Toplumsal Kürsü

Labirent

Toplumsal okuru Avukat Suat Umutlu, adeta bir labirente dönüşerek çıkış yolu giderek belirsizleşen toplumsal sorunlara bu sorunlar üzerine düşünen düşünür, yazar ve gazetecilerden derlediği yazılarla ışık tuttu.

Düşünen insanların kafasında cevabını aradığı sorular, çözümünü beklediği ve umduğu sorunlar... Eğitimden sağlığa, güvenlikten geleceğe... Saymakla bitmez...

Bu çıkmazdan,  labirentten nasıl çıkacağız... İdarenin ve vatandaşın görevi ve sorumluluğu nedir?

"Cennet gibi vatanımızda cehennem hayatı yaşıyoruz" diyenler...
"Varlık içinde yokluk içindeyiz" diyenler...
"Kıskanıyorlar kardeşim..." diyenler...

Önünüze bir harita alın ve bakın, ülkemizi ve kendinizi  nerede görüyorsunuz... Üç kıtayı birbirine bağlayan, boğazlarıyla bir köprü... Üç tarafı denizlerle çevrili olan ve dört mevsimiyle yeraltı/yerüstü zenginlikleriyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti... Adını yerini bildiğiniz ya da bilmediğiniz ne kadar ülke, millet varsa gıpta ettikleri, göz diktikleri bir konumdayız... 
Her şeyimiz var ama elde yok... Tüm zenginlikler elimizin altında ama fakirlik var, yoksulluk var, çile var...
Kurum ve kuruluşları ile Devlet, içinde yaşayan insanları için elbette refah ister, huzur ister. Ama...
*
'Gerçekten yaşadıklarımız çok yakıyor canımızı ' diyor Ayşe Uçar ve devam ediyor: "Öyle bir düzen ki erkler ayrılığı yok, bağımsızlık yok, yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar  ilerlerken, gençlerimiz kaygılı, ebeveynler üzgün ve kırgın, çocuklarımız eğitimden, sağlıktan yoksun...
Sebepleri çok...
Yalancıya, yobaza, arsıza, hırsıza, öksüz yetim hakkını yiyen ahlaksızlıklara ne demeli, çoğaldılar...
Adalet mülkün temeli olmalıydı, hukukun üstünlüğünü kendi üstünlüğü yapanlar türedi....
Kadını hor gören bir zihniyet...
Çocuğu önemsemeyen güruh...
Ağacı yeşil yaprak zanneden densizler...
Kamu arazilerini babasının malı zanneden hırsızlar...
Kamu görevinde rüşveti yiyen haramzadeler....
Türk milletinin demografik yapısına göz dikenlere siyasi emelleri için geçit verenler...
Cumhuriyet ile kavgası olanlar....(1).

**
İnsana, hayvana, doğaya her türlü yok ediş hamlelerini; şiddeti, tacizi artık 3. sayfa haberi gibi görme ve algılamayı saymıyoruz bile...
**
Peki, bu duruma nasıl geldik ya da gelindi? 

Her şeyimiz Atatürk ne demişti: "Hürriyet, istiklal ve istikbal ancak adaletle kaimdir" sadece söz olarak mı kalmalıdır.... 
85 milyon insanımıza soralım: Kendinizi özgür, bağımsız görüyor, hissediyor musunuz?  Bugün için ve çoluk çocuğunuzun hayatı için kaygı taşıyor musunuz? Biliyorum ki, yüzde 90'ı birçok şikayette bulunacak ve bir şeylerin değişmesi gerektiğini ifade edecektir...

Sosyal, çağdaş insan olamamak noktasında nerede hata yapılmaktadır?
Yıllar yıllar boyu dört tarafımız kan gölü... Yok olan, parçalanan devletler ve acı içinde bırakılan yüz binlerce insan hak etmiş miydi, bu zulmü, bu hayvanlığı... Elbette hayır.  
Ülkemizde çekilen bunca acıyı, huzursuzluğu yaratan unsurlar nelerdir diye bir an gözlerimizi kapatıp düşünelim derim...

*

Adnan Filiz'in ifadesine göre "HAKLARIMIZI ACI ÇEKMEDEN KAZANMANIN BEDELİ" mi sözkonusudur...

 Demokrasi ve özgürlük... Kurtuluş Savaşı'nın sonunda Atatürk’ün ve kadrosunun bizlere büyük armağanı... Demokrasisini sağlam temellere oturtan Batılı ülkeler gibi, kanlı mücadeleler sonucunda da kazanmadık....
Çektiklerimizin sebebi... 
Acaba;
Çağdaş insanı birey olarak kutsayan bu güzellikler; zahmet çekmeden, gökten başına taç gibi yerleştiğinden midir?...
Bunun sarhoşluğuyla güç zehirlenmesine ve de iktidar sarhoşluğuna kapılmak mıdır?
İktidarların yollarından sapıp başarısız olunca koltuğu halkın dini duygularını sömürerek kurtarmaya çalışması mıdır?
Askerin, ülkenin kurtuluşunu darbeyle sağlayacakları gibi yanlış bir düşünceye saplanması, Atatürk’ün yolunda gidecekleri duygusuna kapılırken, O’nun askerlikle siyasetin hiçbir zaman iç içe başarılı olmayacağı düşüncesini akıllarından uzak tutup farkına varamamaları mıdır?

Sonra koalisyonlardan medet umulmuş ancak bunu da becerememişiz...  Yıllar yılları kovalamış, sonra tek adam yönetiminin refah ve kalkınmayı daha hızlandırıp, kolaylaştıracağı gibi bir tez ortaya atmışız. Oysa tarihteki tek adam örneklerinin toplumu nasıl felakete sürüklediği ortadayken... Nihayetinde yeni rejim denenmesine denendi de vatandaşın içinde bulunduğu durum da ortada...

Artık, özgürlükler konusunda dünya sıralamasındaki yerimiz belliyken....
Kurumların yeni baştan düzenlenmesinin olumsuz sonuçları ortadayken... Siyasi ahlakın temel alındığı, halk iradesinin en önde tutulduğu, denetimli bir parlamenter rejime ne büyük ihtiyacımız olduğu da kaçınılmaz bir haldir...
Bütün bunlara bakınca, Türkiye’nin yıllarının boşa harcandığını görüyoruz,(2).

*
Yılların boşa harcanması demişken... Nedenlerden birinin de dini kullanmaktır.  Atilla Sezener diyor ki "Günümüzde hırsızlık büyük boyutta içerik değiştirdi, paraya ve çıkara tapanların sayısı Tanrıya tapanları çok geçti... Bu dehşet verici bir tespittir ve dünyada en çok işlenen suçtur... Kaç şekilde işlendiğini ve kaç çeşide ayrıldığını bilen de yoktur....En büyük ve acımasız hırsızlık ise  bireylerin ve toplumların “ZAMANINI VE GELECEĞİNİ ÇALMAKTIR..." (3).

*
En önemli sorunumuz cehaletin zirve yapmasıdır... Eğitimin önemsizleştirilmesi, bilimden fenden uzak olunması, son yirmi yılda 8 bakanın görev yaptığı, sayısız modelin denendiği, Yap-Boz'a dönen eğitim sistemi ve yüzüncü yılda ortaya atılan Maarif Modeline karşı farkı yaklaşımların olması doğaldır. Ancak hangi gözle, hangi iradeyle, hangi hedefe ulaşmak için baktığınız önemlidir...

Tepkiler konusunda,  “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli; gelecek nesle geçmişin aklını monte etmeye çalışan çağdışı zihin durumudur. Geçmişin aklı, düşünme şekli, dünyayı, evreni ve yaşamı algılama biçimi ile çağın sorunlarını çözmeye çalışan kafa..." (4).

"Atatürk ve Cumhuriyet'in seyreltildiği", “Cihad ve kamil insan” ifadelerinin ders kitaplarına girdiği..." tepkisinde bulunuyor, Türker Ertürk...(5)

*

Yaşananlara, sık sık eğitim/öğretimdeki programsız, ülke gerçeklerinden uzak, çağdaş olabilmenin önünü kapatan tepkilere, genel olarak "İlkesiz olanın yapacağı hiçbir manevra şaşırtmaz" (6) diyerek sanki nokta koymuş Zülal Kalkandelen...

*
Sıkıntıların sebepleri içinde çok şeyler söylenebilir... İnsanları cahil bırakarak, dini kullanarak ayrışma yaratılmasının sonucunda kutuplaşmanın, ötekilestirmenin, sen-ben ayrımının ortaya çıkışı... Oysa her türlü fikre insanî gözle bakıp hoşgörülü olmak, kinden ve nefretten uzak durulması halinde tüm sorunları çözebilirdik...Huzur ve mutluluk içinde yaşar,  dostluğu ve kardeşliği pekiştirir, insan ve insanî olmayı dünyaya gururla haykırabilirdik... Olmadı...

*
Bu ayrıştırma niye, kaos ortamı huzur verir mi, kin ve nefret tohumlarını ekerek...
Toplumu alttakiler üsttekiler, zenginler fakirler gibi ya da iyiler kötüler, vatansever vatan haini gibi ikiye ayırmak... Yetmedi bizden onlardan, dindar ateist, Kürt Türk, Sünni Alevi diyerek beşe ona bölmek... Olmadı iç güçler dış güçler... Bunun sonunda ne oluyor? Dost mu düşman mı kutuplaşması ile sahip olunan tüm değerler çöp oluyor...

Cihan Dura bu hususta diyor ki:
"İnsanları  etiketlemek ve damgalamak bir tür düşünme hatasıdır. Kendisi gibi düşünmeyene karşı hasmane tavır böyledir. Karşıdakine kâfir, dinsiz denir; gerici, hain gibi sıfatlar takılır. Bu deyişler birer önyargıdır... İnsanın hayatta kalma güdüsünün, bu farklı olanı düşman görme ve onu alt etme dürtüsü, bilinçaltına öyle güçlü yerleşmiştir ki, insan kendine benzemeyenleri dışlar, tehdit eder; bizden olanlar ve olmayanlar ayrımı yapar. Aynı kampta olanlar arasında bile karşıtlık doğar, hasımlık, düşmanlık ortaya çıkar, giderek kök salar. 

Nefret ise başka bir sosyal gruba üyeliği nedeniyle öteki ile aradaki bağı koparmaktır. Önyargı ve ayrımcılık içerir, şiddet içerir. Bu nefret; zorbalık, tehdit, fiziksel saldırı, taciz, nefret içerikli konuşma, hakaret şekillerinde, özetle zulüm olarak gerçekleşir.

Nefret empatinin yitimi, bağı koparmaktır. Kişi kafasındaki kalıplara ters düşen, anlamadığı, anlamak için uğraşmak zorunda olduğundan nefret eder, onu yok etmek ister. Nefret duygusunda daima iki unsur vardır: Önyargı ve önyargıdan beslenen ayrımcılık, maddi veya manevi şiddet. Nefret bazılarına göre öfkenin veya hoşlanmamanın aşırı şeklidir. Kimileri nefreti öfke, hor görme ve tiksinme gibi duyguların bir karışımı olarak görür. Bazıları ise tamamen farklı ve benzersiz bir duygu olarak tanımlar. 
Nefret eden kişi, karşısındakini belirli bir sosyal gruba üyeliği nedeniyle hedef alır. Bu algı; örneğin ırk, etnik köken, cinsiyet, din, sınıf, milliyet, zihniyet, siyasi bağlantı olabilir. Nefret; zorbalık, tehdit, fiziksel saldırı, mülke zarar verme, taciz, nefret içerikli konuşma, hakaret şekillerinde gerçekleşir. Asıl kötülenip ötekileştirilerek düşman bilinen şey, gruptur.
Nefret, hedef alınan şeyin kötü ve tehdit edici olduğu görüşüne dayanır. Sigmund Freud’a göre nefret kendini koruma içgüdüsüyle bağlantılıdır. Mutsuzluğunun kaynağını yok etmek isteyen bir egonun durumudur. Nefret uzun vadeli saldırganlığın tohumlarını eker. Sosyal bölünme ve çatışmaları artırır.

Farklı olmaya gelince... Dünyamız, insanlık çok karmaşık bir yapıya sahiptir. İnsanlar binlerce yıldır anlamaya çalışmış. Aralarında görüş bakımından farklılık ve aykırılıklar ortaya çıkmıştır. Bunu doğal görmemek, farklı düşünenleri yadsımak, hele düşman bilmek gerçekçi değildir, yanlıştır. Tersine, anlayışla karşılamak gerekir. Farklı düşünenleri kâfir, sapkın, hain diyerek bir kalemde silmemelidir. Yapılacak olan; onları anlamaya, karşılıklı olarak olabildiğince bilgilenmeye ve aydınlanmaya çalışmak olmalıdır." (7)

*
Bir değerlendirme de ABD'li gazeteci Nicole Yeatman'den... "Doğruyu aramakla ilgili değil, bilginin buluşma ve iletişim alanını şekillendirmekle ilgilidir ve kasıtlı bir şekilde toplumu bir kalıba sokar.. Yani tek tip yaşamaya, düşünmeye ve davranmaya zorladığı durumdur, dışlanmış olmak..." Kısacası kutuplaşma, ötekileşmedir...

Aynı geçmiş deneyimlere, dine, değerlere ve hedeflere sahip  bir toplumda insanlar, iyi olmanın veya iyi yaşamın ne demek olduğu konusunda hemfikirdir... Ama kilit noktası çoğulculuktur: farklı insanlar, gelenekler ve inançlar sadece beraber var olabilmekle kalmaz aynı zamanda onların beraber var olması da gerekmektedir... Zira toplum, heterojenliğin enerjisi ve alışverişinden faydalanır. İşte bu durum, çoğulculuğun ana fikrini oluşturur.

Farklı yaşanmışlıkları olan insanları topluma kabul etmek önemlidir ancak asıl önemli olan, bazıları saldırgan veya zararlı olsa dahi onları topluma kabul etmektir.

Gelişen ve değişen dünya dinamikleri, çeşitli fikir ve düşüncelerden beslenir. Homojen bir toplumda, fikirler ve göreneklerin nesiller boyunca durağan kaldığı ,değişmeden ve gelişmeden aktarıldığı görülür... Ancak heterojen bir toplumda, oluşturulmuş olan alternatif fikirler ve görenekler ile sıcak temas halinde olmak, farklı fikirler ve göreneklerin evrilmesini sağlar. 

İnsanlığın, çoğulculuktan yarar görebilmesi için hoşgörülü olunması, farklı yaşayan ve düşünenlerin haklarına saygı duyulması gerekir.

Aynı fikirde olmak zorunda değiliz ancak anlamaya çalışmalıyız.Barışçıl ve gelişen bir toplumda yaşamak istiyorsak  başka fikirlere de hoşgörüyle yaklaşılması gerekir.

İşte sosyal dışlamanın toplumdan çaldığı şey; hoşgörü olmadan çoğulcu ve barışçıl bir toplum sürdürülemez."(8).

*
Netice itibariyle kurtuluş eğitimde... Cehaleti yenmek suretiyle her türlü ayrımcılığa son vermektir doğru ve gerekli olan. Cahil olmak, cahil bırakılmak ve bunda ısrarcı olmak mı dediniz... Cahil kimdir? Cahillik başa bela mıdır?


*
Yasin Ceylan 'a göre
"Modern çağda, Orta Çağ bilgileriyle yaşayan... Evrim teorisi yerine, yaradılış teorisine inanan kişi, kendi devrinin cahilidir.

Keza, bir uzmanlık alanına, uzman olmayan biri görevlendirilirse de cehalet sorunu vardır.
"Kimya derslerine fizik hocalarını sokmak gibi."

Bir de doğal olmayan cehalet vardır ki, normal eğitimli insandan beklenen bilgiden örneğin basit matematik bilgilerinden yoksun olmak gibi....

Cehaletin en kötüsü ise bir insanın bilmediği konularda bilgi sahibi olduğunu iddia etmesi, yanlış bir bilginin doğruluğunu ısrarla iddia etmesidir.

Şu söylenebilir: Bilgili olan bilgisinden biraz şüphe edebilir, bir eleştiriye kapısını kapatmaz,bilgisinin eksikliğini itiraf eder ve devamlı tamamlamak ister.
Cahil insan ise bilgisinin mutlak doğru olduğunu iddia eder, zihnin şüphe etme fonksiyonu da işlevsizdir.Ama  bilgisinin mükemmelliğine inanır, yeni bir bilgiye ihtiyaç duymaz.Bu sebepledir ki, "Bilmediğini bilmez." (9)

*
Herkes için gerekli olan anlayış...
Toplumun çimentosu sadece dil, din, ırk veya siyasi düşünce midir? İnsanlar arasında ortak payda olabilecek; sevgi, dostluk, hoşgörü ve kardeşliği geliştirebilecek başka alternatifler de üretilemez mi?  Vereceğimiz cevaplar, belki de hepimizin gelecekteki yaşam kalitesini etkileyecek türden cevaplar olacaktır…

Başkalarına saygılı olmayı öğrenmek ve hepsinden de önemlisi bizim dışımızda nesnel bir dünyanın varlığını kabul etmek acil görevlerimiz arasında sayılabilir.

Yine, barıştan ve silahsızlanmadan yana olmak; sivil toplum örgütlerinin çalışmalarını desteklemek; ağır ve sistematik insan hakları ihlallerine göz yummamak; fetihleri değil kurtuluş savaşlarını kutlamak başta olmak üzere ülkeler ölçeğinde de pek çok şey yapılabilir, diyor Osman Akyol. (10)

*
Atilla Sezener diyor ki
Dünyada üç grup insan yaşar;
Bir şeyi ortaya çıkaran seçkin bir grup...
Yapılanı seyreden daha büyük bir grup ve neyin olup bittiğini bilmeden yaşayan muazzam bir kalabalık...(11)

*
Attila İlhan 1995 yılında,
"Seçkin dediğimiz, aydın dediğimiz grubun bir kesimi ise dünyada ne oluyor bitiyor izlemezler ve muhakeme etmezler... Olay gözüne giriyor fakat sonuç çıkartmıyor... İnanışlarından önce menfaat peşindedirler" demiş.(12)
Naim Babüroğlu da "Bugüne geliş noktasına bakıldığında haksız olmadığını" belirtiyor...(13)

*
Adnan Filiz diyor ki
"Acılarımızın daha da çekilmez hale geldiğini yaşayarak öğrendik. 'En kolay okul tecrübe okuludur, orada da aptallar okur' diye bir deyiş vardır. Maalesef bizler de bu okulun mezunları durumundayız. 
Kendi gücümüzü sınayalım, ortaya koyalım. Yoksa dünya üzerinde yaşantımızın mutluluk verecek hiçbir şeyi kalmayacak. Bugüne kadar bunca yaşadıklarımız hepimize iyi ve yol gösterici bir ders olmalı.” (14)

*
İsmet Orhan 'a göre "Toplumsal değerlerimizin yerine oturması için sanatçının, siyasetçinin, toplumun arkasında değil önünde yürümesi gerekir " (15)... Esasen sadece onların değil yediden yetmişe hepimizin yapacağı birşeyler olmalı...

 Son söz;

“… bir fikrin rahatça ifade edilmesini susturmanın kendine has kötülüğü; insanlığı yoksun bırakmak, toplumdan çalmaktır." John Stuart Mill (16)

İnsanlık, kötülükler ittifakı kuranları yenecektir. Türk milleti bunda büyük rol oynayacaktır. Tarihte Nuh'un Gemisi Cudi Dağının eteğine oturmuş, şimdiki gemi ise Atatürk'ün inşa ettiği Türkiye Cumhuriyeti gemisidir ve Ankara yaylasına oturacaktır." (17) diyor Arslan Bulut...

ÇIKIŞ NOKTASI: BİLİM VE FENNİN IŞIĞINDA,  İNSANÎ DEĞERLERİMİZLE  ATATÜRK GİBİ DÜŞÜNÜP UYGULAMAKTIR...

*
Fatma Aras'tan bir şiir, bir ağıt...

İnsanlar ölüyor, uykular delik deşik/
Tank sesleri, top sesleri sokakların korkusu/ 
Acılar kanal bulmuş/
Kurşun yiyen ülkeler gezinir damarımda/
Ey dünya/
Fikri kirli insanlar savaşın öncüsü/
Özgürlüğü vuruyorlar bütün coğrafyalarda/
Hangi sabaha çıksak/
Hava gergin hava puslu/
Zamansız dökülüyor ağaçlardan çiçekler/
Yazı Yaz/
Ah! Kalemlerde hıçkırıyor, su getirdi çığlığı/
Hep yara bağırıyor/
Korku kirli, ağıt genç, tanrılar kem biçiyor/
Bütün Orta Doğu'nun kalp duvarı yıkılmış(18)

----------
1-Ayşe Uçar- Medya Siyaset yazarı...
2-Adnan Filiz- Gazeteci, yazar...
3-Atilla Sezener- Avukat, yazar...
4-Türker ErtürK- Emekli asker,yazar...
5-Laiklik Meclisi
6-Zülal Kalkandelen- Gazeteci, yazar...
7-Cihan Dura- Akademisen...
8-Nicole Yeatman ABD'li yazar...
9-Yasin Ceylan- Akademisyen...
10-Osman Akyol- Gazeteci,yazar...  
11-Atilla Sezener- Avukat,yazar...
12-Attila İlhan-Şair...
13-Naim Babüroğlu- Emekli asker,yazar.   
14-Adnan Filiz- Gazeteci, yazar...
15-İsmet Orhan- Gazeteci, yazar...
16-John Stuart Mill
17-Arslan Bulut- Gazeteci...
18-Fatma Aras- Şair,yazar...