Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, Veryansın TV'de kaleme aldığı bugünkü köşe yazısında Doğu Akdeniz’de Yunan-İsrail-Güney Kıbrıs Rum ittifakının anatomisi, tarihi ve Türkiye'ye etkilerini yazdı...
İşte o yazı:
"Osmanlı döneminde kabaca 400 yıl değişik bölgelerde Türk idaresi altında yaşayan Yahudiler ile Rum/Yunan Hıristiyan Ortodokslar anlaşamazdı. Aralarında İsa ve Judas yüzünden ortaya çıkmış bin beş yüz yıllık bir kan davası vardı. Kan davası, Yunan bağımsızlığı sonrası arttı. 1821’de Mora’daki ayaklanmalarda 5000’e yakın Yahudi Türklerle birlikte katledildi. Yahudiler Korfu’ya kaçmak zorunda kaldı. Bağımsızlık sonrası Megali İdea rüyasına kapılan Yunan, Osmanlı idaresine ve Türklere sadık kaldıkları için Yahudilerle aralarındaki dinsel husumet daha da büyüdü.
KAN İFTİRASI
Yahudi-Ortodoks Düşmanlığını besleyen en önemli unsurlardan birisi kan iftirası idi. Paskalya ekmeği yapımı için Hristiyan çocukların öldürüldüğü yalanı ile fanatik Yunan, Yahudileri günah keçisi yapıyor, mallarına zorla el koyuyor ya da göçe zorluyordu. 1840’ta Osmanlı idaresi altında Rodos adasında yaşanan kan iftirası olayı kısa sürede bir Yahudi katliamına yol açmadan önlenebilmişti. Diğer yandan Osmanlı’nın 1856 Tanzimat reformları ile Müslüman olmayan tebaa ile Yahudilere hukuki eşitlik tanıyıp ekonomik fırsatlar sağlanmasından geleneksel Hristiyan zanaatkâr ve tüccar kesimler rahatsız oldular. 1856 İstanbul Balat kan iftirası olayı Tanzimat Fermanından kısa bir süre sonra bu nedenle yaşanmıştı. Böylece Yahudi karşıtı söylentiler ve şiddet olayları tekrar canlandı. Batı Anadolu ve Ege’de 1870’lerden itibaren neredeyse her yıl bu tür Yahudi karşıtlığı olaylar yaşandı. Rumların yanı sıra bu saldırılara ve yağmalara çok zaman Ermeni ve Bulgar azınlıklar da katılırdı. Yahudi düşmanlığı onları birleştirirdi. Diğer yandan Yunanistan bağımsızlığı sonrası egemenliği altındaki topraklarda yaşanan kan iftirası olaylarına zaman zaman batı güçleri müdahale ederdi. Örneğin, 1847 yılında Atina ve Pire’de yaşayan Yahudilere karşı Paskalya Yortusu esnasında Yunan saldırıları başladı. Pireli zengin Sefarad Yahudisi David Pacifico ‘nun evine saldırıldı. Canını zor kurtaran Pacifico, aynı zamanda İngiliz vatandaşı olduğundan İngiltere Büyükelçiliği’ne sığındı. İngiliz hükümeti ona verilen zararın tazmini için Yunan hükümetine nota verdi. Yunan Hükümeti 1850 yılına kadar bu talepleri karşılamayınca, 1850 yılında İngiliz Akdeniz Filosunun zırhlıları Pire Limanını ablukaya aldı. Ekonomi durma noktasına geldi. Tazminat derhal ödendi. Yunanın Girit İsyanı sırasında da 1868 yılında İstanbul Eyüp’te bazı Yahudiler Osmanlı ordusunun adadaki başarısını kutlayınca Rum Papazların tahrikine uğradı ve ciddi tacizler yaşandı. 1870’lerden itibaren batının desteğini her alanda yanına alan Yunanın şımarıklığı ile Osmanlı idaresi altında yaşayan Rumların Yahudilere düşmanlığı arttı. Ancak bu olaylar diğer yandan Osmanlı idaresini batılıların müdahalesine açık bir duruma getirmişti. O nedenle Osmanlı idaresi daha sonra bu tip krizleri önlemede çok ciddi tedbirler aldı ve Yahudileri Yunan ve Rum’dan korudu. Bu önlemlere rağmen özellikle Batı Anadolu, Makedonya ve Trakya bölgelerinde, her yıl paskalya öncesi ortaya atılan kan iftiraları nedeniyle birçok şehir ve kasabada şiddet olayları yaşandı. Bunların içinde 1872 ve 1873’te İzmir, Selanik, Trakya bölgesi, Girit/ Kandiye ve Edirne’de kan iftiraları olayları yaşandı. 1874’te Balat ve Fener’de genç bir Rum kızının cesedinin bulunmasıyla yaşanan olaylar ciddi boyutlara ilerledi ancak büyük kayıplar yaşanmadan önlendi. Balkan Savaşında 9 Kasım 1912 günü Osmanlı Selanik’i terk ederken de en büyük zarar Yahudi mahallelerine verildi. Yunan hepsini yaktı. Neredeyse Yahudi nüfusun en yoğun yaşadığı bu şehirde (157 binin 61 bini Yahudi) hiçbirine kalma hakkı tanınmadı. Onbinlerce Türk’le birlikte Yahudiler de öldürüldü. Çok büyük bir çoğunluğu ya İzmir’e ya da İtalya’ya kaçtı. Bu sebeple Mütareke dönemi ve Kurtuluş Savaşı sırasında Osmanlının Yahudi cemaati işgalci Rumlarla iş birliği yapmadı ve sonuna kadar Kurtuluş Savaşını destekledi.
İSRAİL’İ EN GEÇ TANIYAN AKDENİZ DEVLETİ YUNANİSTAN
Yunanistan’ın Yahudilere ve İsrail’e bakışında dinsel sosyolojinin ve tarihsel mirasın önemli rolü her zaman oldu. Ancak Yunanistan’ın Türkiye düşmanlığı ve ABD/AB jeopolitiğinde oynadığı vekalet rolü onun bu yaklaşımını yıllar içinde değiştirdi. Yunanistan Akdeniz havzasında Arap dünyası dışındakiler içinde İsrail’i tanıyan en son ülke oldu. Atina, FKÖ, (Filistin Kurtuluş Örgütü) ile 1981’de ilk diplomatik ilişkisini kurduktan sonra İsrail’i Türkiye’den 42 yıl sonra 15 Mart 1991’de tanıdı. Geç tanımanın pek çok nedeni vardı. Yunanistan İkinci Dünya Savaşı sonrası genelde Amerikan karşıtı bir politika izledi. Enerjide Araplara bağımlı bir devlet olarak Arap’ları karşısına almadan yakın durmayı tercih etti. Türkiye’nin geleneksel Arap Dünyasına uzak durma siyasetine karşı Yunanistan bu ülkelerle yakın ilişkiler geliştirdi. Diğer yandan İsrail, İngiltere tarafından yaratılan ancak İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD tarafından resmen kurularak, korunan Ortadoğu’daki Amerikan Garnizon devletidir. Ona gerek enerji jeopolitiği gerekse kenar kuşak jeopolitiğinde ABD’nin Akdeniz ve Ortadoğu havzasındaki en önemli kalesi görevi verildi.
TÜRKİYE İLE DENGE ARAYIŞI
Marshall Yardım Planı, Truman doktrini ve NATO üyeliğinden sonra ABD’nin bir vekiline dönüşen Türkiye’ye İsrail’e yakın durma ve destek görevi verildi. Türkiye bu rolünü Arap dünyasını da karşısına almayacak şekilde 2009 yılına kadar sürdürdü. Bu nedenle Yunanistan’ın İsrail’i geç tanımasındaki temel nedenlerden birisi de Türkiye ile denge arayışı olmuştur. Türkiye, İsrail’e yaklaştıkça Yunanistan uzaklaşmıştır. Örneğin 1967 Arap İsrail savaşında Yunanistan Arapların yanında durmuştur. 1973 Yom Kippur harbinde İsrail’in Amerikan yardımı gelmese neredeyse büyük bir darbe alacağı ortamda Washington’u Araplara karşı nükleer silah kullanma tehdidi ile yanına çekerek Nickel Grass operasyonu sayesinde büyük askeri yardım alarak savaşı kazandığı bilinmektedir. Bu harpte Yunanistan Avrupa’daki Amerikan üslerinden İsrail’e yardım getiren Amerikan askeri uçaklarına hava sahasını ve meydanlarını açmadı. Aksine Mısır’a destek sağlayan Sovyet uçaklarına hava sahasını açtı. Benzer şekilde Akdeniz’de Sovyet 5. Eskadra’sı gemilerine karasuları içinde demirleme yerleri verdi ve destek imkanları tanıdı.
1979’DA BAŞLAYAN YENİ DÖNEM
İran’da 1979 devrimi sonrası Amerikan karşıtı bir rejimin iktidara gelmesi ve 1 yıl sonra Afganistan’ın SSCB tarafından işgali ile ABD, kenar kuşak jeopolitiğinde büyük yara aldı. Daha fazla kayba tahammül edemezdi. Camp David Anlaşması ile önce İsrail ile Mısır yakınlaştırıldı. 1980, 12 Eylül darbesi ile Türkiye’de hem neo liberal ekonomik düzene geçiş (24 Ocak kararları) hem de Ankara’nın tamamen Amerikan politikalarına teslimiyeti sağlanmış oldu. Böylece Doğu Akdeniz havzasında Mısır, İsrail ve Türkiye üçgeni ile Arap milliyetçiliğine ve İran etki alanına karşı bir cephe kuruldu. Bu gelişme ile 1948’den itibaren zaten İsrail ile ilişkileri her alanda iyi olan Ankara dolaylı olarak Yunanistan’ın Arap alemine daha da yakınlaşmasına neden oldu. 1981 yılında Yunanistan’ın AB üyesi olması İsrail’e bakışında kademeli bir değişim getirdi. Soğuk savaş sonrası yeni dengelerin ortaya çıkması Yunanistan’ın tamamen ABD ve AB yanlısı yeni bir dış politikaya yönelmesini sağladı. Artık iki kutup yoktu. ABD’nin soğuk savaşı kazanması demek İsrail’in bölgede güçlenmesi demekti. Ancak en önemlisi 1991’de ABD ve SSCB ortaklığında Madrid’de yapılan konferansta İsrail ile Arap ülkeleri ve Filistinliler arasında doğrudan müzakerelerle kapsamlı bir barış sürecinin başlatılması Yunanistan’ın İsrail’i tanımasında rol oynadı. Bu arada soğuk savaş sonrası Türk- İsrail iş birliği de gelişiyordu. Bu gelişmede temel faktörler ABD’de Yunanistan, GKRY ve Ermenistan’a karşı lobi çalışmalarına Yahudi desteği; Filistin Barış sürecinin başlaması, terörle mücadelede istihbarat paylaşımı ve serbest ticaret anlaşması önemli rol oynadı. Özal döneminden itibaren başlayan İsrail ile savunma alanında yakınlaşma da 1996 yılında imzalanan Askeri Eğitim ve İş Birliği Anlaşması ile yeni bir safhaya girdi. Türkiye ve İsrail arasında ortak tatbikatlar, askeri eğitim ve savunma sanayi projelerinde iş birliğine başladı. 2009 yılında yaşanan İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı katliama varan orantısız güç politikasına karşı gelişen ‘’One Minute’’ krizine kadar Türk İsrail ilişkileri siyasal İslamist bir parti iktidarda olmasına rağmen ABD ve İsrail’in çıkarlarına uyum içinde ve işliyordu. Ancak milli gücünü artıran iki ülke daha o günlerden çatışma rotasına giriyordu. Ancak farkında değillerdi.
KARDAK KRİZİ VE YUNAN İSRAİL YAKINLAŞMASI
Kardak Krizi ve Yunan İsrail Yakınlaşması. Diğer yandan 1996 Ocak ayında Türkiye ile yaşanan Kardak krizi ile Yunanistan, ABD’ye çok daha yakınlaşmasının gerekli olduğunu görmüş idi. Kardak Krizi savaşa dönüşmeden Amerikan Genelkurmay Başkanının Türk Genelkurmay Başkanını araması ile sonuçlanmıştı. Türkiye Ege’de Yunan oldu bittilerine artık izin vermeyecekti. Milli gücü ile Yunanistan Türkiye’ye direnemezdi. NATO ve AB üyeliği ile ABD ile kurduğu stratejik ortaklık üzerinden Türkiye’ye baskı uygulayacaktı. ABD ise İsrail demekti. O nedenle Yunanistan’ın özellikle Kardak krizi sonrası İsrail’e yakınlaşması onlar için kaçınılmazdı. Bu gelişmeler ABD’de Yunan ve Yahudi lobileri arasındaki iş birliği ve yakınlaşmayı tetikledi.
DOĞU AKDENİZ GAZI VE YUNAN İSRAİL YAKINLAŞMASI
2000’li yıllardan sonra Doğu Akdeniz’de doğal gaz rezervlerinin ortaya çıkması kaçınılmaz şekilde Türkiye, Yunanistan ve GKRY arasında ve dolayısı ile onların arakasındaki ABD ve AB ile Türkiye arasında krize yol açtı. Bu süreçte İsrail kaçınılmaz şeklide ABD ve AB’nin yanında durdu. 2004 yılında GKRY, AB’ye kanunsuz bir şekilde alındı. Çiçeği burnunda Türk Hükümeti bu jeopolitik kuşatmayı ‘’yes be annem’’ sloganı ile alkışladı. Halbuki AB doğu sınırlarını İsrail karasularına kadar genişletmiş ve Yahudi-Hristiyan ittifak ilk kez denizde sınırdaş olmuştu. AB, bu genişlemeyle sadece bize karşı değil Rusya’ya karşı büyük jeopolitik avantaj sağladı. Sadece Kıbrıs kıta sahanlığında bulunan hidrokarbon kaynaklarına kavuşmayıp aynı zamanda zengin İsrail kaynaklarına da komşu olmuştu. AB’nin Rus gazına karşı enerji güvenliği içinde artık İsrail de bir ortak olmuştu. Yeni jeopolitik ve ekonomik koşullar, 100 yıl önce Yahudileri boğazlayan Yunan ve Rum Ortodoksları İsrail ile enerji üzerinden bir araya getirdi. 2012 yılında İsrail ve GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) Doğu Akdeniz’de deniz sınırlandırılması antlaşması imzaladılar. Üçlü aralarında Türkiye’ye karşı savunma ve güvenlik iş birliğini ortak tatbikatlar yapacak kadar geliştirdiler. GKRY, Yunanistan ve İsrail, Lefkoşa’da 28 Ocak 2016 tarihinde başbakanlar seviyesindeki üçlü görüşmeler sonunda AB ve her üç ülkenin enerji güvenliğine katkıda bulunacak ortak enerji projelerinin ilerletilmesi üzerinde anlaştı. Aynı peygamber ve dine sahip İslam alemi, batı emperyalizminin palazladığı koşullarda Şii ve Sünni hesaplaşmasına ve boğazlaşmaya giderken, Yahudi-Hristiyan ittifakı, Doğu Akdeniz’i enerji jeopolitiği üzerinden şekillendiriyordu. Yani medeniyetler çatışması aslında İslam aleminde medeniyet içi çatışma şekline sokulurken, binlerce yıl birbirine düşmanlık etmiş dinsel kimlikler birbirine yaklaşıyor. Bu kapsamda 2009 sonrası ve özellikle göz göre göre iktidarın büyük hataları ile 2010 yılında yaşanan Mavi Marmara baskını sonrası Türkiye’de mevcut iktidarın iç politikada kendisine daima büyük yandaş sağlayan Filistin sorunu üzerinden İsrail ile ilişkileri askıya alması ile İsrail – Yunan yakınlaşması tarihte görülmemiş boyutlara çıktı. Ankara’nın İsrail demarşının asıl nedeninin deniz yetki alanları paylaşımı ve KKTC’nin durumu olması gerekirken asıl neden dinseldi. Zira aynı dönemde Türkiye Kıbrıs’taki askerimizi geri çekecek ve KKTC’ye son verecek Annan Planına evet demiş, İsrail’in en büyük projesi olan kukla Kürt devletinin kurulmasına yol açacak Açılım Sürecini başlatmış, İsrail jeopolitiğine de hizmet edecek FETÖ kumpas davaları hükümet desteği ve muhalefet sessizliği ile yürütülürken Sevilla haritasına ses çıkarılmamıştı. Diğer yandan 2013 yılında ABD Kongresinde Helenik-İsrail İttifakı kuruldu. Bu ittifak, Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs arasında enerji, güvenlik ve ekonomik iş birliklerini teşvik etmeyi amaçlamaktaydı. Ayrıca, Amerikan Helenik Enstitüsü (AHI) ve Amerikan Yahudi Komitesi (AJC) gibi kuruluşlar, ABD’de yürüttükleri ortak lobi faaliyetlerini artırdılar. Her iki lobinin koordineli çabaları, ABD’nin Doğu Akdeniz politikasının belirlenmesinde başat rol oynadı. 2014 sonrası Mısır ile ilişkiler de mevcut iktidarın Müslüman Kardeşler Örgütüne yakın durması ile dibe vurdu. Yunanistan İsrail arasındaki ilişkiler 2019 sonrası yani Türkiye’nin Mavi Vatan tezlerinin öne çıktığı, Libya ile 27 Kasım 2019 Deniz Yetki Alanı Sınırlandırma mutabakat muhtırasının imzalanmasından sonra hızla gelişti. Mısır da Yunanistan ile neredeyse askeri ittifak yapacak boyutta ilişkilerini geliştirdi ve en kötüsü 6 Ağustos 2020’de Mısır, Yunanistan ile Türk tezlerinin tam aksine deniz sınırlandırma anlaşması yaptı. Bu süreçte bilhassa Yunan ve İsrail Hava Kuvvetleri arasında ortak tatbikatlarda artış yaşandı. İsrail uçakları, olası İran saldırısının provalarını gidiş geliş mesafesi olarak benzetim yaptıkları Akdeniz’de Kıbrıs hava sahasını da kullanarak İsrail Yunanistan parkurunda yapmaya başladılar. İsrail 2009 sonrası Yunanistan’ın icra ettiği Türkiye aleyhindeki tüm deniz ve hava tatbikatlarına katıldı. Atina ayrıca Türkiye’ye karşı İsrail’den hava savunma füze sistemleri satın almayı planlıyor. İsrail’in Yunanistan’a bakış perspektifinde bir diğer yaklaşım da bu ülkenin pek çok İsrailli sivil için güvenli bir yerleşim seçeneği sunuyor olması. ABD’nin vekili, AB üyesi ve Gazze’de İsrail soykırımına ses çıkarmayan bu ülkede İsrail vatandaşlarının ciddi gayri menkul alımı ve yatırımı var. İsrail’in benzer şekilde Güney Kıbrıs ve KKTC’de de ciddi gayrimenkul alımları söz konusu. Maalesef KKTC’de bu alımlara karşı ciddi hassasiyetler yaratmasına rağmen önlem alınmadı.
(PNAC) YENİ AMERİKAN YÜZYILI PROJESİ
Tüm bu gelişmeleri 1997’de ABD’de neoconlar tarafından oluşturulan “(PNAC) Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’’ kapsamında da değerlendirebiliriz. Bu grup 2001’de 11 Eylül sonrası başlayan dönemin mimarlarıydı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Amerikan askeri gücü ile yaşanan tüm gelişmeler Siyonist ve evanjelist ortak kimyasının ortaya çıkardığı neoconların eseri idi. İçinde Netanyahu’nun da bulunduğu bu grubun aynı yıl İsrail için bugünün soykırım koşullarını hazırlayan, ‘’Temiz Ayrılık- Clean Break’’ raporunu hazırladığını da hatırlatalım. Yunanistan, artmayan nüfusu, olmayan sanayisi, savunma sanayiinde dışa bağımlılığı ile Türkiye ile jeopolitik bir hesaplaşmada yanına ABD ve AB ülkelerini alamadan başarılı olamayacağının farkında. Bu nedenle her iki blok ile ittifak halinde olan İsrail ile yakınlaşmaktan ve İsrail’in bölgedeki soykırıma varan saldırılarına sessiz kalmaktan başka çaresi yok. Nitekim Yemenli Husilere karşı ABD liderliğinde yürütülen Prosperity Guardian harekâtına hem de AB’nin Aspides harekâtına gönüllü ilk savaş gemisi gönderen ülkelerin başında Yunanistan geliyor.
KÜRECİK RADARI, TÜRKİYE VE İSRAİL
Türkiye NATO Balistik Füze Savunma sisteminin en önemli sensörü olan X Bant radarının kendi topraklarında kurulmasına 2010 NATO Lizbon Zirvesinde onay verdi. ABD Avrupa Kuvvetleri (USEUCOM) kontrolünde işletilen bu radar sistemi Romanya ve Polonya’da kurulu olan atmosfer dışı füzelere müdahale edebilme yeteneğine sahip Amerikan SM 3 yüksek irtifa hava savunma füze sistemlerine bilgi vermektedir. Her ne kadar Türkiye bu radar istasyonuna sadece NATO maksatları için kullanılma koşulu ile izin vermiş olsa da bilgilerin USEUCOM tarafından İsrail’e gönderilmesini önleyecek teknik ve idari kontrole sahip değildir. O nedenle İsrail’e en yüksek perdeden eleştiri getirirken bu radarın kendi topraklarımızda çalışmasına izin vermek büyük bir çelişkidir. O nedenledir ki ABD önce 2002 yılında ABM (Anti Ballistic Missile) Anlaşmasından geri çekilmiş ve o sayede bu sistemler kurulabilmişti. Türkiye de dünyanın en büyük nükleer envanterine sahip Rusya’nın yanı başında bu tuzağa düşme becerisini maalesef gösterebilmiştir. Yunanistan, sadece bu radarın varlığı üzerinden gerçekte Türkiye’nin de İsrail ile ilişkilerinde yaşamsal düzeyde kriz yaşanmadığını görmektedir. İstanbul’da birkaç miting düzenlemek ve dinci kitlelere İsrail aleyhinde slogan attırmakla toplumun enerjisinin alındığını Yunanistan da görmektedir. Bu durumun Türkiye’nin ABD ve AB baskılarına teslim olduğu gerçeğini ortaya koyduğunu görmektedir. O nedenle Atina, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de tavize zorlayacak hamleleri atmaktan çekinmemektedir.
SURİYE, İSRAİL VE TÜRKİYE
2011 sonrası Türkiye, ABD ve İsrail politikalarına uyumlu şekilde güneyindeki tek parça Suriye devletinin parçalanmasında başat rol oynadı. ABD tarafından üretilen ve Avrasya’da istediği coğrafyalarda terör belası üzerinden kriz çıkarma aparatı olan İslami ve etnik terör örgütleri ile iş birliği içinde hareket eden ABD, Türkiye’nin jeopolitik çıkarlarını asla gözetmedi ancak Ankara bu tuzağa iç siyasi hesaplaşmalar nedeni ile düştü. Bir yandan PKK ile savaşırken diğer yandan İsrail ile aramızdaki en büyük tampon devletin yıkılmasına onay ve destek verdik ve bugün Türkiye Suriye’de İsrail ile çatışma senaryolarını konuşma aşamasına geldi. İsrail’in ABD olduğu gerçeği göz ardı edilemezken, Suriye’nin parçalanmasında oynadığımız rolün jeopolitik izahı yok gibidir. Aynı 1991 sonrası Çekiç Güç Marifeti ile Irak kuzeyinde otonom Kürt devletinin kurulması gibi bu kez de Suriye kuzeyinde otonom Kürt devleti kuruluyor. Üzücü olan bu gelişmeler ana muhalefetin de sessiz kalmasıdır. Güneyimizde bunlar yaşanırken kendi içimizde yeni bir Açılım Sürecinin hem iktidar hem muhalefet desteği ile yürütülüyor olmasıdır. Bu gidiş çok tehlikeli sonuçlara gebedir. ABD ve AB’nin çöküş döneminde yaşanan bu teslimiyetçi politikalar jeopolitik okumaların her iki cephede de çok yanlış olduğunu göstermektedir. Türkiye Birinci Dünya Savaşı arifesinde bazı siyasetçilerin Osmanlıyı yıkmaları ve parçalanmasına karar veren İngiltere ile Fransa’ya yamanarak ittifak aramalarına benziyor. Heyetlerimizi iki ülke de neredeyse dalga geçerek geri göndermişlerdi. Osmanlı o dönemde Almanya’ya yaklaşmaktan başka çare bulamamıştı. Zira o da parçalanması istenen bir hedefti. Şimdi tarih yeniden tekrar ediyor. Finansal ve ekonomik kriz geri dönülmesi zor jeopolitik tavizlere yol açıyor. Jeopolitik koşulların tamamen lehimizde olduğu bir dönemde sömürgeci, soykırımcı ABD ve AB hegemonyasının yanında hareket ediyoruz. Ne yazık. Ne yazık.
TÜRK YUNAN DÜŞMANLIĞI
Yunanistan 1830 yılında dönemin emperyal düzenine jeopolitik, sosyolojik ve kültürel payanda sağlamak üzere kurgulandı. Osmanlı İmparatorluğunu Ege Denizi ve Balkanlar üzerinden çevreleyecek jeopolitik bir tampon devlet olarak yaratıldı. Birinci Sanayi Devrimini tamamlamış, kapitalizmin emperyalizm safhasına evrildiği bir dönemde, kimlik sorunu çeken güçlü Avrupa’nın tamamlayıcı değeri oldular. Avrupa, kendini tanımladığı batı kültürünün Hristiyan dini ve Roma Hukuku bacaklarına Yunan Felsefesi ve temsil etmedikleri halde Helenistik mirası ekledi. Her dönem düşmana ihtiyaç duyan bir topluluktan bahsediyoruz. Türk düşmanlığı ise açığa vurulmadan her daim devam etti. 1923-1955 arasında yaşanan Türk- Yunan dostluğu, Yunan tarihinin yanlış bir evresidir. Zira söz konusu dönemde değişen Türkler değil, Yunan olmuştur. Ancak sonradan fabrika ayarlarına geri dönmüşlerdir. Kıbrıs olayları sonrası Türk düşmanlığı her koşulda en üst seviyede canlı tutulabilmiş ve bir nevi var oluş nedenine dönüşmüştür. Yunanistan’ın bu özelliği, Hristiyanlık ve Helenizm ile batının jepolitik çıkarlarına göre her dönem kullanılmış ve kışkırtmaya açık tutulabilmiştir. Ancak bu inanmışlığa 450 yıllık birlikte yaşadığı büyük ağabeyden nefret kültürünü de eklemek gerekir. Bu nefreti bizdeki aşırı dincilerin Mustafa Kemal düşmanlığına, ya da günümüzdeki Ukraynalıların Rus düşmanlığına da benzetebiliriz. Zayıf güçlüden nefret ederek ya da gerçek dışı hedeflerle bilinçlendirilerek hayatta kalma duygusunu canlı tutabilir. Yunanistan’da bugün Türkiye tarafından yutulabileceği endişesini taşıyanlarla, Ayasofya’ya Yunan bayrağını dikebileceğine inanların ortak noktası azılı Türk düşmanlığıdır. Türkiye bu gerçekleri görerek hareket etmelidir. NATO’da kaldığımız sürece Yunanistan ile dostluk kurmak mümkün değildir. Yunan Ortodokslar nefret ettikleri Yahudilerle jeopolitik çıkarlar üzerinden tekrar dost olabilirler ancak Yunanın Türk ile dost olması istenmez. Zira bu durumda Avrasya’nın en önemli su yolu olan Türk Boğazları ve Ege Denizi Anglosakson hegemonyanın kontrolü dışına çıkar. O nedenle her iki ülke birbiri ile savaşmayacak şekilde düşman tutulmalı ve savaş aşamasına gelirlerse bu durum gerekirse silah gücü ile önlenmelidir. Bu arada Türkiye değişik hamleler ile Doğu Akdeniz’den uzak tutulmalıdır. Kasım 2020’de Akdeniz’de yaşanan La Rosaline A hadisesi ile bu sağlanmıştır. Türk kıta sahanlığında son 5 yılda yaprak kıpırdamadı. Şimdi ikinci safhaya geçmeyi planlıyorlar.
TÜRK KITA SAHANLIĞINI TANIMAMA SAFHASI
31 Mart 11 Nisan 2025 arasında Yunanistan’ın Mora yarımadası batısında bulunan Andravida hava üssünde 11 ülkenin katılımı ile büyük bir hava tatbikatı yapıldı. Bu tatbikata 2023 G7 zirvesinde ilan edilen IMEC Hindistan Ortadoğu ekonomik Koridoruna Mumbai-Dubai-Hayfa-Pire rotasındaki ülkeler katıldığı gibi 2019 yılında Akdeniz’de kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu üyesi olan ülkeler -Filistin Yönetimi hariç- savaş uçakları ile tam kadro katıldı. En ilginci Katar’ın durumuydu. Türkiye’nin yakın dostu durumundaki bu ülke İsrail’de Netenyahu Hükümetinin üyelerine rüşvet vermekle suçlandığı (Qatargate) bir dönemde İsrail jetleri ile kol kola uçtu. Yunanistan bu arada Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı sınırlarını tanımamak üzere 2017 yılından bu yana İsrail ve Güney Kıbrıs ile yürüttüğü Great Sea Interconnector deniz dibi elektrik hattı projesini son aylarda yeniden yürürlüğe soktu. Fransız NEXAN firmasına ihale edilen projede İtalyan araştırma gemisi 2024 Temmuz ayında sularımızda faaliyet gösterirken ikaz edilmiş ve çıkarılmıştı. Yunanistan bu kez benzer bir hamleyi önlemek için tedbirler alıyor. Ekathimerini gazetesi 31 Mart 2015 tarihinde Yunan Dışişleri Bakanının bu durumu önlemek için gemiye Yunan savaş gemilerinin refakat edeceğini ve ayrıca İsrail’den ABD’ye Türkiye’yi şikâyet konusunda dolaylı destek alacaklarını; Fransız donanmasının da dolaylı destek vereceğini beyan ettiği habere yer verdi. Bu konu birkaç hafta önce Kudüs’te buluşan İsrail Yunan başbakanları seviyesinde ve ayrıca yakın zamanda Atina’da buluşan Güney Kıbrıs, Yunan ve İsrail Dışişleri Bakanları düzeyinde de görüşüldü. Yakın zamanda bu konuda Yunan NAVTEX’i yayınlanırsa durumun ciddi şekilde tırmanacağını söyleyebiliriz. Diğer yandan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile İsrail dostluk ve iş birliği askeri alanda Kıbrıs adasında, deniz ve hava sahasında özellikle 2014 sonrası artan ortak tatbikatlar, 2022 sonrası Barak Hava Savunma Sistemi alımı dahil savunma sanayi projeleri ile arttı. 2019 yılında ABD kongresinden geçen Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı yasası ve 2023 yılında imzalanan Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum ve İsrail üçlü savunma ve güvenlik anlaşması ile ilişkiler 3+1 formatına taşındı. Daha da ötesi 2023’te IMEC Ekonomik Koridorunun ilan edilmesi ile ABD bu üçlünün yanına daha da yaklaştı. 2025 başında 2019 ‘da ABD’de yasalaşan Doğu Akdeniz güvenlik ve enerji ortaklığı Doğu Akdeniz’de Terörle Mücadele ve Deniz Güvenliği girişimi altında yeni bir statüye yükseldi. Kısacası Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY üzerinden ABD, İsrail ve AB baskısı altındadır. Suriye’de kendi iradesi ile ABD ve İsrail’in tuzağına düşmüş olmanın karmaşası içindedir. Suriye’de Rusya’yı kendisinden uzaklaştıran Ankara’nın Doğu Akdeniz’de yanında duracağı dostu kalmamıştır. Yunanistan ve İsrail bunun farkındadır. İktidar ve muhalefet birbirleri ile yarışır şekilde ABD ve AB’ye bağlılık taahhütlerini dile getirirken gerek Akdeniz gerekse Fırat’ın doğusunda çok ciddi ve yaşamsal gelişmelerle karşı karşıya kalacağımızı göz ardı etmemelidirler. Türkiye iç politikanın labirentleri içinde iç cepheyi kaybederken, dışarısı arı gibi çalışıyor. Tehlike çok büyük. Sorun kamuoyu bu tehlikenin farkında değildir."