Emekli Amiral Cem Gürdeniz, bugün kaleme aldığı yazısında, Türkiye'nin tarihine ışık tuttu. Osmanlı Devleti döneminden beri verilen egemenlik mücadelesini yazısına taşıyan Gürdeniz, Lozan, Montrö ve Türkiye'nin jeopolitik geleceği hakkında çıkarımlarda bulundu.
Gürdeniz, yazısında Montrö Sözleşmesi'nin önemine dikkat çekeren Türkiye için Karadeniz'deki egemenliğin anahtarı olduğuna vurgu yaptı.
Emeki Amiral Gürdeniz'in yazısında şu kısımlar öne çıktı:
"Osmanlı İmparatorluğu 18. yüzyıl sonrası önce Hasta Adama daha sonra sanayileşen ve gücü denizden intikal ettirebilen kapitalist endüstri güçleri karşısında parçalanması gereken bir varlığa dönüştü. İngiliz Kralı ve Rus Çarının 1908 Reval görüşmesinde kaderi çizildi. Yakın çevresi olan Balkanlar, Kafkasya, Kuzey Afrika, Ortadoğu’dan 1911-1918 arasında inanılmaz bir hızla koparıldı. Donanmasız Osmanlı denizden gelen her türlü tehdide açık bir durumda Birinci Dünya Savaşına girdi. O kadar ileri gittiler ki Londra’daki egemenler kara harekâtına ihtiyaç duymadan sadece donanma gücü ile Boğazı zorlayabileceklerine ve geçeceklerine inanacak kadar Osmanlıyı küçük görmüşlerdi. 18 Mart 1915 günü, Nusrat’ın 26 mayını ile kara bataryalarımız olmasaydı dev armada sayesinde bu hayalleri gerçekleşecekti. Denizden geçemeyince emperyalist deniz güçleri hiçbir engelle karşılaşmadan bu kez bir ay sonra Gelibolu yarımadasına asker çıkardı. Alman General Liman Von Sanders’in savunma planlarına teslim olsaydık şüphe yok ki yarımada da düşerdi. Mustafa Kemal’in kurmay aklı Alman Generale meydan okudu ve onun savunma planı ve kahraman Mehmetçik ile yarımada savunuldu.
HASTA ADAMIN ORGANLARI PARÇALANIYOR
Birinci Dünya Savaşından mağlup ayrıldık. Savaşın sonrasında Osmanlı Orduları Mezopotamya, Filistin ve Levant kıyılarından tamamen geri çekildi. Osmanlı’nın 400 yıl hükümran olduğu bu topraklardan geri çekilmesinde rol oynayan en önemli etken Arapların her cephede siyaseten ve askeri olarak eski efendileri Osmanoğulları Hanedanına ihanet etmiş olmalarıydı. Emperyalizm böl ve yönet prensibi ile sözde din kardeşimiz Araplar, Osmanlı karşısında ihanet cephesinde konumlandı. İngiltere, böylece dini ve siyasi bölünmelerden beslenen Arap alemini savaş sırasında Osmanlıya karşı kullanarak kendi jeopolitik çıkarlarını elde etti. Savaş sonunda iflas eden Kraliyet Maliyesine ve İrlanda iç savaşına rağmen, İngiltere Basra Körfezi, Arap Yarımadası ve Musul Kerkük gibi petrol zengini alanların kontrolünü sağlamıştı. Neticede Mondros Ateşkesi ile anavatanın da işgali başladı. Osmanlı hanedanı İstanbul’u İngiliz ve Fransız işgal kuvvetine teslim etti. Osmanoğulları Hanedanı, 15 Mayıs 1919’da Yunanistan’ın İzmir’e çıkmasını önleyemedi. Batı Asya Türkleri tarihte ilk kez vatansız kalma tehlikesiyle karşılaştı.
SAMSUN’DAN DOĞAN GÜNEŞ
19 Mayıs 1919’da Samsun’da yeni bir güneş doğmasaydı Anadolu da çoktan teslim edilirdi ve bugün Türkiye Cumhuriyetinden bahsedemezdik. Türkleri tarihi ve coğrafyasının ipoteğinden kurtaran tek kişi Mustafa Kemal Atatürk oldu. Sadece vatan kurtarmadı aynı zamanda yeni bir vatan kurdu. Yeni bir milli şuur yarattı. Yeni bir varoluş nedeni yarattı. Kurtuluşu izleyen kuruluş ve devrimler ile yeni bir devlet yarattı. Bu devletin jeopolitik geleceğini önce Lozan Anlaşması ile mühürledi. Daha sonra Montrö Sözleşmesi ile Boğazlarımızın mutlak egemenliğini geri aldı. Daha sonra Hatay’ı anavatana kattı. Böylece anavatanın deniz cephesinde gelecek kuşaklara sağlam bir temel bıraktı. Bu temele 20 Temmuz 1974 günü Kıbrıs’ta Barış Harekâtı sonrası değiştirilen jeopolitik ile yeni bir temel daha eklendi.
LOZAN VE DENİZ JEOPOLİTİĞİ
Bu günler içinde şüphesiz en önemlisi 24 Temmuz 1923’tür. Cumhuriyetimizi kuran temel antlaşmanın, Lozan’ın kutlu doğum günüdür. Büyük bir diplomatik zaferdir. Devletsiz ve milletsiz kalma tehlikesi ile karşı karşıya kalan Anadolu Türklerinin, galip çıktıkları bir ölüm kalım savaşının kanla yazılmış onur belgesi, vatan tapusudur. Ancak imzalandığı 24 Temmuz 1923 günü Lozan Antlaşması ardında boynu bükük dört mavi vatan varlığı bırakmıştı. Bunlar Türk Boğazları, Anadolu’ya yakın Ege Adaları, İskenderun Körfezi ve Kıbrıs idi. Lozan’a giderken arkasında donanması olmayan Mustafa Kemal Atatürk için öncelik doğal olarak kurtlar sofrasından büyük bir zaferle çıkarak ana vatanın toprak ve sınırlarını emniyete almaktı. Eğer 1876’dan sonra II: Abdülhamit’in iradesi ile yok edilmiş donanma mirası yerine insan gücü ve sanayi alt yapısı ile güçlü bir donanma hazır olsaydı kimsenin şüphesi olmasın ki Atatürk bu dört kritik alanı Lozan ile emniyete alırdı. Ancak yılmadı. 1923 -1936 arasındaki olağanüstü çabaları ile Atatürk çekirdek bir donanma kurarak Türk Boğazlarını koruyabilecek yeteneğe eriştiğimizi dünyaya ispat etti. Boğazlarımıza 20 Temmuz 1936 günü Montrö Sözleşmesinin imzalanmasıyla kavuştuk. 13 yıllık acı ayrılık son buldu.
MONTRÖ SÖZLEŞMESİ KARADENİZ İSTİKRARININ ANAHTARIDIR
Karadeniz, Birinci Dünya Savaşı sonrasında işgale uğrayan Anadolu’nun, Türk tarihinin ilk ve son anavatan savunmasında en önemli rolü oynamıştı. Karadeniz, lehte kullanıldığı sürece Anadolu’nun güvenlik ve emniyeti olduğunu en zor zamanlarda ispat etmişti. Bugün de aynı prensip ve tarihsel tecrübe geçerlidir. 87’inci yaşını tamamladığı günümüzde Türkiye, Montrö rejiminin muhafazasına son derece önem vermeli, bu yükümlülüğü, sözleşmenin imzalandığı günden bu yana, en gergin dönemler de dâhil olmak üzere, azami hassasiyetle ve tarafsızlıkla yerine getirmeye devam etmelidir. 1,5 yıldır devam eden Rusya Ukrayna Savaşında Montrö Sözleşmesi Türkiye için ne derecede hayati önemde olduğunu ispat edebilmiştir. Eğer Montrö Sözleşmesi olmasaydı bugün Türkiye savaşta aktif tarafsızlık politikasını ABD ve AB baskısı altında sürdüremezdi. Montrö sözleşmesi geriye baktığımızda İkinci Dünya Savaşından, Soğuk Savaştan ve 2001 sonrası yaşanan neocon Amerikan politikalarından ve bugün yaşanan savaştan dahi başarıyla çıkmış dünyada eşi benzeri görülmeyen bir sözleşmedir. Bu sözleşmeyi Lozan antlaşması gibi sonsuza taşımak devletin ve her Türk vatandaşının görevidir.
GÜNÜMÜZÜN JEOPOLİTİK GERÇEKLİĞİ
Bugün ülkemiz ekonomik ve finansal dar boğaz içindedir. Kutuplaşma had safhadadır. Muhalefet yoktur. Sosyal Sözleşme ile Anayasanın laik ve demokratik omurgaları hasarlıdır. NATO Vilnius Zirvesi sonrası AB üyeliği vizyonu ile tekrardan Avrupa Atlantik rotaya geri dönme aşamasına girilmiştir. Bu durum her alanda Türkiye’yi jeopolitik tavizlere zorlamaktadır. İsveç’in NATO üyeliğine onay vermemiz bu sürecin sonucudur. Montrö Sözleşmesinin 87. Yıldönümü yaşanırken Rusya’nın İsveç’in NATO üyeliğine tepki kapsamında tahıl anlaşmasını iptal etmesi ile Karadeniz deniz ortamı son derece tehlikeli bir döneme girmiştir. Unutulmamalıdır ki bu denizde sadece Rusya ve Ukrayna yoktur.
Türkiye’nin bugün için en önemli önceliği olası bir çatışma durumunda tarafsızlığını muhafaza etmek ve NATO, ABD ve AB baskılarına direnmek olmalıdır. Türkiye’nin hedefi Ukrayna Rusya çatışmasını sonlandırmaya katkı sağlamak ve asla Rusya ile rakip cepheleşmeye girmemek olmalıdır. Bu süreçte Ukrayna Devlet Başkanının NATO, ABD ve AB jeopolitiğine gönüllü desteği Türkiye jeopolitiğine emrivakiler yaratmamalıdır. Türkiye NATO’nun emrivaki tuzaklarına düşmemelidir. Diğer yandan dar boğazdan geçen Türkiye’ye batıdan mali destek vaadi ve AB üyeliği aldatmacası altında Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege’de tavizlerde bulunması için baskılar artacaktır.
Türkiye’nin jeopolitikte kuvvet çarpanı ve oyun değiştirici olan dünyanın en üstün coğrafi özelliklerine sahipliği artık ABD ve AB için değil devletin çıkarları için kullanılmalıdır. Kenar kuşakta ABD’nin ve NATO’nun jeopolitik bekçiliğinden kurtulmamız gerekir. Pax Britannica sırasında Alman İmparatorluğu yükselene kadar İngiltere’nin Süveyş Kanalı bekçiliğini yapmak üzere Rusya ile Akdeniz arasında tampon olarak kullanılan Osmanlıdan bu kez ABD’nin kenar kuşak bekçiliğini teslim almış olmamıza son vermemiz gerekir. Atatürk’ün Türk jeopolitiğini ve Türk coğrafyasını batıya muhtaç olmadan nasıl koruduğu herkese örnek olmalıdır.
Bu zor sınav döneminden Türkiye’yi kurtaracak tek reçete KEMALİST ekonomi, güvenlik ve savunma politikalarıdır. Temmuz ayı içinde yaşadığımız Lozan’ın 100’üncü; Montrö’nün 87’nci; Hatay’a Türk askerinin ilk girişinin 85’inci; Kıbrıs Girne’de kıyıbaşını tutuşumuzun 49’uncu yıl dönümü kutlu olsun. Şanlı Temmuz’un jeopolitik miraslarına sahip çıkalım."