Ercan Çankaya

İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği sürecinde hem Türkiye ABD ilişkileri gerildi hem Türkiye iç kamuoyunda NATO'dan çıkma fikri daha çok dillendirilmeye başladı. Mavi Vatan'ın fikir babası, emekli tümamiral Cem Gürdeniz'e NATO Türkiye ilişkilerinin geleceğini sorduk. 

"Türkiye NATO ilişkileri 1952’den bu yana tek taraflı jeopolitik sömürü düzeni olarak ifade edilebilir. Sovyetler korkusu üzerinden Türkiye’nin seçkin coğrafyasının Anglosakson liderlik altındaki Batı dünyasının jeopolitiğine sunulması sürecidir. Bu süreci anlamak için tarihsel sürece bakmak yeterlidir" diyen Gürdeniz, tarihsel süreci şöyle özetledi:

1923 -1938 arasında Atatürk önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti gerçek anlamda tarafsız bir politika izledi. 26 Nisan 1920 tarihinde Mustafa Kemal’in iç savaşla boğuşan Sovyet Lider Lenin’e yazdığı ünlü mektubu (Kafkas Seddini birlikte kırmaya yönelik) Milli Meclis'in Sovyetler ile dostluk kurmak ve yardım almaya yönelik ilk eylemi oldu. Bu bir pakt girişimi değildi. Böylece 1918’de Osmanlı İmparatorluğunu sonlandıran Avrupa, Sevr’i uygulamaya geldiğinde Anadolu’nun yanına ilk olarak bir Asya gücü yardıma geldi. 18 Mart 1921 tarihli, Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması ile Sovyetlerin Sevr Antlaşması'nı reddetmesi ve Misak-ı Milli sınırlarımızı tanıması Türkiye’nin Asya’ya jeopolitik yönelişinin kapısını araladı. 1922 sonuna kadar Rusya’dan 300 bin ton cephane geldi. Bu yardım sayesinde Kurtuluş Savaşı kazanıldı. Atatürk daha sonra Sovyetler ile bir pakta girmeden dengeli ilişkileri korudu. Gerek Montreux Sözleşmesi ile Boğazları geri alırken gerekse Hatay’ın anavatana katılması sırasında Sovyetlerden engel görmedi. 

ATATÜRK'TEN LENİN'E: SOVYET RUSYA'YA KARŞI HİÇBİR İTTİFAKA DAHİL OLMAYACAĞIZ

Strateji Ustası Atatürk, Türk Sovyet dostluğu ile jeopolitik sürpriz; Balkan Antantı ve Sadabat Paktı girişimleri ile stratejik denge yaratmış, Orta Asya’daki akraba topluluklarımıza yaklaşarak Türkçe dili ve ortak din bağları üzerinden yeni bir hayat alanı açmıştır. Atatürk’ün gerek Meclis'te yaptığı konuşmalarında gerekse Lenin’e yazdığı mektuplarda bulunduğumuz coğrafyada tarafsız kalabilmenin önemli bir unsurunun Sovyetlerle dengeli ve dostane ilişkileri kurabilmek ve onları kışkırtmamak olduğunu görüyoruz. 4 Ocak 1922 tarihinde Lenin’e yazdığı mektubun şu bölümü önemlidir: “Türkler ve Rusların, tarihi yüzyıllarca süren kanlı savaşların gürültüsüyle doldurduktan sonra bu kadar çabuk ve bu kadar bütünsel bir şekilde uzlaşmaları, öteki milletleri şaşkınlığa uğratmıştır. Pek çoğu bu dostluğun suni olduğu ve şartlar gereği sağlandığı zannına kapılmışlardır, hâlâ da bu inançtadırlar ya da öyle gözükmektedirler… Türkiye Rusya'ya, bilhassa son birkaç ayın Rusya'sına Batı Avrupa'ya olduğundan çok daha yakındır. Memleketlerimiz arasında bir diğer ve daha mühim benzerlik, bizim kapitalizm ve emperyalizme karşı mücadelemizde yatmaktadır... Türkiye hâlâ büyük devletlerin ve onların uydularının açık veya gizli, azgın saldırılarına hedef olmaya devam ediyorsa bunun nedeni, her şeyden önce mazlum sömürge halklarına örnek olarak kurtuluşa giden yolu göstermesidir... Sizi temin ederim ki, Sovyet Rusya'ya karşı doğrudan veya dolaylı olarak asla hiçbir anlaşmaya ve ittifaka dahil olmayacağız."  Mektup Cumhuriyet ilanından önce yazılmıştır. Büyük taarruz öncesi Atatürk tarafsız bir devlet kuracağını açıkça ilan etmektedir. Atatürk’ün stratejik dehası, sahip olduğumuz olağanüstü coğrafya, Türk ordusunun son savaşta yarattığı muazzam etki, Türk milletinin kenetlenmiş millet ve devlet bilinci hepsi bir araya gelince Atatürk ne batı ile ne de Sovyetler ile askeri bir ittifak arayışına gitmedi. 

'TÜRKİYE'NİN TARAFSIZLIK DÖNEMİ 1938 KASIM'INDA BİTTİ'

Büyük Atatürk’ün vefatından sonra çok şey değişti. Türkiye 16 yıllık tarafsızlık döneminden sonra İkinci Dünya Savaşı arifesinde taraf tutmaya zorlanacak ve savaşa girmesi için her yol hem müttefikler hem de mihver devletler tarafından denenecekti. O nedenle Türkiye’nin gerçek anlamda tarafsızlık dönemi 1938 Kasım’ında bitti diyebiliriz.  1944 Ekim ayında Stalin ve Churchill ünlü yüzdeler anlaşmasıyla Avrupa’da etki alanlarına çoktan karar vermişlerdi. Yalta Konferansından sonra 23 Şubat 1945 günü Türkiye aktif tarafsızlığını bozarak Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti. Gerek Yalta gerekse 5 ay sonraki Potsdam Konferansı'nda SSCB’nin Türk Boğazları konusundaki talepleri Türk Sovyet ilişkilerini Birinci Dünya Savaşı dönemine geri götürecek zehirli ortamı yarattı. ABD ve İngiltere, bu durumdan kurulacak yeni dünya düzeninde sonuna kadar faydalandı. ABD’nin düşmana ihtiyacı vardı. O da bulunmuştu. SSCB, yeni Almanya ve Japonya olmuştu. Türkiye bu kamplaşmada yerini ABD isteği doğrultusunda aldı. 

'ATLANTİK KAMPINA EKLENMİŞ TÜRKİYE ATATÜRK'TEN UZAKLAŞTIRILMIŞTIR'

Türkiye’nin Atlantik yolu, 12 Mart 1947 tarihinde açıklanan Truman Doktrini ve paralelinde gelişen ABD’nin küresel hakimiyet vizyonu çerçevesinde gelişti. Kenar kuşakta Türk Boğazlarını kontrol eden Türkiye, Balkanlar, Kafkasya, Basra Körfezi ve Süveyş eksenlerinde Sovyetlerin güneye inişini askeri insan gücü ile geciktirecek; temin edeceği hava üsleri vasıtasıyla ABD ve müttefiklerine Sovyetlerin içlerine saldırı imkânı sağlayacak; güçlendirilecek denizaltı filosu ile Karadeniz’de deniz kontrolüne destek sağlayacak çok değerli bir devlet idi. ABD için bu coğrafya çok stratejik ve vazgeçilmez idi. Amerikan Genelkurmay’ının 15 Ağustos 1946 tarihli "Griddle Planı" ve sonrasındaki değerlendirmelere göre Sovyetlerin Türkiye’yi boğazlar için işgal planı olmadığı Amerikan ve İngiliz istihbarat raporlarında belirlenmiş olmasına rağmen Sovyet tehdidi 1945-1946 notaları kapsamında canlı tutulmuştu. 1948 yılında Amerikan Genelkurmayından Amiral Conolly şu yorumu yapıyordu : "Büyük bir savaşta Sovyetler Türklere saldırırsa savaşırlar. Ancak saldırmazlarsa tarafsız kalırlar…Türkiye ile ittifak çok önemlidir. Onlardan ikili ittifak anlaşması imzalamamız gerekir. Bu anlaşmada kendi topraklarına veya kendi topraklarına mücavir bir devlete saldırı olduğu taktirde savaşa girecekleri taahhüdünü almamız önemlidir."  (The US, Turkey and NATO 1945-1952, Melvyin Leffler, Oxford Journals, 1985 http://www.jstor.org/stable/1888505 ) Aynı dönem Amerikan değerlendirmelerinde Türklerin Boğazları savunarak kan kaybetmektense Sovyet işgal güçlerinin önünü keserek ilerlemelerini yavaşlatması ve Torosların güneyinde İskenderun Körfezinde durdurulmaları isteniyordu. Bu nedenle karayollarının geliştirilmesi ve yeni yolların yapılması teşvik ediliyordu. CHP ve DP Hükümetleri bu planlara karşı çıkmadı. Kara yolları deniz ve demir yollarına karşılık her zaman teşvik ve tercih edildi. 

1945-46 Sovyet notalarının tuzağına düşürülerek, Atlantik kampına eklenmiş Türkiye, önce Atatürk’ten uzaklaştırılmış, jeopolitik farkındalığı sulandırılmış, savunma sanayi yok edilmiş ve kendine olan güveni kör batı hayranlığı altında zayıflatılmıştır. Sadece oy çokluğuna dayalı sandık demokrasisi gerçek ve çoğulcu demokrasiyi ezerek, dinci ve etnik merkezli partilerin kurulmasını teşvik etmiş, parti içi demokrasiyi yok sayan Siyasi Partiler Kanunu lider sulta sistemi yaratmış, temsilde adaleti öne çıkaran seçim yasası asla gündeme getirilmemiştir. Böylesi siyasi konjonktürde ABD’nin kenar kuşak jeopolitiğinden uzaklaştığı an ya hükümetler devrilmiş, darbe olmuş ya da FETÖ benzeri Gladyo yapılarıyla kumpaslar kurularak vatansever milliyetçi kadrolar her alanda tasfiye edilmiştir.

'SORUN NATO'NUN İNSANLIĞIN MENFAATLERİNE UYUMLU OLUP OLMADIĞIDIR'

1950’de iktidar olan muhafazakâr Demokrat Partinin amacı Türkiye’yi Küçük Amerika yapmaktı. 1952 yılında Türkiye’nin NATO’ya kabulünü sağlayan asli iki güç Amerikan Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları oldu. Diğer müttefikler ikna edilerek Dışişleri Bakanı Köprülü, Başbakan Menderes ve Cumhurbaşkanı Bayar üçlüsünün meclis onayı olmadan Türk askerini Kore’de Amerikan Komutanlar emrine göndermesinden sonra Türkiye’nin NATO’ya girmesi sağlandı. Böylece NATO’ya alınan Türkiye’nin 5. Madde kapsamında bir savaş başladığında Griddle Planında korkulan tarafsız kalma gibi bir seçeneği kalmayacağı değerlendirilmişti. Diğer bir deyişle Türkiye’nin olağanüstü askeri coğrafyası her şeyi ile dönemin yöneticileri tarafından Anglo- Amerikan hegemonya emrine verilmiş oldu. 

1989 yılında Sovyetler çöktü. O yıl NATO’nun görevi tamamlanmıştı. O tarihte ABD kendi kıtasına çekilmeli Avrupa kendi savunmasını yapacak şekilde yalnız bırakılmalıydı. ABD bunun yerine hegemonya gücünü artırdı, küresel hakimiyeti hedefledi ve NATO’yu hem alan olarak hem de faaliyet gamı içinde genişletti. Dolayısı ile bugüne yansıyan istikrarsızlıkları körükledi. Sorun NATO’nun Türkiye’nin milli menfaatlerine uyumlu olup olmadığı değildir. Sorun NATO’nun insanlığın menfaatlerine uyumlu olup olmadığıdır. Atlantik sistem daha sonra tek kutuplu dünyayı 1991-2008 yılları arasında kurduğunu sandı. Ancak Çin’in üretim, finans ve ticarette yükselişi ile Asya yüzyılının başlaması; ABD ve AB’nin gerek ekonomik gerekse siyasi arenada özgül ağırlığını yitirmesi; Rusya’nın batıdan NATO tarafından kuşatılmışlığa direnmesi, Hindistan, Türkiye, Güney Afrika Cumhuriyeti gibi devletlerin kıtasal/bölgesel aktör statüsünde yeni rol belirlemeleri kenar kuşak ve enerji jeopolitiğinde tüm dengelerin alt üst olması ile sonuçlandı. Artık yeni bir durum muhakemesi yapma zamanı gelmiştir. 17 milyonluk nüfusu, çok zayıf ekonomisi (1941’de -1998 değerleriyle- 29 milyar dolar milli gelir) kısıtlı savunma sanayi imkanları ile dahi Almanya, İngiltere, ABD ve SSCB baskılarına 6 yıl dayanarak dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ve yıkıcı savaşında tarafsız kalabilmeyi başarmış Türkiye örneği, 21. Yüzyılda en büyük rehberimiz olmalıdır. Türkiye artık eşsiz coğrafi gücünü kendi jeopolitiği için kullanabilmelidir. 

'15 TEMMUZ BU SÜRECİN EN UÇ UYGULAMASI OLMUŞTUR'
NATO üyeliğinin Türk dış politikası ve iç siyasetinde son yıllarda yol açtığı tahribata da değinen Gürdeniz, bu süreci şöyle özetledi: 

NATO üyeliği, Türkiye’de son 70 yılda müesses nizamın medyadan diyanete, akademiden eğlence sektörüne, savunmadan, güvenliğe, üretimden tüketime her damarında ve her alanında Atlantik sistemin varlığını korumuş ve geliştirmiştir. 1939 -1945 arasındaki zayıf 17 milyonluk Türkiye, dört yanındaki ateşi Anadolu’ya sokmamıştır. Ancak NATO üyeliği altında son 70 yılda savaşın ateşi ve barutu ile karşı karşıya kalmadığımız halde, tarafsızlığımızı, bağımsızlığımızı ve en kötüsü hayati jeopolitik çıkarlarımızı koruyamadık. Güneydoğu Anadolu’daki ülkesel ve milli bütünlüğümüze PKK ve türevleri üzerinden yapılan müdahaleleri sonlandıramadık; KKTC’nin bağımsız varlığını nihai ve kesin sonuçlu bir şekle sokamadık; Mavi Vatan’daki çıkarlarımızın korunmasında kararlılık gösteremedik, Orta Asya’daki akrabalarımızla yakınlaşmamızda bile Amerikan Turancılığı üzerinden oyun kurulmasını; FETÖ ve işbirlikçi dinci mandacıların devleti ele geçirmesini önleyemedik.  15 Temmuz 2016 FETÖ Darbe Girişimi bu sürecin en uç uygulaması olmuştur. Geçmişte örneği yaşanmamıştır. 15 Temmuz darbe girişimi soruşturmasında, NATO'da görevli 462 subaydan 237'si hakkında FETÖ 'den işlem yapıldığı ve bu subaylardan 200'ünün "Geri dön" çağrısına uymadığı medyada yer aldı. Bu kaçaklara NATO ülkeleri kucak açtı ve açmaya devam ediyor.

'TÜRKİYE TEK BAŞINA VETO GÜCÜYLE NATO'YU TERBİYE EDEMEZ'
Rusya Ukrayna Savaşı'nda Türkiye'nin tutumunu NATO'yla ilişkiler bağlamında değerlendiren Gürdeniz, şunları kaydetti: 

Ukrayna Rusya Krizi ile çok büyük jeopolitik fay hatlarının kırıldığı günümüzde dünya 1939 benzeri bir konjonktüre girmiştir. Türkiye bu krizde başından itibaren Montrö Sözleşmesinin 19. Maddesini uygulayarak ve yaptırımlara katılmayarak NATO üyesi olmasına rağmen aktif tarafsızlığını gösterebilmiştir. Bu süreçte yaptığı en büyük hata Ukrayna’ya İHA satışı olmuştur. Bugünün milli güç unsurları, 1939-1945 dönemiyle kıyaslanamayacak derecede gelişmiştir. Her ne kadar ülkü birliği sağlanamamış; Cumhuriyet'in korunmasına ve yüceltilmesine yönelik anayasal bütünlük, iktidar ve muhalefet tarafından örselenmiş olsa da Türk milletinin kısa sürede toparlanabilme, milli çıkarları söz konusu olduğunda bir araya gelme yeteneği sosyogenetik kodlarında saklıdır. Devlet aklı yeni yüzyılın şartlarını zamanın ruhu ile buluşturmayı bilmelidir. Yeni bir dünya kuruluyor. Yeni şartlar oluşmuştur. ABD, Çin ve Rusya dahil hiçbir güç Türkiye’yi işgal etmeyi aklından bile geçiremez. Aksine Türkiye sahip olduğu güç unsurları ile çok taraflı dış ve ekonomik politikalar ile hem jeopolitik çıkarlarını karşılayabilir hem de refahını artırabilir. Atlantik sisteme bağımlılık güçlü bir bedenin elini ve kolunu bağlamaktadır. Sahip olduğumuz coğrafya, milli güç unsurları ve tarihsel birikimimiz yeni rota çizmemize yeterlidir. Atlantik ve Asya arasında oluşacak yeni denge, Türkiye’yi hiçbir askeri bloka dahil olmadan ancak dengeli iş birlikleri kurarak tarafsız ve bağımsız rotada tutabilecektir. Bu durum ayrıca Türk dünyası ile bütünleşmeye büyük katkı sağlayacaktır.  

Türkiye tek başına veto gücü ile NATO’yu terbiye edemez. Örneğin Genel Sekreter Stoltenberg NATO adına Ukrayna’ya çok büyük sözler verirken, vaatlerde bulunurken, Türk Daimî Temsilcisinden onay mı alıyor? Ankara’dan onay mı alıyor? Hayır. ABD’den onay alıyor. ABD hariç 30 üyeden bir temsilci çıkıp Stoltenberg’e sen yetkini aşıyorsun diyebiliyor mu? Hayır. Bugün NATO’nun tarihinde önceden tecrübe edilmemiş, nükleer tehdidi bile içerebilecek çok tehlikeli bir sürece girdiğini söyleyebiliriz. Bu süreci yöneten devlet adamları savaş görmemiştir. İkinci Dünya Savaşının tecrübelerini yaşamamışlardır. Savaşı son derece donanımsız ve tecrübesiz Zelensky ile bir ülkenin göz göre göre yok olmasına neden olacak kadar gözü kara yönetmektedirler. Tek amaç ABD’nin jeopolitik hedefleridir. Böylesi karmaşık, kırılgan, belirsiz bir dönemde en büyük tehdit, kendisi her türlü tehditten masun ABD’nin Avrupa’yı NATO üzerinden çöküşe sürükleyecek NATO Rusya savaşına sürüklemesidir. 21. Yüzyılı Türk ve Deniz Çağı yapmak elimizdedir. Tarih akıllı milletler için aynı hatayı tekrar etmez. Türkiye 21. Yüzyılda tam bağımsız güvenlik politikası uygulayacak aşamaya erişmiştir. 

'AYNI HATAYI İKİNCİ KEZ YAPMA LÜKSÜMÜZ YOKTUR'
"1945 sonrası yapılan hata Türkiye’yi Atatürk’ten, kendine güvenden ve bağımsızlıktan uzaklaştırmıştır" diyen Gürdeniz, şunları söyledi:

Gelecek 100 yılı Atatürk gibi düşünmeli, tasarlamalı ve bağımsız hareket etmeliyiz. Nasıl ki 1919 yılında Samsun’a çıkan Mustafa Kemal İngiltere’nin güç kaybını ve gerilemesini görebilmişse bugün de iktidar ve muhalefet ABD’nin güç kaybını görebilmeli ve bilhassa muhalefet ile iktidar içindeki Amerikancı klik Türkiye’nin jeopolitik kaderinin 1945’te olduğu gibi ABD ve İngiltere liderliğindeki Anglosakson dünyaya teslim etmemelidir. Batıya teslim olmak Kıbrıs’tan Mavi Vatana; Karadeniz’den Güneydoğu Anadolu’ya yeni Sevr ile teslim olmaktır. Batıcılıkla batılı olma ayrımını en iyi gören Atatürk, bugün yaşasaydı şüphesiz Türkiye’nin jeopolitik çıkarlarını önceler ve asla kendisine yeni Sevr’i dayatacak ABD ve batı bloğuna güvenmezdi. Jeopolitik deneme yanılma zemini değildir. Hata yapıldığı takdirde bedelini gelecek kuşakların ödeyeceği kader zeminidir. 1945 sonrası yapılan hata Türkiye’yi Atatürk’ten, kendine güvenden ve bağımsızlıktan uzaklaştırmıştır. Aynı hatayı ikinci kez yapma lüksümüz yoktur.