Ergin Yıldızoğlu'nın Cumhuriyet'e yazdığı yazısına göre: 
“Değişim-dönüşüm” ikilisi, var olanı korumayı amaçlayan bir fantezi değilse, değişecek şeyin, değişimin ilkelerinin, araçlarının, yol haritasının sınırları çizilebilir bir proje olarak tanımlanması gerekir. Ne yazık ki Ekrem İmamoğlu’nun, “Türkiye için yeniden” başlıklı yazısı, bunu başaramıyor. Yazının kapsamlı bir çözümü bu köşenin sözcük sınırlarını aşar. Birkaç örnekle yetineceğim.

ASIL DEĞİŞMESİ GEREKEN ‘ŞEY
İmamoğlu yazısında, yeni bir “siyasi örgütlenme mimarisi” öneriyor, “değişim-dönüşümden” söz ederken, demokrasi, laiklik, CHP geleneği, Atatürk ilkeleri, kamuculuk, yerelden başlayan kalkınma gibi bir konular kümesine dayanıyor. Gerekli, “değişim- dönüşüm”Atatürk ilkelerine bağlı kalacak ama Cumhuriyetin kurucu değerlerini yeniden yorumlayacak, kapsayıcı bir demokrasi ve laiklik anlayışını benimseyecek. Dahası, bu “değişim-dönüşüm” kendini ön kabullerle, önyargılarla sınırlamayacak.

Bu “değişim-dönüşüm” ile toplumdaki kutuplaşma aşılacak, yoksulluğa karşı kamuculuk benimsenecek. Siyaset ve kalkınma yerelden başlayarak kurulacak, merkezi idare vatandaşların iradesi ile seçilen yerel yönetimler üzerinde vesayet (!?) kuramayacak. Bu “değişim-dönüşüm”, CHP’de güçlü bir liderlik, toplumdaki farklı fikirleri bir bütünlük içinde sentezleme kabiliyeti, farklı pozisyonlara yönelik yüksek duyarlılık gerektirecek.

Yazı bu temalara dayanıyor ama asıl değişmesi gereken şeyden söz etmiyor. İmamoğlu son 13 yılda bu ülkede rejimin değiştiğinin, adeta ayırdında değil. İmamoğlu, rejimin, tek adam, işlevsiz Meclis, iptal olmuş güçler ayrılığı, cezalandırma aracına dönüşmüş yargı gibi sorunlarına, başkanlık sistemine hiç değinmiyor; iktidar sorununu, “yoruldu”“köhneleşti” baskıcılaşıyor gibi değişmeyen bir özün farklı hallerine ilişkin, yüzeysel, anlamları belirsiz tespitlerle geçiştiriyor. Aşağıda değineceğim tuhaflıklar bir yana “değişim-dönüşüm” akla, Lampedusa’nın ünlü Leopar romanındaki, “Şeylerin aynı kalmasını istiyorsak şeylerin değişmesi gerekir” sözlerini getiriyor. 

BİR BELİRSİZLİKLER YIĞINI
İmamoğlu hem Atatürk ilkelerine bağlı kalmaktan söz ediyor hem de bunları yeniden yorumlamaktan. Ancak İmamoğlu bu ilkeleri tanımlamadığı için, nelere bağlı kalacağını, neleri yeniden yorumlayacağını öğrenemiyoruz. İmamoğlu’nun yazısında, Cumhuriyetin kurucu değerlerinin neler olduğu da belirsizdir. Demokrasi, laiklik kavramlarına neden bir de “kapsayıcı” kavramı eklenmiştir? Sentezlenecek farklı fikirler ve duyarlılık gösterilecek farklı pozisyonlar nelerdir? Ön kabuller ve önyargılar olmayacaksa, birtakım ilkelere, değerlere nasıl bağlı kalınacaktır? 

Devam edelim: “Kamucu” olmak, devlet mülkiyetini, planlamayı benimsemek, serbest piyasa modeline karşı çıkmak değilse ne anlama geliyor? Ulusal kalkınmadan söz ederken bunun yerellerden başlaması, merkezin yereller üzerinde “vesayet” kurmasının önlenmesi, bölgeler arasındaki gelişmişlik, refah düzeyi farklılıklarını görmezden gelmiyor mu? Merkez bu farklılıkları aşmak için kaynak dağılımına, azgelişmiş yoksul bölgeler lehine, bir kalkınma planı kapsamında, müdahale etmeyecekse (kamuculuğu da analım), bu müdahale vesayet sayılacaksa ulusal bir kalkınma nasıl yaşanacaktır? Günümüz dünyasında, birçok sorunun çözümü bırakın yereli, ulusal sınırları bile aşıyorsa, örneğin iklim krizine, pandemiye, mali krize karşı gereken önlemler ve kaynaklar nereden ve nasıl sağlanacaktır?

Gerçekten de İmamoğlu’nun “Ben CHP’nin başına geçmek istiyorum” dışında ne dediği belli değildir. Yazı, adeta, her türlü okuyucuyu yakalayabilmek umuduyla, “Alın içine kendi arzularınızı yazın. Benim onları savunduğuma inanın” diyerek bir sürü “boş gösterge” sunuyor. Sakın İmamoğlu, siyasal İslamın kazanımlarını kabullenmeyi kolaylaştıracak bir proje geliştiriyor olmasın?