Söyleşi: Osman Keçeli
Gazeteci yazar Zülâl Kalkandelen'le, hayvan hakları mücadelesinin içinde bulunduğu çıkmazı ve hayvan sömürüsünü konuştuk.
Kalkandelen, hayvan hakları aktivizminden aktivizmde dijitalleşmeye, gazetecilikten adalet mücadelesine dek birçok alandaki sorularımıza samimiyetle yanıt verdi.
Fotoğraf: Ceren Aksan Mumcu
'GAZETECİ SESİNİ DUYURAMAYANLARIN SESİ OLMAKLA YÜKÜMLÜDÜR'
> Kişisel bir soruyla başlamak istiyorum. Acaba hayvanlar ve hayvan hakları, Zülâl Kalkandelen’in hayatına nasıl girdi? Hayvanlar için yazmaya ve konuşmaya karar verdiğiniz bir an, bir kırılma ya da dönüm noktası oldu mu? Eğer olduysa bu kırılma anından bahseder misiniz?
The Smiths’in “Meat Is Murder” adlı şarkısının sözlerinin etkisiyle hayvanlar konusunda kendimi ve toplumu sorgulamaya başladım. İlk fişeği o çaktı. Çevremde kimsenin söz etmediği, hayvanlara uygulanan dehşet verici işkencelerin farkına ondan sonra vardım ve neden daha önce bana bunları kimse anlatmadı diye derin bir hüzünle aynı anda öfke hissettim.
Kendimi bildim bileli adaletsizliğe ve ikiyüzlülüğe çok büyük tepki duydum Bir zamanlar blogların popüler olduğu dönemde kendi blogumda amatörce yazmaya başlamıştım. O sırada toplumda sokak hayvanlarına yönelik şiddete günlük hayatta da tanık olduğum için, ilk yazılarımda onları anlatıyordum. Uzun zaman sadece araştırdım ve yazdım. Konuşmaya başlamam daha sonra oldu.
Mesleğim gazetecilik olduğundan onun da etkisi vardı. Çünkü Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi, “gazeteci, mağdurun, güçsüzün, yoksulun, ötekileştirilenin ve ‘sesini duyuramayanların’ sesi olmakla yükümlüdür” der. Bu doğrultuda, tepkilerini ve itirazlarını kendi dillerinde, beden dilleriyle ortaya koysalar da, insanların konuştuğu dil ile sesini duyuramayan insan dışı hayvanların da medyadaki haberler aracılığıyla destek alması şarttır. Bu nedenle medyada bu hususa göre davranılması, hayvan haklarının daha geniş kesimlere yansıtılması için büyük önem taşır.
Ben mesleğimi yaparken adalet meselesini asla sadece insanlarla sınırlamadım; elbette insanın insana zulmü kadar, insan dışı hayvanlara ve doğaya zulmünü de daima gündemimde tuttum.
'DİJİTAL DÜNYA DA SERMAYE TARAFINDAN YÖNETİLİYOR'
> Veganlığı benimseyen, hayatını vegan olarak sürdüren bir yazar ve gazetecisiniz. Vegan olmanızın arkasında yatan sebebi tek cümleyle açıklayabilir misiniz?
Çok kısa bir şekilde özetleyebilirim: Her türlü sömürüyü reddediş, yaşam hakkı ve adalet.
> Hayvan haklarının daha konuşulur olmasıyla dijital aktivizm biçimleri de yaygınlaştı. Siz internet ortamındaki aktivizm yöntemleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce dijital kanallar hayvan hareketini örgütleme potansiyeli taşıyor mu?
Ben internetin hayatımızda böyle etkin bir şekilde olmadığı dönemi de biliyorum, dijital dünyayı da biliyorum. Dolayısıyla ikisini karşılaştırabilecek durumdayım. Eskiden konuşmak ve karar almak için bir araya gelmek durumundaydık. Bu aktivistler arasındaki yakın etkileşimi daha olumlu etkiliyordu, örgütlenme daha etkili ve güçlü oluyordu. Şimdi herkes bireysel olarak hesap açıp oradan görüşlerini paylaşıyor. Aktivizm bireyselleşti.
Dijitalleşme, zaman ve mekân engellerini kaldırdığı için önemli bir avantaj da sağladı; dünyanın her yerine, daha fazla insana hızla ulaşma olanağı var artık. Bu önemli bir artı.
Ancak dijital dünyanın da sermaye tarafından yönetildiğini düşünürseniz, bu dünyanın bizim için sınırlarını da belli odaklar çiziyor. Devasa holdingler tarafından yönetilen sosyal medyada hayvan özgürlüğü aktivistlerinin gölgelenmiş olduğu bir gerçek. Paylaşımlarımız akışa düşmeyebiliyor, üzeri örtülebiliyor, anında yayından kaldırılabiliyor. Ulaşabileceğimiz kitle bir şekilde daraltılıyor. Bir de insanların çoğunluğu bizim dert ettiğimiz konuları sorun etmiyor, bu konularda bilgi almayı reddediyor; çünkü aslında kendini sorgulamak istemiyor. Bu noktada farklı içeriklerle insanlara ulaşmaya çalışılıyor fakat vegan aktivizminin giderek sadece yemek tarifi paylaşımına dönmesi de tıkanma yaratır.
Dijital dünya, hayvan hakları hareketini örgütleme açısından bir noktaya kadar işlev gördü; çünkü görünürlüğü artırdı, ancak bireyselleşmeyi öne çıkardığı için de diğer bir açıdan yavaşlatıcı oldu. Ürün tanıtımı yapan kişi de kendisini aktivizm yapmış olarak görüyor ve bir de bakıyorsunuz kitleleri etkileyebilecek eylemler yapılmak istendiğinde ortada elli kişi bile yok… Tabii bunları belirtmem dijital dünyayı küçümsediğim anlamına gelmemeli. Her platform iyi kullanıldığında mutlaka faydalı olur. Sadece aktivizmi dijital dünya ile sınırlandırmamak gerekir diyorum.
'VEGANİZM DÜNYANIN EN DEVRİMCİ TOPLUMSAL ADALET MÜCADELESİ'
> Ben Zülâl Kalkandelen’i bir vegan olarak tanıyorum. Bir de sosyalist yönünüz var. İnsan ve hayvan hakları mücadelesinin bir aradalığı hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce ikisinden birisi öncelenmeli mi?
Hayır. Ben ikisinin de bir arada sürdürülmesi gerektiğini, çünkü insan için adaleti savunurken insan dışı hayvanları sömürmeye devam etmenin büyük bir çelişki olduğunu hep vurguladım. Ne yazık ki herkesin kendi sömürüsünü aklamaya çalıştığı insanmerkezci bir dünyada yaşıyoruz. “Önce insan” yaklaşımı, doğanın ve hayvanların insanlar için yaratılmış olduğuna dair düşünceyi kemikleştirmiş durumda. Bu bencil ve faydacı bakış açısı yüzünden insan türünün yaşayabildiği tek gezegen de 6. yok oluş ile karşı karşıya.
Ama böyle olmasaydı bile, yani hayvansal tüketimin doğaya zararları bu kadar vahim sonuçlara yol açmamış olsaydı bile, sömürü daha en başta etik nedenle reddedilmeli. İnsan dışı hayvanların da insan gibi bilinç sahibi olduğu, yaşamak için mücadele ettikleri, duygularının olduğu bilim tarafından kanıtlandı. Bu bilgiyi görmezden gelmek, “önce insan” demek türcülüktür ve bu düşünce yıkıcıdır, katliamların ana nedenidir. İnsan, uzaya çıktı, yapay zekayı geliştirdi ama etik evrimi hayvanlar konusunda gereken gelişimi gösteremedi. Kâr-zarar hesabı üzerinden gelişen bireysel faydacılık ve sömürü, sosyalist etikle taban tabana zıt. Temel çelişki bu.
Adalet ve özgürlük talebini sadece insanlar için değil, insan olmayan hayvanlar ve yeryüzü için de dile getiren veganizm ve hayvan özgürlüğü mücadelesi, bu nedenle günümüzün en devrimci toplumsal adalet ve özgürlük mücadelesi!
'HİÇBİR TOPLUMSAL MÜCADELE ÖRGÜTSÜZ KAZANILAMAZ'
> Yakın zamanda barınaklarda acı görüntülere tanık olduk. Bu görüntüler bütün Türkiye’nin tepkisini toplasa da sanıklar cezasız kaldı. Yakın gelecekte mahalle sakini hayvanların yaşam koşullarının iyileştirilecek olması da pek mümkün görünmüyor. Hayvan hakları hareketindeki bu genel başarısızlığın sebebi olarak neleri görüyorsunuz?
Birinci nedeni örgütsüzlük. Hiçbir toplumsal mücadele örgütsüz kazanılmaz. Bu, tarihten alınacak en önemli derstir. Yüzlerce dernek, demokratik toplum örgütü var ama çoğu etkisiz, gereken güçlü ses çıkmıyor.
Hayvan hakları konusuna birbirinden çok farklı yaklaşan gruplar var. Bunlar arasında adeta siyasi partilermiş gibi bir çekişme söz konusu. Oysa hayvan hakları mücadelesinin odak noktası hayvanlar olmalı. Burada bir tezat var.
> Söz edilmesi gereken bir diğer sorun da, hayvanlar üzerinden çıkar sağlayanların da mücadele içinde yer edinmesi. Hayvan hakları mücadelesini bir rant alanına çevirenlerin dışlanması gerekirken bakıyorsunuz çok sayıda gönüllü, dolandırıcı olarak hüküm giymiş insanların çevresinde toplanmış…
Bütün bunların üzerine Türkiye’de eylem yapma ve aktivizm kültürünün zayıflığını da eklerseniz, etkin bir mücadele yürütülememesinin nedenleri ortaya çıkıyor.
'KIRBAÇLAR ATLARIN SIRTLARINDA İNSANIN PARA VE KUMAR HIRSI İÇİN ŞAKLIYOR'
> Biraz atlar hakkında konuşalım. Atlar sanki hayvan sömürüsünün pek görünmeyen alanında kalmış gibiler. At yarışlarında ve binicilik sektöründe yaşanan at sömürüsünün bu kadar görünmez oluşunun sebepleri neler olabilir?
At yarışları, dünyada da hemen her ülkede hâlâ “seçkin bir spor” olarak algılanıyor. Atların zaten koşmak için yaratıldığı düşünülerek, hayvan haklarını savunduğunu söyleyen bazı kişiler tarafından bile sadece koşulların iyileştirilmesi savunuluyor. Bunun önemli bir nedeni arka planda olan sistematik zulmün bilinmemesi. Evet, atlar doğaları gereği hızlı koşarlar ama bu onların sırtına kamçı vurularak yarış pistlerinde para için koşturulmalarını haklı çıkarmaz, onlar doğada özgür olmak için yaratılmış canlar. İnsanın atları kendi çıkarı için evcilleştirmesinden sonra bu hayvanlar türlü sömürülere alet edildi…
At yarışı sektöründeki zulmü anlatan pek fazla insan yok. Bir atın haralarda eşya üretilir gibi üretildiği andan yarış pistine gelinceye kadar yaşadıkları, yarış sırasında para için yapılan eziyetler bilinmiyor. Yarışta at sakatlanınca iğne ile öldürüldüğünde bile “uyutuldu” deniyor. TBMM’de Hayvan Hakları Yasası görüşülürken milletvekillerine bu konudaki sömürüyü anlatmaya çalıştım. Düşünebiliyor musunuz, bazı hayvan hakları derneklerinin temsilcileri yanıma gelip, “Sizin söyledikleriniz de aşırı, Türkiye’de at yarışı kalkmaz” dedi. Bugünden yarına yok olmayacağını elbette ben de biliyorum ama endüstrileşmiş bir sektörde yaşanan zulmü bizim görünür kılmamız gerek, çok daha fazla sayıda insana atların başına gelenleri duyurmamız gerek ki bundan yıllar sonra bu konuda adımlar daha güçlü atılabilsin.
Aprantisinden seyisine, at sahibinden jokeyine, bahisçisinden medyadaki at yarışı tahmincisine kadar herkesin para kazandığı ama bunun bedelini atların canlarıyla ödediği korkunç bir sömürü zinciri söz konusu. Çok büyük paralar dönüyor ve devletin de yarışlardan önemli oranda vergi geliri var. Bu kadar büyük paraların konuşulduğu bir sektörde tek ezilen, metalaştırılan atlar olunca onların gözlerinin içine bakıp yaşadıkları işkenceleri dile getirecek insan bulunmuyor. Kırbaçlar atların sırtlarında insanın para ve kumar hırsı için şaklıyor, “dört ayaklı darphane” dedikleri atlar ölüme koşuyor…
Ben uzun süredir at yarışındaki sistematik zulmü ortaya çıkarmaya çalışıyorum, sömürüyü belgelemek için arşiv oluşturuyorum. Geçen yıl at yarışı için kaç atın can verdiğini araştırıp yazdım. Kimsenin bu cinayetlerden haberi olmuyor, sadece bazıları komiser raporunda geçiyor ama hepsi yazılmıyor. TJK bunları duyurmuyor. Bir at yarış sırasında sakatlanırsa, atın sahibine ve jokeyine geçmiş olsun deniyor, atın adı bile anılmıyor. Sanki bir araba yarışında araba bozulmuş gibi “at arızalandı” deniyor. Medya da bu vahşeti görmezden geliyor, sektörde “at uyutuldu” denilerek bir yandan da toplum uyutuluyor.
'BİR İNFİAL OLMADIKÇA SİYASETÇİLERDEN HİÇBİR TEPKİ GELMİYOR'
> Önümüzde seçimler var. Siyasilerin hayvan hakları konusundaki demeçleri (ya da sessizlikleri) hakkında kısa bir değerlendirme yapabilir misiniz? Sizce tatmin edici açıklamalar yapan siyasiler oldu mu? Yoksa hepsi sınıfta mı kaldı?
Hepsi bu konuda sınıfta kaldı. AKP’nin Hayvanları Koruma Yasası ile ilgili yaptığı yeni düzenlemelerle çıkardığı 7332 sayılı yasa konusunda da gerekeni söylemediler, konuyla ilgilenmediler, ilgilendiklerinde de eksik, yanlış bakış açılarıyla yaklaştılar, TBMM’de gereken muhalefeti göstermediler.
Son iki yıldır hayvanlara yönelik şiddetin tavan yapmasına neden olan oluşumlar konusundaki uyarılarımızı dikkate almadılar. Hayvan hakları aktivistleri, gönüllüler, demokratik kitle örgütü temsilcileri saldırılara uğrarken, besleme yapanlar sokakta öldürülürken sadece izlediler, nefret dalgası tüm ülkeye yayılırken iktidar ve muhalefet belediyelerinin barınaklarından dehşet verici görüntüler gelirken sustular. Ne zaman ki olaylar çığırından çıktı, Konya Büyükşehir Belediyesi Hayvan Bakımevi’nde kürekle köpek katledildiğini dünya duydu, o zaman bizdeki siyasi partilerden de açıklamalar geldi. Çünkü oylarını talep ettikleri insanlar da çok öfkeliydi. O aşamada muhalefet net açıklamalar yaptı ama onun ardından bu konu yine gündemden düştü. Türkiye’de siyasetçiler, hayvan haklarının da önemli bir mücadele alanı oluşturduğunu, bu meselenin de politik olduğunu anlayamadı.
Konu hayvanlar olduğunda toplumda bir infial olmadıkça siyasetçilerden hiçbir tepki gelmiyor. Bugün hem muhalefet belediyeleri hem de iktidar belediyeleri boğa, deve güreşi düzenliyor. Atlı faytonlar, hâlâ birçok yerde kullanılıyor, her yerde hayvanat bahçeleri var. Havai fişek kullanmaktan bile vazgeçmiyorlar.
Hayvanların oyu olsa, emin olun siyasetçiler bu kadar duyarsız kalamazdı. Hayvanseverlerin oyu olduğunu, sadece bu konudaki duyarsızlıkları nedeniyle oylarının riske gireceğini de henüz hissetmediler.
'KİTABA AMBARGO UYGULANDI'
> Türkçe vegan literatürdeki en önemli kaynaklardan birisini yazmıştınız: Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü. Hayvan hakları konulu bir kitap daha yazma niyetiniz var mı? Ya da konusu fark etmeksizin yeni kitap fikirleriniz var mı?
O kitabın çeşitli talihsizlikleri oldu. Türkçe dilinde yazılıp basılan ilk hayvan özgürlüğü kitabıydı; kendi ülkemizdeki durumu anlatmak da önemliydi ama kitaba ambargo uygulandığından üç yıl boyunca kitapçılara giremedi, okuyucuyla buluşamadı. Soranlara kendim kargoyla gönderiyordum. Bu durum pek kimsenin umurunda olmadı ama beni bir yazar ve hayvan özgürlüğü aktivisti olarak yaraladı. Kitabı okuyucuya ulaştırmamın, hayvanlar için yerine getirmem gereken bir sorumluluk olduğunu hissediyordum. Sonunda genişletilmiş bir baskıyla farklı bir yayınevinden yayımlandı ve kitapçılara girdi ama ben çok mücadele etmek zorunda kaldım.
> Birkaç yıl önce o kitaptan sonra başka bir kitap daha düşünüyordum fakat bahsettiğim süreç fazlasıyla yıpratıcı olduğu için şu anda net bir kararım yok. Elbette hayvanlar için başka mecralarda, gazetedeki köşemde yazmaya devam ediyorum ama kitabı henüz bilmiyorum…
Başka konularda kitap çalışmalarım devam ediyor. Prof. Dr. Emre Kongar ile “Devrimin ve Karşı Devrimin Yüz Yılı” adlı kitap dizimizin ikinci cildi çıktı, şimdi üçüncü cildi için çalışıyoruz.