Suat Umutlu

"Bir zamanlar kalabalıklar içinde,
Her yüz bir hikaye, her göz bir sır idi.
Şimdi herkes bir adada, kendi başına,
Bireysellik denizinde yalnız birer kum tanesi" Ahmet Atam...
*
Prof. Dr. Niyazi Kahveci'nin
"Aklımızın çapını genişletmeden, mevcudun dışına çıkamayız... Kafalar problemli, şizofrenik, çağdışı..." ifadesine katılıyorum...
*
Amma velakin... 
O kafa nedeniyledir ki,
"aklının harımı" dediğimiz duvar o kafayla yıkılmış ve çapları çoktan genişlemişse...

İçinde ilimin, irfanın,  kültürün, saygı ve sevginin olmadığı ya da yaratılamadığı, az gelişmiş ya da gelişmekte olan  toplumlarda yaşanacak böyle genişlemeler maalesef mevcut soru ve sorunları daha da çözümsüz hale getirmişse ...

Tıpkı gazetedeki yarım kalmış bulmacayı tamamlamanın zorluğu gibi...

Ne yapılmalı? 

*
Yaşadığımız toplumda,
Ahmet Atam'ın ifadesiyle ;
 "Caddede sokakta karşılaşsak selam vermemek için önümüze bakar olduk..."

Selam vermeye başlasak, nasıl olur! 
Selam verdik, borçlu çıktık mı...

"İnternetin, televizyonun esiri ve eş dostla da göz göze gelmeye çekinir olduk..."

En yakın arkadaşın, dostun... Ya da en çok sevdiğin... Sahi kimdir?

 "Sıradan bir 'merhaba' bile sanki parayla satın alınıyormuş hale geldi."

Bir gün gelecek... Değil merhaba kelimesine, bir sese, bir fısıltıya da ihtiyaç duyabilirsiniz, kuş sesine bile... "Yeter ki bir ses, bir nefes olsun, başka şey istemem..." 
Bugünden başlayarak MERHABA...

"Burnu Kaf Dağı'nda olanlar .. Oysa başımızı çevirsek, yok olurlar!"

Niye fazla değer verirsiniz ki, o gurur o kibirin altında bir "hiç" olduğunu gizliyorlar aslında... Gör ama bakma, ya da bak ama görme... (Nurullah Ataç 'dan, yanlış hatırlamıyorsam...)... Anladınız!

"Miras karşılığı sevilmeye başlandı ana babalar... Gerçek sevgi ve saygı mı dediniz, yalan oldu."

Eeee, "yalan dünyadayız" diye diye alıştık...

"Baba açlığımız kaç gün sürecek!" deyince, "40 gün" diye cevaplamış babası...
"Peki, sonra doyacak mıyız!..."
"Hayır, alışacağız..."
ALIŞTIK...

*
Alışmaların sonucunda insanı, aşkı, sevdayı, vefayı, dostluğu, arkadaşlığı bir kara değirmen gibi öğüttük...

Kişiler arasındaki fiziki mesafe daraldıkça, insani ilişkilerin arası da açılıyor:  Ya bireyselleşme ya da liderler yüzünden...

Hakikaten kutuplaştırıldı mı bu halk?...

Zayıflayan toplumsal bakış açımız ve kaybolan vicdanlarımız mı; kendine bile düşman kesilen insanı yaratan, insanlığımızı un ufak eden...

Sadece on saniye düşünün!
*
Neva Çiftçioğlu diyor ki;

"Kaç kere söyledim ama nafile...” İşte bu cümlede bitiyor iş. Bıkmışlık, tükenmişlik ve yorgunluk belirtisidir bu 5 kelime.

Duyulmama ve anlaşılmamanın verdiği sıkıntıyla çaresizliğin başladığı noktadır o an. Söylenen her kelime, söyletene ulaşamadan görünmez bir camdan duvara vurup yere düşer adeta.

Bu döngünün tek bir sebebi vardır: İçinde yaşadığımız görünmez kafeslerimiz! 
Senin, benim, hepimizin kendimizi hapsettiğimiz birer kafesimiz var aslında. 

Aklımızın ermeye başladığı ilk günden..  Önce ailemiz sonra toplumsal değerler, kültürel yapı ve inançlar santim santim parmaklıkları örmeye, içini kendine göre döşemeye başlar. 

Sonra da bize “kafesin içinin doğru, gerekli ve önemli, dışının ise yanlış, gereksiz ve önemsiz şeylerle dolu” olduğunu söylerler.

 Biz de inanır, kabullenir, ağzımızda özgürlük söylemleriyle aslında bir ömür boyu ciddi anlamda “tutuklu” yaşayıp içimizdeki tatmin edemediğimiz açlıkla göçüp gideriz.

 Manevi değerlere saldırılar, maddi yaralanmalar, çevrede duymaktan bıktığımız tecavüzler, savaş, haksızlıklar, yolsuzluklar, terör yavaş yavaş bizi tutsak eden parmaklıkları (korunduğumuzu sandığımız için) daha da sağlamlaştırır.

İroniye bakın ki kurtuluş aslında o parmaklıkların sağlamlaştırılmasında değil, yıkılışında ve özgürlüğe gerçek anlamda atılacak adımda saklıdır.
*
 Niyazi Kahveci'nin " aklın çapını genişletmesi..." aynı görüş, aynı sonuç . ..
*

"Özgürlüğe atılacak adımı, içinde bulunduğu kafese göre herkes farklı tanımlar...Benim için sadece 2 yol var: Okumak ve dinlemek yani kısacası öğrenmek. " diyor Neva Çiftçioğlu...
Ama,
"Her konuda, her alanda... Kabul edelim ki toplumumuzda bu her iki yol da tıkanmış görünmekte."diye de ekliyor.

 Okuduklarımız da dinlediklerimiz de kafesimizin içerisine (para ya da konum kazanmak amacıyla) atılanlarla kısıtlı maalesef. 

Okumak ve dinlemek beynimizin tümünü aktive eder. Şayet okuyup dinlediklerimiz kafamızda hiçbir soru ve yorum oluşturmuyor, tartışmamıza fırsat vermiyor, yeni ufuklar açmıyor ve adeta uyuşturuyorsa yanlış seçeneklerle yüz yüzeyiz demektir.

Özetle, artık çevremizdeki kafeste yaşayanları eleştirmekten vazgeçip önce kendimizi, sonra çocuklarımızı kendi kafeslerimizden çıkarmanın, okuma ve dinleme özrümüzü gidermenin tam zamanı. Aksi takdirde sağlığımızı da kısa sürede kaybedeceğiz.

*
Bu nedenle,
"İkilik yaratan her konuda 2 kere düşüneceğiz... 

Bilinçli olarak oluşturulan toplumu birbirine kırdırtma ve saldırtma’lara bir tarafın fikri cazip gelse dahi kolları sıvayıp girmeyecegiz.

 Çünkü görmenizi istemedikleri sağlam, üçüncü bir yol hep var;
 Birlikte elele vermek... O’nlara tehlike size huzur.....
 Her birimizin hayatta farklı deneyim ve  kişiliği var.Zaman sınırlı, başkasının hayatını yaşayarak boşa harcamayalım.

Dogmalara kapılmayalım. Bu, başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşamak olur.

O halde, birbirimizden öğrenmeye ihtiyacımız var... Aynı fikirde olmasak da bakış açımız önemli ...Etrafımızdaki duvarları germek asla egomuzu incitmez."

*
Yaradanın bedava verdiği bir akıl var.. Bari yüzde 10'u kullanılsa idi un ufak olmazdık, diye düşünüyorum...
Ama...
Beyinler başta olmayınca ne hale geliniyor.
Birlikte yaşıyor ve görüyoruz.  

*
Hayatı öĝreniyorum şimdi,
Bir başıma.
Savaşı-YORUM...

Her gün,
Oku-YORUM...
Yatı-YORUM...
Gezi-YORUM...
Çizi-YORUM...

Eyi, hoş da
Her şey boktan,
Her yeri it sarmış!
Pis sülükler, adi hırsızlar,
Beyin özürlüler,
Ve daha niceleri...
Bunları yok etmem gerek,
Bili-YORUM...

Yarın çocuğum olacak,
Ona güzel bir gelecek vermek için;
Bunların hepsini
Yok etmem gerek...

Yaşasın,
Artık ben de
Düşünű-YORUM...
Ve öyleyse
Yaşı-YORUM...
(...ya siz!), MESUT TİM...