Suat Umutlu

"Zenginlik mi, güç mü, sonradan görünür mü? Duruşu değiştirenler, neye nasıl karar veriyor?" (S.U)

*
Bugünün dünyası...
Düzenin kaybolduğu, adaletin silikleştiği, savaşların büyüdüğü, barışın ise her geçen gün biraz daha küçüldüğü bir zaman dilimindeyiz. 
Derin çelişkiler, ekonomik krizler, çevre felaketleri, savaşlar, hak ve hukuk ihlalleri… 
Her biri insanlığın birlik ihtiyacını daha da yakıcı kılıyor.
Mario Levi'nin şu sözü kulağımızda çınlamalı:
“Onca kötülüğün hüküm sürdüğü bir dünyada iyi olmayı seçmek bir isyandır, birçok insanın sandığı gibi ahmaklık değil.”
Bu söz sadece bir tespit değil; bir duruş, bir çağrı, hatta bir manifesto...
İyiliği seçmek, erdemli bir başkaldırıdır. Ve bu başkaldırı, “BEN” olmaktan “BİZ” olmaya giden yolun ilk adımıdır. Çünkü dünya, ancak düşüncede birleşenlerin dayanışmasıyla kurtulabilir.
*
Bilim Kurgudan Gerçeğe: Geleceğin Gölgeleri
Peki, biz kendi sorunlarımızla boğuşurken dünyanın öte yanında neler oluyor?
“Azınlık Raporu” filmini izleyenler hatırlayacaktır: 2054’te cinayetler, precog adı verilen medyumlar sayesinde işlenmeden engelleniyordu. Ta ki sistemin başındaki kişi, bir cinayetle suçlanana kadar...
Film şu soruyu soruyordu: “Kader mi, özgür irade mi?”
Ve aynı zamanda, teknolojinin kusursuz olmadığını gözler önüne seriyordu.
 Bugün, o hayal dünyası gerçeğe çok yakın: Bilim kurgu artık sadece perdede değil, veri merkezlerinde ve devlet laboratuvarlarında hayat buluyor. 
TV ekranlarına bağımlı olduğumuz o günler...
Kötü karakter Şerif Titus'ın, Flamingo Yolu  dizisindeki bir sözünü hayal meyal hatırladım; "Sen, hayal aleminde fazla mesai yapıyorsun!"diyordu...
Demek ki, bizleri o filmlerle hayal dünyasında gezdirirken, arka planda büyük bir ideal olarak o mesailer yapılıyormuş...
*
İşte o mesailer hakkında bilgiler...
Çin’den başlayalım…
Ülkede 700 milyondan fazla kamera var. “Skynet” ve “Sharp Eyes” projeleriyle neredeyse her insan bir dijital göz tarafından izleniyor. Yüz tanıma sistemleriyle sokakta yürürken, markete girerken, hatta evinizin kapısını açarken bile bir veri haline geliyorsunuz.
Xinjiang bölgesinde, bireylerin 24 saatlik günlük rutinleri dosyalanıyor. “Sosyal kredi sistemi” adı altında, düşük puanlı bireyler uçak bileti dahi alamıyor.
Adına “toplumsal istikrar” diyorlar.
Ben ise “dijital bir hapishane” demeyi tercih ediyorum.
*
İngiltere’ye uzanalım mı!
Burada ise durum biraz daha farklı. Çin’de olduğu gibi herkes gözetlenmiyor. Ama burada da başka bir tehlike var: algoritmalar geleceği tahmin etmeye çalışıyor.
Adalet Bakanlığı, yapay zekâ destekli “Cinayet Tahmin Projesi” üzerinde çalışıyor. Bu sistem, bireylerin geçmiş suç kayıtları, sosyal davranışları, yaşadıkları yer gibi verileri analiz ederek “bu kişi gelecekte cinayet işleyebilir mi?” sorusuna cevap vermeye çalışıyor.
İlk bakışta etkileyici, tıpkı bankaların kredi riski analizleri gibi... Ancak burada mesele para değil, insan hayatı gibi ...
*
Adaletin makine eli,ya da algoritmaların karar yetkisine karşı bizim de bir sorumuz olsun;
Sen bir makinesin, verdiğin rapora göre, bir insanı nasıl “potansiyel suçlu” ilan edebilirsin ve bu ne kadar adildir?
ABD’de benzer bir sistem var, adı COMPAS... Burada siyah bireyler beyazlara göre yüksek riskli gösterilmiş..pÇünkü veri önyargılıymış, Polis belli mahallelerde daha çok devriye gezdiğinden o mahalleler “suç yuvası” olarak tanımlanmış...
İngiltere’de de aynı risk var. Durham’daki HART sistemi, %98 doğruluk iddiasında bulundu. Ama %2’lik hata payı kimin hayatını kararttı, acaba!
Masum birinin fişlenmesini düşünün ... O kişinin işini, itibarını, özgürlüğünü vs. kaybetmesi demektir.
Yine,West Midlands Polisi de benzer bir sistemi kodlama hataları nedeniyle çöpe atmak zorunda kalmış, yani sakıncalar sıkıntılar bol...
Yani mesele sadece teknoloji değil, aynı zamanda hem etik hem de hayatın içinden dertler yanyana sıralanmış gibi... 
Meselemiz, teknolojiye ne kadar güvenebiliriz? noktasında;
"Ey makine, sende vicdan var mı?"
*
Çin’de herkese bir numara veriliyor.
İngiltere’de algoritmalar, insanı'da, insanlığı da  fişliyor, adım adım...
Bizde ise henüz o denli gelişmiş sistemler yok ama yavaş yavaş yayılıyor.
*
Bir nokta çok önemli, adalet...
Adalet, insan vicdanından çıkıp soğuk algoritmalara teslim edilirse ne olur?
Masumlar bile “riskli” kategorisine girer ve özgürlükler, “güvenlik” adına feda edilir...!
O halde ne yapılmalı?
Öncelikle şeffaflık şart,veriler nasıl toplanıyor, kim işliyor bunları halk bilmeli...
Ardından bağımsız denetim ve algoritmaların incelenmesi, önyargılar varsa tespit edilip düzeltilmeli.
Etik kurallar açıkça konulmalı:
Masum bireylerin damgalanması yasaklanmalı.
Teknoloji şirketleri sorumluluk almalı.
“Black box” algoritmalar değil, açıklanabilir sistemler geliştirmeliler. Kodlama süreçlerinde önyargıya yer olmamalı.
*
Son Söz...
Yine Adalet ile ilgili ...
Yapay zekâ bu konuda rehber olabilir ama bir kahin gibi karar verici asla olmamalı, olamaz...
Sadece yardımcı olmalıdır.
Çünkü adalet, bir raporla değil; vicdanla tartılır.
Ve unutmayalım:
Bu sistemlerin kaderi bizim ellerimizde.
Sorgulamak, itiraz etmek, çözüm üretmek…
Hepsi mümkün.
Teknolojiyi kullanalım ama ona teslim olmayalım.
Zincire vurulan değil, özgür bireyler olarak yol alalım.
Çağdaş olmak elbette ki bilimle ama böylesi değil...
Nokta ...
Bir şiir mi, yoksa sitem mi diyerek;
"Onlar hayatımızı yönetiyor,
Tercihlerimizi şekillendiriyor,
Bizim yerimize karar veriyor.
Artık,
Algoritmacılar, yeni kanun
koyucularımız...
Bilgi güçtür elbet, onu elinde tutana
avantaj sağlar, 
Elimizdeki cihazlar bilgi fabrikası sanki !
Ama bir kez düşünmek gerekmez mi, bu bilginin mahremiyeti nerede? diye...
Unutma, bilginin kapsama alanında olmak aynı
zamanda kapsandığınızı da gösterir.
Gerçeği aramak yorar insanı...
Düştüğü yürekte huzur da bırakmaz,
Giderilene dek zihninizi meşgul eder.
Güven sarsılır, itibar zedelenir
Hatta inancınızı da törpüler.
Zira, şüphe büyük bir çiledir, meğer ki düşmeye görün...
Kavurur, eritir, bitirir seni de,beni de, onu da...
İnanın..."