Faşizm, bir toplumsal yönetim sistemidir. Sözlük anlamı, bir toplumda tüm yetkilerin bir tek parti veya kişi elinde toplandığı sistemidir. Demokratik rejim karşıtı, bir çarpık ulusal anlayış ile baskıcı\istibdatçı yönetimi ifade eder.
Sistem\rejim olarak faşizm, dünyada ilk kez İtalya’da ortaya çıkmıştır.
Otaya çıkış süreci, dünyayı kana bulayan I. Dünya Savaşı sonrası ve sonucudur. İtalya’nın sosyo ekonomik istikrarsızlık içindeki toplumsal patlamadır. Hayal kırıklığının yaşandığı bir süreçte, alternatif “faşist” hareket olarak ortaya çıkar. Kral, partiler ve orta sınıf tarafından destek görür.
İtalya Faşist Partisi’nin bir üyesi olan Giuseppe Bottai; “Mussolini tarafından oluşturulan faşizm doktrini, tüm dünyayı etkisi altına alacak olan fikirler devriminin bir manifestosudur” olarak tanımlanmıştır.
İtalya faşizminin temel özelliklerini aşağıda; paragraflar halinde özetlemek olasıdır.
İtalya faşizmi, bir çeşit devlete tapıcılıktır. Teori olarak devleti bireyin üstünde ve sorgulanamaz varlık olarak kabul eder. İdeologlarından biri olan Giovanni Gentile; Friedrich Nietsche’nin devlete atfettiği kutsallıktan etkilendiklerini söyler. Bu kabulde bireyin çıkarlarının devlet için olduğu öne sürülür. Devlete mutlaklık ve kutsallık atfedilir. Birey ve kitlenin devlete mutlak itaatı zorunlu görülür. Liberalizm ve sosyalizm ret edilir. Devlet dışında hiçbir manevi veya insani varlık değerli kabul edilmez. Bu nedenle faşist devlet, toplumdaki farklı sesleri bastırır (müstebitleşir). Şiddeti normalleştirir. Devlete ilahlık atfeder. Faşist partiyi de devlet ile özdeşleştirir.
18 ve 19. yüzyıllarda birey, siyasal düşüncelerin merkezindedir. Ama faşist rejimde “yok” kabul edilir. Bu noktada rasyonel siyasi ideolojilerden kopar. Bireyin özverili ve itaatkarlığını ister. Herbert Spencer’in bireylerin birbirlerinden farklı görevlere sahip olduklarını ve kimliklerini de içlerinde oldukları toplum aracılığıyla kazandıklarına ilişkin “sosyolojik disiplin” fikrinden esinlenmiştir. Bu anlayışla birey; devlet hizmetindeki bir araç konumuna indirgenmiştir. Devletle manevi varlık içinde olduğunu, totaliter bir sistem içinde “yok” olduğunu ve ancak hiyerarşik bir yapı içinde birbirinden farklı hizmetler ifa ederek kamu yararı gerçekleştirdiğini varsayar. Eşitlik fikrini de ret eder ve üç tip insan olduğunu kabul eder. Ki bunlar: a) En üstün yeteneklere sahip olan insan. Bu, liderdir. b) Kahraman ve fedakar insan. Bu, savaşçı elitlerdir. c) İtaata mahkum insan. Bu da zayıf ve tembel bireylerdir. Zaten faşizm, 18. yüzyılda “varlık” kabul edilen tarihselcilik\historizm okulunun çeşitli ulus kültürlerini, geleneğini ve ruhunu öncelemesinden etkilenmiştir. Mussolini önderliğindeki faşist hareket, ulusal değerlere vurgu yapmış. Kaos içindeki toplumun sınıflarını bir ortak paydada buluşturmaya çalışmıştır.
“Eşit insan” kavramını kabul etmeyen faşist anlayış; insanları ancak bazı nitelikler (lider, elit, tembel) ile birbirlerinden üstün olduklarını öne sürer. Lidere ve lider şahsında devlete tapınma fikri; Friedrich Nietsche’nin (“üstün insan ve lidere tapma”) etkisinden kaynaklanmış, meşrulaştırılmıştır. Lider, rakipsiz ve en yüce kişi olarak bütün otoriteye sahip kabul edilerek Mussolini\Duçe ile özdeşleştirilmiştir. Bu anlayışın halk tarafından kabul ve itaat görmesi için basın, radyo, sineme vb her tür araçla yoğun propaganda yapılmıştır. Nitekim faşizmin adı, İtalya’da Mussolini olmuştur. Mussolini’in oluşturduğu doktrin, dünyayı etkileyen fikirlerin bir manifesto olur.
Başlangıçta ve iktidara geldiğinde Mussolini; eski rejimi sosyo-ekonomik tıkanmaya götüren nedenlerin sınıf çatışmaları olduğunu öne sürer. Çatışmalardaki sertleşmeye sosyalizm ile liberalliğin yol açtığını savunur. Acımasızca eleştirir. Çünkü sosyalizm, işçi sınıfının iktidarda söz sahibi olmasını ister. Liberalizm de herkesi eşit ve özgür olmasını isteyerek zenginlerin, patronların ve girişimcilerin kollanması gereğini savunur. Bunlar da farklı sınıfları ve dolayısıyla sınıflar çatışmasını getirir. Bu nedenle faşizm; her “sınıf devleti” düşüncesine karşı çıkar. İşçilerle işverenlerin birbirine düşman değil, milletin çıkarını karakterize eden üretin unsur olmalarını ister. Bunu için de korporatist sisteminin gerçekleşmesine çalışır (korporatizm; işçi, işveren ve teknik elemanları birleştiren mesleki kuruluşun adıdır). Zaten 1925-1939 sürecinde işçi, işveren ve idarecileri bir çatı altında toplamak amacıyla korporatist sistem oluşturulmuştu. Bununla sınıflar arası anlaşmazlık ve çatışmaların önüne geçilmek amaçlanmıştır. O nedenle muhalif sendikalar yok edilmiş. Rejime bağlı sendikalar kollanmış; 1934’ten itibaren korporatif ekonomiye geçilmiş. Böylece yalnız sermaye sınıfının refahı artmış, devletin gücü katlanmış ve birey yok edilmiştir.
İtalya faşizm sistemi, dünyadaki radikal milliyetçiliği simgeler. Kendisini Roma İmparatorluğunun varisi sayan İtalya; Birinci Dünya savaşı sonunda birlikte olduğu galip devletler tarafından aldatıldığı, küçük düşürüldüğü psikolojisi içine girmiş. Hayal kırıklığı yaşamıştır. Yitirilen itibarı yeniden kazanmak isteği, “milli uyanış” nedeni olur. Faşist hareket, böylesi ortamda öne çıkmış. Mussolini, “yeniden doğuş” sloganıyla parlamış. “Balta\fasces” rumuzu (Roma’da iki mızrak arasında) ile Roma selamı, kartal ve kurt gibi semboller kullanmış. Akdeniz’deki Roma imparatorluğunun doğuşu temasıyla kitleleri coşturmuş.
Faşist yönetimin sermaye sınıfı lehine politikalar geliştirmesi, bir tarım toplumu olan İtalya’da zamanla faşist tabanın daralmasına yol açacaktır. Roma’dan beri gelen ve 1. Dünya Savaşı sonrasında yitirilen itibarı ihya etme amacı; her İtalyan için bir erek olmuş iken; süreç içinde zayıflayacaktır. Faşist Parti Genel Başkanı olarak Mussolini; 1924 yılındaki kongrede yaptığı konuşma ile ekonomik darlık ve yönetim zaafiyeti yaşayan halkı kazanmaya çalışır: “Bugün faşizm bir partidir. Bir ordudur. Bir korporasyondur. Daha fazlası olmak gerekir…” der. Latinliği ve Rönesans’ı önemseyen farklı karakterli İtalyanlar gibi; artık faşizmi önemseyen İtalyanlar da ortaya çıkar. Mussolini partisinin propaganda çalışmaları, bütün toplumsal sınıfları\katmanları etkiler. Milliyetçi duyguları kabartır. Bireyleri sisteme bağlamak, total sadakat ve itaatı sağlamak için yoğun propaganda yapar. 1926’da “Popüler Kültür Bakanlığı” kurulur. Faşist doktrinin temel dayanağı olan “cesaret” ve “savaş” temalı filmlere, açıklamalara, basına. vb önem verilir. Kitlelerin zihinleri etki altına alınır; üniforma kutsanır.
Faşist parti, İtalyan gençlerine özel önem vererek rejimin istikrarını sağlamaya çalışır. Eğitimle bunu gerçekleştirir. Nitekim Mussolini şöyle diyecektir: “Faşizm her şeyde yeni olmak iddiasındaydı. Sert reformlar ihtiyar kafalar, sabitleşmiş görüşler ile yürüyemezdi. Oysa faşist doktrin hayatı, sürekli bir aksiyon gerektiriyordu. Aksiyonun en etkilisi de gençlerle gerçekleşir. Gençlerin eğitimine Faşist Parti kadar hiçbir devlet önem vermemiştir…” Zaten 1929’dan itibaren eğitim reformu başlatılmış; yeni nesiller faşist olarak yetiştirilmiştir. Entelektüel, ahlaki ve fiziksel eğitimler devlet kontrolünde gerçekleştirilir. Ulusal tarihe, beden eğitimine, askeri disipline önem veren bir program uygulanır. Gençlerin kontrolü; okulllar dışında da sürdürülür. 1926’dan itibaren erkek gençler için “Balilla\Genç faşistler” ve kızlar için “İtalyan kızlar” örgütleri kurulmuş. Sadece Katolik okullarında bu yapılanmaya tepki gösterilmiştir.
Söylem ve eylem ile militarizmi yücelten İtalya Faşizmi, silah kullanılmasını herkesin yaşam biçimi haline getirir. Çocukları buna göre yetiştirilir. Milliyetçiliğin en uc şeklini benimsetir. Milliyetçiliği de düşman üzerinden tanımlar. Savaşı kutsar. Bunun için sloganlar, semboller, marşlar, mitler vs kullanır.
İtalya faşist rejimi, kadın ve erkek rollerini bile militarist ilişkiye bağlar. Erkekler; düşmana karşı cesaretle savaşan, şiddet uygulayan, güçlü, disiplinli ve saldırgan olmasını zorunlu görür. Kadınların ise; geleneksel rolde olmalarını ister; ikincilleştirir. Erkekler yüceltilir ama kadınlar horlanır.
Her sınıfı etki altına alan İtalya Faşizmi, totaliter sürece girince kitlelerin desteğini yitirmeye başlamıştır. Ama oluşturduğu despotik denetim mekanizma ile toplumsal muhalefetin gelişmesini önlemiş; sindirmiştir. Şiddet ve terör korkusu yaratmış. Kominist Partisi bile faşizmi doğru okuyamamış; kamuoyu etkisiz kalmıştır. Buna rağmen ve özellikle yurt dışındaki dinamikler yüzünden tasfiye sürecine girmiştir. Mussolini 1930’larda Nasyonal sosyalizm ve Adolf Hitler ile siyasal yakınlık geliştirir. Buna rağmen İtalya faşist yönetimi; 1940’da II. Dünya Savaşı’na katılmakla tasfiye sürecini hızlandırır. Nitekim 1943 yılında Mussolini hükümeti düşer. Müttefikler İtalya’yı işgal eder. Alman desteğiyle Mussolini, Salo Cumhuriyeti başkanı olur ve savaş sonuna kadar sürdüür. Fakat 1945 yılında İspanya’ya kaçmak kararını vermek zorunda kalır. Kaçarken yakalanır, linç edilir.