Duygu Asena’nın yazıları, söyleşilerı, kitapları ile 90’lı yıllarda tanıştım.

Yazdıklarını önceleri ihtiyatlı ama ilgiyle okudum, onu takip ettim.

Daha sonraki yıllarda kendisiyle karşılaştım, dinleme olanağı buldum.

Doğrusu etkilendim. İçinde yaşadığımız, gerici, katı erkek egemen mantığın güçlü biçimde varlığını sürdürdüğü koşullarda önemli bir iş yapıyordu. O dönem her yere koşturan bir muhabir olarak Duygu Asena benim için kendime çeki düzen verme, kadına bakış konusunda  yardımcı ve öğretici oldu.  

Duygu Asena, on yedi yıldır bu dünyada yok. Yaşasaydı 77 yaşında olacaktı. Altmış yıllık ömründe önemli eserler, izler bıraktı, kadınlar için tutarlı bir öncü oldu. Asena’yı yeniden hatırlamak, yeni kuşaklara tanıtmak, yazdıklarının okunmasına vesile olmak hala önemini koruyor.

Duygu Asena’nın kitaplarını okumayanlar için bunun bir eksiklik olduğunu düşünürüm.

*

Asena, 19 Nisan 1946’da, Cumhuriyet'in kurucu ailelerinden birisinin torunu olarak İstanbul’da doğdu.

Orta öğrenimini Kadıköy Özel Kız Koleji‘nde tamamlamasının ardından İstanbul Üniversitesi Pedagoji bölümünde eğitim gördü.

İş hayatına pedagog olarak başlayan Asena, Haseki Hastanesi Çocuk Kliniği ve İstanbul Üniversitesi Çocuklarevi‘nde çalıştı.
Gazetedeki ilk yazısı 1972 yılında Hürriyet Gazetesinin Kelebek ekinde yayımlandı. Bu tarihten itibaren çeşitli dergi ve gazetelerde gazeteci ve yönetici olarak bulundu. TRT-2 televizyon kanalında “Ondan Sonra” isimli bir program hazırlayıp sundu. (1992 – 1997) Gazeteciliğinin yanında yazarlığını da sürdüren Asena, ilk kitabı “Kadının Adı Yok“la adını duyurdu.

Kitap büyük ses getirdi, okundu. Egemen devlet zihniyeti kitabı 1998‘de müstehcen bulunarak yasaklandı.

Uzun süren dava sonucunda tekrar yayımına izin verildi ve ardından aynı yıl yönetmen Atıf Yılmaz filmini çekti.

Duygu Asena  gazete yazıları, yaptığı dergiler, kitaplarıyla üretken bir yazar oldu.

İşte ondan geriye kalan kitaplar:

Paramparça (2004), Aşk Gidiyorum Demez (2003), Aslında Özgürsün (2001), Aynada Aşk Vardı (1997), Değişen Bir Şey Yok (1994), Kahramanlar Hep Erkek (1992), Aslında Aşk da Yok (1989), Kadının Adı Yok (1987).

Duygu Asena, 30 Temmuz 2006 günü beyin tümörü nedeniyle tedavi görmekte olduğu Amerikan Hastanesi‘nde hayatını kaybetti.

ÖNCÜ BİR KADIN
O gazeteciliğiyle, çıkardığı kadın dergileriyle, yazarlığıyla, kadın hakları savunuculuğundaki öncü tavrıyla hatırlanacak.

Tabulara kafa tutuşuyla, erkeklerin egemen olduğu dünyaya karşı kırıp dökmeden eleştirici tavrıyla akıllarda kaldı.

Uzun soluklu mücadelesiyle Türkiye demokrasi tarihinde kalıcı yerini alan bir kadın olarak çoktan kayıtlara geçti.

Duygu Asena 60 yıl gibi kısa sayılan yaşamı boyunca sürdürdüğü mücadelesinin sonuçlarını gördü.

Hedeflerinin kısmen gerçekleştiğine tanıklık etti.

Ama kadın sorunları henüz önemli ölçüde yerli yerinde duruyor.

Yani Duygu Asena’nın söyledikleri, yapmak istedikleri

henüz önemini koruyor.

*

Duygu Asena popüler bir gazeteci ve daha sonra çok okunan ilerici bir yazar konumuna yükseldi. Bu süreç kimilerinin sandığı gibi düz ve zahmetsiz gelişmedi.

Gazetecilik serüveninin ilk yıllarından hemen sonra  kendini geliştirdiğini ve daha sonra onu kadın hakları savunuculuğunun simgesi yapacak çizgiyi bilinçi olarak seçtiğini görüyoruz. Ardından meslektaşlarının yazdığı duygulu ifadeler, onu sevenlerin fazla olması, Asena’nın kişiliğiyle ilgili. Dostluklarına bağlılığı, dayanışmacı ve üretkenliği, sadeliği, uzun soluklu mücadeleci ve samimiyeti etrafında bir sevgi halkası oluşturdu. Ölüme giden bir insanın bunlara tanık olmasından daha güzel bir şey olamaz herhalde.

ASENA CESUR BİR KADINDI
Duygu Asena’yı tutucular, bağnazlar, yaşamdan kopuk ideolojik saplantı içinde olanlar, hayatı kağıt üstündeki formüllerle açıklamaya çalışanlar pek sevmediler. Aslında onlar erkeklerin mutlak olarak egemen olduğu ama erkeklerin de özgür olmadığı bir dünyanın devamını istiyor. Mevcut düzen daha çok kadınları süs eşyası gibi görmek istiyor, onlara bildik roller veriyor.

Dinsel bağnazlığın temsilcileri çağdaş kadını “günahkâr” olarak görüyor ve şeriatın kesin çözüm olacağını dayatıyor, kimileri de önemli olanın “devrim” olduğunu, kadın sorununun da ancak o zaman çözüleceğini söylüyor.

Duygu Asena, bu toz duman ve karmaşa içinde tutarlı, feminist bir çizgi benimsedi. O kadın-erkek eşitliği için bireysel ama kendi becerisinden kaynaklanan etkin bir mücadeleyi ayrıntı ve tutarlılıkla sürdürdü.

*

Kadınlar kazanılmış haklarını kullanmalıdırlar.

Bunun için “eşref saati”ni beklemeye gerek yok.

Hele erkeklerin  “icazetine” hiç gerek yok.

İşte Duygu Asena’nın özetle söylediği bu.

Onun yaşamı boyunca ayrıntılarla ifade ettikleri  bazen sulandırıldı, dudak büküldü, özel yaşamı abartıldı…

Oysa  biraz dikkat edildiğinde düşüncelerinde bütünlük olduğu kolayca görülecektir. Duygu Asena kadının, tensel, ruhsal, bireysel, sosyal, cinsel, siyasal ve ekonomik özgürlüğünü savunuyordu…

Kadın özgür olmadan erkeğin de özgür olmayacağını söylüyordu…

Hâlâ namus bahane edilerek kadınların katledildiği, alınıp satıldığı, şiddetin doğal kabul edildiği bir toplumda Asena’nın attığı çığlığın ne kadar doğru olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor…

Duygu Asena’yı olduğu gibi kabul etmek gerekir. O yeni bir şey icat etmedi. Ama yaratıcı ve kendine özgü bir tarzda mevcut durumun adını koydu ve kararlı bir mücadele sürdürdü.

Duygu Asena güzel, bilgili, bağımsız ve cesur bir kadındı…