Uğur Dündar, gazetecilik kariyerinin önemli anılarını ve deneyimlerini, TV100 kanalında Candaş Tolga Işık’ın programında paylaştı. Başarılı gazeteci Dündar, meslek hayatında karşılaştığı zorlukları, dönüm noktalarını ve gazeteciliğe olan tutkusunu anlatarak, Türk basınında geçirdiği yıllara dair samimi bir değerlendirme yaptı.

Gazetecilik serüvenini Uğur Dündar şöyle anlattı:

İlk olarak hukuk fakültesini kazandım ve birçok farklı fakülteyi de kazanmıştım. Lise yıllarında halkın avukatı olarak tanımlayabileceğimiz, zor durumda olan insanlara hukuki yardımda bulunan bir hukuk adamı olmayı çok düşünüyordum. Hocalarım da başarılı olabileceğimi söylüyorlardı. Önce hukuk fakültesine kaydımı yaptırdım, fakat o sırada bir film seyrettim. Filmin konusu bir gazetecinin hayatıydı. O an dedim ki, "İşte benim mesleğim bu!" Gazetecilik.

Hukuk ve gazetecilik arasında çok benzerlikler vardı. Her ikisinde de soruşturma ve sorgulama vardı, haklı olanın hakkını teslim etmek, ezilenlerin yanında olmak vardı. Dolayısıyla gazeteciliğin benim için daha uygun olduğunu düşündüm ve İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’ne kaydımı yaptırdım. Öğretmenlerimiz çok değerli ve unutulmaz isimlerdi. Örneğin, şehit edilen Abdi İpekçi’yi çok büyük bir ilgiyle dinlerdim. Derslerinde ön sırada oturur, notlar alır ve sorular sorardım. Bir gün beni yanına çağırdı ve şöyle dedi: “Uğur, bu sınıftan üç gazeteci çıkacaksa, mutlaka biri sen olacaksın.” Bu muazzam bir öngörüydü, ancak bana iş veremedi. Milliyet Gazetesi'nde bir süre staj yapmamı önerdi, ama ben de dedim ki, “Ben yedek subay olarak askerlik yaptım, hem de 24 ay. Babam emekli bir devlet memuru, aileme yük olmak istemem.” O da, “Kadromuz çok şişkin, biliyorum ki sen çok iyi bir gazeteci olacaksın ama şu anda seni alamam,” dedi.

Bekledim ve ardından radyo sınavları çıktı. Sınavlara girdim ve çok büyük bir başarıyla kazandım. Radyo prodüktörlüğü kursuna devam ederken, Ankara’dan geldiler ve dediler ki, “Televizyon için yapımcı adayı arıyoruz, var mı gelmek isteyen?” Hemen elimi kaldırdım ama o ana kadar televizyon nedir, ekran nedir, hiçbir bilgim yoktu çünkü Türkiye’de televizyon yoktu. Ankara’ya gittik, televizyonla tanıştık ve bugünlere kadar geldik.

Haksızlıklarla mücadele etmek, benim için adeta bir spor haline geldi

"İftiraya uğradığınız bir anınızı paylaşır mısınız?" sorunla Dündar,

"Kaş'ta gazete ilanlarıyla satılan arsalar hakkında bir anımı paylaşmak istiyorum. Kaş'ta ilana bakıldığında, deniz kıyısına yakın gibi gösterilen arsalar, aslında dağların tepelerinde yer alan kayalık alanlardı. Bu ilanlar özellikle yurt dışında çalışan işçilere yönelik bir pazarlama stratejisi olarak sunuluyordu. Merak edip gittim ve deniz kıyısı gibi gösterilen arsaları buldum. O arsaya, denize ne kadar sürede ulaşılabileceğini gösterebilmek için dağcı gibi kayalara tutunarak, iple sarkarak tırmanmaya başladım. O kadar zorlu bir süreçti ki, ayakkabılarım parçalandı, elbisem yırtıldı, pantolonum delindi. 

Bu görüntüyü TRT'de yayınladım ve o zamanların ünlü gazetelerinden birinde, çok satan bir köşe yazarı, “Uğur Dündar Antalya’daki arsaları karalayarak kötü göstermeye çalıştı, amacı kendi arsalarına müşteri çekmekti” gibi bir iftira attı. Oysa o dönemde Antalya’da ya da Türkiye'nin başka bir yerinde hiçbir arsaya sahip değildim. Bu olaydan sonra, bu tür saldırılara uğrayacağımı fark ettim. Ve zamanla, bu tür haksızlıklarla mücadele etmek, benim için adeta bir spor haline geldi." yanıtını verdi.