yolları arayışında önemli bir ilham kaynağıdır.