Suat Umutlu
Hayat, kapısı ardına kadar açık bir okuldur; bize sormadan, durmaksızın ders verir. Sabah kahvenizi döktüğünüzde sabır öğretirken, trafikte korna sesiyle de empatiyi hatırlatır ya da sevdiklerinizle geçirdiğiniz bir akşamda sevginin gücünü hissettirir.
Ama bazen bu dersler daha derindir, zihni sarsar, ruhu sınar.
Ludwig van Beethoven, sevdiği kadın Magdelena’nın "Seni sevdiğimi de nereden çıkarıyorsun? Bir kere sen daha çocuksun. Yaş olarak kastetmiyorum. Kafa bakımından. Aptalın birisin... Üstelik de çirkinsin,” sözüyle reddedilmişti, ki tokat buydu. Bir genç için bundan daha ağır tokat olabilir mi?
Öyle ki, bu reddedilme onu uzun süre kendine getirememişti...
Ama zihni bu acıyı işlerken profesyonel müzik kariyerini ateşledi, ne dersiniz?
Yine, o terk edişle yıkıldığında, zihni ölümü düşünse de Ayışığı Sonatı’nda yeniden doğmuş; sağır kulaklarına rağmen kalbiyle duyarak bestelediği bu eserle, aşkının acısını notalara dökmüş ...
Kardeşinin ölümü sonrası yeğenine baba olmaya çalışması ise zihninin sevgi ve sorumluluk dersini davranışa çevirme çabası olmuştur, ki hastalıkları buna engel olsa da...
Lakin ağır bir hastalığın pençesindeydi, sanki iyileşmek de istemiyordu. 26 Mart 1827 günü hayata veda etti. Adeta, kimse acımayınca, o kendine acımış ve bir mektup bırakmıştı ardında:
“Zavallı Beethoven... Zavallı Beethoven’cik... Bu dünyada senin için mutluluk yok. Huzuru ve mutluluğu sen ancak kafanın içindeki dünyada bulabilirsin,” diyordu.
Öldüğü gün, Schubert, şöyle der masa arkadaşlarına: “Kadehimi, Beethoven’in ve bir de içimizden onun arkasından ilk gidecek olan kişinin şerefine kaldırıyorum.”
Benzer şekilde, annesinin kaybıyla derin bir depresyona sürüklenen bir yazar, yolda yürürken zihninde beliren bir şiiri kâğıda döker, acısını dizelere, yasını yaratıcılığa dönüştüren bir ders olur..
Teklifsiz okul öyle bir yerdir ki, neyi ne zaman öğreneceğinizi bilemezsiniz.Zihnimiz, bu dersleri bir kompozisyon gibi işler: girişte olayı algılar, gelişmede tartar, sonuçta ya bir söz dökülür dilimizden ya da bedenimiz bir davranışla konuşur.
Unutmayın, her şey aklımızla fikrimizin elindedir. Zihin, bizi ya doğruya taşır ya da yanlışa sürükler; beden, sadece onun izinden gider.
Zihnimiz, beynimizde muhakeme yapar, duygusal merkezlerde tepkileri ateşler, bellekte geçmiş deneyimlerden notlar sunar, bizlere...
Örneğin, biri size ters bir söz söylediğinde zihin, olayı yakalar: “Bu ne anlama geliyor?” diyerek tartar, analiz eder:
“Hakaret mi, yoksa yanlış mı anladım?”
Sonuçta ya “Haklısın” dersiniz ya da öfkeyle karşılık verirsiniz.
Ama ya zihin dar, bilgisiz ya da aceleciyse?
İşte o zaman kompozisyon yanlış yazılır.
Bilgisiz bir zihin, farklı bir görüşü tehdit sanır. Zira, çözümleme araçlarından yoksundur. Aceleci bir zihin, düşünmeden tepki verir ve “üç kere düşün, bir kez konuş” disiplininden de habersizdir.
Sonuç mu?
Yanlış sözler, incinen kalpler, hatta suçlardır...
Yani teklifsiz okul, zihnin bu sınavlarında ne kadar hazırlıklı olduğunuzu test eder.
Bilimsel olarak, muhakeme gücümüz beynin sağlıklı çalışmasına bağlıdır. Ancak cehalet, kültürel yoksunluk ya da stres, bu bölgeyi köreltebilir, ki tarih, bunun örnekleriyle doludur: bağnazlık, linçler, çatışmalar…
Hepsi, zihinsel darlığın ya da düşüncesizliğin eseridir.
Teklifsiz okul, hoşgörü dersi sunar, ama bilgisiz zihin ötekileştirir.
Empati dersi verir, ama aceleci zihin saldırır. Örneğin, bir topluluk, farklı bir kültürü tehdit olarak görür, nedeni zihinleri yeni bir fikri işleyecek donanımdan yoksun olmasıdır...
Ya da bir anlık öfkeyle işlenen bir suç…
Zihin, “Beni küçük düşürdü” diye tahlil eder, ki düşünme fırsatı bulsaydı bir yanlış anlaşılma olduğunu fark edebilirdi ...
Teklifsiz okul, zihnin aceleciliğe karşı sabırlı olmasını öğretir.
“Üç kere düşün, bir kez konuş” felsefesi, belki de bir rehber olur, zihne bir an soluk aldırır, beynimize “Dur, tekrar bak” der, duygusal tepkileri dizginler, geçmişten öğrenmeyi devreye sokar, kimbilir?
Diyelim ki, iş yerinde sert bir eleştiri aldınız ve sinirlendiniz. Hemen yanıt vermek yerine düşünürseniz, belki eleştirinin yapıcı olduğunu dahi görürsünüz.
Bir dost, bir arkadaşla olan tartışmanızda, “Kırıldım” demeden önce biraz bekker, düşünürseniz eğer, sadece yanlış anlamayı ya da anlaşıldığını fark edebilirsiniz.
Teklifsiz okul, bu disiplini öğretir: Yavaşlayın, çözümleyin, kompozisyonu doğru yazın. Düşünmek, zihni özgürleştirir; acelecilik ise zincire vurur.
Zihnimizi bu okulun daha iyi bir öğrencisi yapmak da mümkündür.
En önemli unsur elbette eğitim ve kültür...
O, beyinde yeni bağlantılar kurar, zihni zenginleştirir, farklı insanlarla iletişim, muhakeme yelpazesini genişlettiği gibi bilinçli farkındalık yaratır ve bir anlık nefes molasıyla ani tepkileri de törpüler.
İşte teklifsiz okul, her an bir ders sunar, ama bu dersleri doğru almak zihnimizin niteliğine bağlıdır.Cehalet ya da acelecilik, yanlış sözlere, kırık kalplere, hatta felaketlere yol açar. Ancak “üç kere düşün” disipliniyle, aklımız bizi doğruya taşıyabilir.
Neticede, her şey aklımızla fikrimizde başlar. “Allah sana akıl vermiş, fikir vermiş” derler ki, bu zihnimizin hem özgürlüğü hem de sorumluluğudur.
“İnsanın fikri neyse zikri de odur” atasözü de düşüncelerimizin sözlerimize ve davranışlarımıza yansıdığını hatırlatır.
Zihnimiz, hayatın kompozisyonunu yazan bir kalemdir. “Sen, düşündüğün şeysin!” fısıltısı ise bu kalemi bilinçle tutmamızı öğütler, bir yere not ediniz!
Beethoven’ın acısını Ayışığı Sonatı’na, bir yazarın yasını ise şiire dönüştürmesi, zihnin en ağır dersleri bile yaratıcılığa çevirebileceğini göstermiyor mu?
Teklifsiz okul, bize her an bir ders sunarken, aklımızın rehberliğiyle ya doğruya ya da yanlışa yol alıyoruz.
Beden, ruh ve zihin üçgeni, insanın fiziksel, ruhsal ve zihinsel yönlerini bir bütün olarak ele alan bir kavram olup birbiriyle bağlantılıdır ve birbirini etkiler. Zihnimizi tıpkı bir enstrüman gibi kullanırsak birçok zorlukların üstesinden gelebilir, birçok başarıya imza atabiliriz. Kısaca;
Yaşamın bazı derslerini zihnen doğru olarak kabul edebiliriz ama önemli olan, bunları yaşamımızın vazgeçilmez uygulamalı unsurları arasına katabilmektir.
Sen, kendine hangi düşünceyle yeni bir dünya yaratmak ve yaşamak istersin?
Biraz izan, biraz mizanla...
*
Yazıda esinlendiğim paylaşımları okumanız dileğiyle, kendilerine teşekkür ediyorum.
Gürcan Banger, “Yaşam Bir Okul Olsa,” İstikbal Gazetesi, https://www.istikbalgazetesi.com/makale/yasam-bir-okul-olsa-300768
Nezihe Sönmez, “Zihnin Gücü Evrenin Anahtarı,” Antalya’nın Gündemi, https://www.antalyaningundemi.com/zihnin-gucu-evrenin-anahtari
İfral Turgut, “Ayışığı Sonatı,” Adana Ulus, https://www.adanaulus.com/kose-yazilari/ayisigi_sonati-162892.html