TBB ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu,
“Dünden Yarına Boğaziçi Üniversitesi Buluşması”na katıldı. Harbiye’deki Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen buluşmada İmamoğlu’na; İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan ve Üsküdar Belediye Başkanı Sinem Dedetaş eşlik etti.
Boğaziçi Üniversitesi’nin, çok uzun yıllardan bu yana Türkiye’nin ve dünyanın en önemli ve başarılı eğitim kurumlarından biri olduğunun altını çizen İmamoğlu,
“Elbette Boğaziçi Üniversitesi’nin tarihini 53 yılla sınırlayamayız. Ta 1863’e kadar giden bir geçmişi var. YÖK'ün ‘araştırma üniversitesi’ olarak deklere ettiği ilk üniversitelerden birisi. Ülkemizin toplumsal ve ekonomik hayatına çok büyük katkılar sunmuş, akademik özgürlük, kurumsal özerklik ve katılımcı yönetim gibi değerleri inşa etmiş, gerçekten eğitim adına, yüksek öğrenim adına Türkiye'miz için önemli bir değerimiz. Böyle köklü ve gelenekli eğitim kurumlarına sahip olmak; kentlerin, toplumların geleceği açısından çok büyük bir önem taşıyor. Bu büyük değerlerimizi korumak ve geliştirmek, açıkçası hepimizin görevi” dedi.
“Bugün burada bulunmamızın sebebi, ne yazık ki son dönemde Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşanan birçok olumsuzluk ve bu olumsuzluklarla, bu muhteşem eğitim abidesinin gündeme gelmesi” diyen İmamoğlu, şunları söyledi:
“Muhteşem bir üniversite cezalandırılmak isteniyor”
“Ülkemizin, kentimizin çok büyük bir değeri, akademik alanda dünya standartlarında olan bir üniversitemiz… Yani şaşılacak bir durum. Üzüntünün tarifi yok. İnsanın konuşmaktan bile utandığı bazı şeyler vardır ya; o da bunlardan birisi. Ne yazık ki üniversite cezalandırılıyor. Koca bir üniversite, muhteşem bir üniversite cezalandırmak isteniyor. Boğaziçi'ni Boğaziçi yapan, çok büyük emekler veren akademisyenlerimizin -düşünsenize- içeriye alınmadığı, liyakat açısından yaşananları da üzüntüyle gözlemliyoruz. Çok sevdiği okulundan ayrılmak durumunda bırakılan akademisyenlerimiz, dünyanın en önemli kurumları tarafından, tabiri caizse ‘kapılırken’, ne yazık ki liyakat zincirinin bozulduğu ve beklentileri karşılama süreçlerinin tamamlanamadığı, bir kısım kişiler tarafından kadroların doldurulmuş olması, Boğaziçi Üniversitesi'nin bütün sürecini sekteye uğratıyor ve insanları üzüyor. Bu akademisyenlerimizin ülkemizde değil de o değerli yetişmiş insanlarımızın başka ülkelerde akademik çalışmalarını yürütüyor olması, Türkiye'miz için çok büyük bir kayıptır. İstanbul Matematiksel Bilimler Merkezi’nin, Mithat Alam Film Merkezi’nin mekansız bırakılarak çalışmalarının önlenmesi, sadece Boğaziçi Üniversitesi için değil, tüm şehir, hatta ülkemiz için kayıptır.
“Boğaziçi’ne yapılanlarla İBB’ye yapılanları bir birine benzetiyorum”
Ben aslında, Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşananları bir açıdan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde biz göreve geldikten sonra bize yapılmak istenenlerle biraz benzetiyorum. Burada çok şaşırmayan bir insan konumundayım. Yaşananlara benzer şeyleri yaşayan kişi olarak, birey olarak, bu anlamda ne denli deneyimli olduğumu az çok sizler de biliyorsunuz. Ama bunların hepsini konuşmak, gerçekten çok üzücü. Yani bu ülkeye çok büyük faydaları olan kurumları, siyasal hırsları nedeniyle çalışamaz hale getiriyorlar. Ben, bu ve benzeri uygulamaların başka üniversitelerimize de yapıldığını çok iyi biliyorum. Bunları sizlerle de konuşuyoruz. Başka üniversitelerde de bu ve benzeri hamlelerin, hareketlerin yapıldığını gözlemliyoruz ve ben, oralarda da kapının arkasından bir mücadeleyi, bir direnişi sizlerle birlikte yapma gayreti içerisinde oluyorum.
“Gençlerimizin umutlarını, hayallerini ve hatta halkımızı cezalandırmak istiyorlar”
Açıkçası İBB üzerinden, İstanbul seçmenini cezalandırma çabasında olan bu anlayış, Boğaziçi Üniversitesi üzerinden de bence tüm gençleri ve tüm gençlerimizin umutlarını, hayallerini ve hatta halkımızı cezalandırmak istiyorlar. Kendi çıkarlarını, ülkenin çıkarlarının çok daha üzerinde gören bu vahşi, partizanca davranış, hiçbir zaman -açık ve net söyleyeyim- başarıya ulaşamayacaktır. ‘Başarıya ulaşamayacaktır’ derken, kararlı bir güvenle bunu söylüyorum. Yani burada kime güveniyorsunuz? Vallahi kendime güveniyorum. Zaten her birey kendine güven duyduğu takdirde, hiç kimse öylesi bir bütüncül gücü karşısında duramaz, diye düşünüyorum. Boğaziçi Üniversitesi, her hukuksuzluğa karşı kendini savunmaya devam ediyor. Ve inanın bir yanıyla üzüntüyle, ama bir yanıyla da takdirle o direnişinizi, özellikle başta kıymetli akademisyenlerin direnişini takip ediyorum. Devam ediyor kararlı bir biçimde. Bize de aynı şeyi yapıyorlar. İBB’yi de engellemeye çalışıyorlar. Biz de onlar engellemeye çalışırken, açıkçası onları kıskandıracak ve hatta dönem dönem çatlatacak kadar İstanbul'a hizmet etmeye devam ediyoruz. Çok şaşırtıcı işler. Çok üzüntü verici. Çok karmaşık duygular içerisindeyim. Hani tarifleyemiyorum. İnsanın edebi, ahlakı, tariflemeyi ve konuşmayı bile beceremiyorsunuz...
“Bu kadar toplumun gözüne soka soka bunu yapmaları…”
Geçenlerde bahsettim. Hani bu kadar toplumun gözüne soka soka bunu yapmaları… Yani işte Beyoğlu Belediyesi, hemen yanı başımız. Orada tarihi bir binayı restore ediyorlar, eski kışlayı. Ve bu kışlanın kapısına, ocak ayının ortasında, bir tarafa kaymakamlık bir tarafa Beyoğlu Belediyesi yazıyorlar. 2,5 ay sonra seçim oluyor. Parti değişiyor ve seçimi CHP’li bir belediye başkanı kazanıyor. Kazanır kazanmaz, 1-2 ay sonra yazışmalara başlıyorlar. ‘Burayı terk et!’ Niçin? ‘Terk et!’ Belediye niçin terk etsin? ‘Terk et!’ ‘Efendim yok şöyle, yok böyle; yok protokol yok…’ Protokolü gösteriyor Belediye Başkanı. Kaymakamın imzasıyla, ‘Şu alanlar Beyoğlu Belediyesi, şu alanlar kaymakamlık’ diye. Ve zoraki, yani polisin oraya gelmesiyle beraber, orayı Beyoğlu Belediyesi boşaltıyor. Yine birden; 1-2 sene önce, Terra Santa diye bir manastırın, daha öncesinde Vakıflar’ın Beyoğlu Belediyesi'ne verdiği ve kullanım biçimini de ‘tahsis’ şeklinde tarif ettiği bir biçimde buranın kullanılmasını isteyerek bir mukavele yapıyor Beyoğlu Belediyesi’ne. Beyoğlu Belediyesi, kullanıma aykırı bir-iki mekan da yaptı o dönemin yönetimi. Hiç dokunmuyor. Bu gelen yönetim, yani yeni arkadaşımız İnan Bey, orada bu yanlışları da düzelterek devam etmek istiyor. Ve onu yapıyor. Ama direkt yazı yazıyor Vakıflar. Diyor ki, ‘Burayı terk et!’
“Akademisyenlerin direnişini överken, iddia ediyorum ben de en az sizin kadar öyleyim”
Bu, şöyle bir anlayış: Yani meselenin sadece partizanlıkla ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Acı bir şey ama bu, bir yetkinin, bir demokrasinin, sandığın kesinlikle, belki de geçmişte dile getirdikleri gibi, bu arkadaşlar ve bu anlayış için bir araç olduğu kesin. Yani bir seçimin sonrasında elde edilen hakların, bir mülk edinme hakkı gibi, her şeyin kendilerine ait olduğunu düşünen bir zihniyetin, bugün yaptığı uygulamaların ama bir ilçe belediyesinin ama bir büyükşehir belediyesine ama bir üniversiteye yansıma biçimidir bu. Bununla kararlılıkla mücadele ettiğimizi ve edeceğimizi, yani bu konuda tutarlı ve kararlı ve kesinlikle inançlı ama aynı zamanda sabırlı, aynı zamanda yılmayan bir anlayışa sahip olan sizin, özellikle akademisyenlerin direnişini överken, iddia ediyorum; ben de en az sizin kadar öyleyim. Bunu övünmek için söylemiyorum. Eminim; içinizden ve başka yerlerden 100 binlerce insan da bana için de aynı şeyi söylüyordur, ‘Ben de en az senin kadar öyleyim’ diye.
“Bu mücadeleyi, bu kötülükleri yapanların dahi çocukları ve torunları için yapacağız”
Dolayısıyla bu kötülüklere, hukuksuzluklara karşı birlikte mücadele edeceğiz. Hatta ben ilave ediyorum; bu mücadeleyi, bu kötülükleri yapan insanların dahi çocukları ve torunları için yapıyor olacağız. Çünkü, her şeye rağmen kesinlikle bu halkın ve bu gençlik kurumlarına, demokrasiye sahip çıktığına ve çıkacağına inanıyorum. Ve buradan seslenmek istiyorum: Boğaziçi Üniversitesi'yle uğraşmayı bırakın. Bu değerli üniversitemizi özerk idari yapısına kavuşturun ve bu üniversite bize, yine gerçekten çığır açan yaklaşımlarını, icatlarını, yönetim anlayışlarını ve güçlü karakterlerini, yaratıcılıklarını yansıtmaya devam etsin buradan yetişen gençler ve insanlarımız. Biz, bu haklı mücadelesinde, kesinlikle Boğaziçi Üniversitemizin yanındayız. Üzerimize düşen ne varsa, yapmaya hazırız.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ardından kürsüye gelen Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) Yönetim Kurulu Başkanı Hülya Cesur şunları söyledi:
“Boğaziçi'nin Atatürk ilkelerinin kusursuzca uygulandığı bir yer olduğu açıkça görülüyor”
“Hepimiz gözlerimizi şöyle bir kapatıp o yıllara gittiğimizde binlerce farklı versiyonu olsa da kendimizi aslında aynı yerde buluyoruz. Ortak hikayemizde. Boğaziçi mezunları olarak barışçıl, demokratik değerlerle yetiştik. Çiftçi, işçi, memur, esnaf, öğretmen, doktor ve nice çeşitli mesleklerden ailelerin çocuklarıyız. Gençliğimizi okuyarak ve çalışarak geçirdik. Türkiye'nin dört bir yanından gelen insanlarla tanıştık. Öğrenci kulüplerini gördük, sorumluluk aldık. Birlikte hareket ettik. Her görüştüğünüz arkadaşlarımız oldu. Üniversitemizden farklılıklara saygıyı ve birlikte yaşama kültürünü öğrenerek mezun olduk. Bizi biz yapan değerler sadece Boğaziçi Üniversitesi'nin köklü geleneği sonucunda oluşmuş olan etik değerleri değil aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin oluşturan temel değerleridir. Her birinizin hikayesi takip edildiğinde Boğaziçi'nin Atatürk ilkelerinin kusursuzca uygulandığı bir yer olduğu açıkça görülüyor. Cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik, inkılapçılık, devletçilik ve milliyetçilik biricik okulumuzda her zaman en güzel örneklerini yaşatıyor ve yaşatmaya devam edecek. Bu anlamda bakıldığında Boğaziçi Üniversitesi adeta bir Atatürk ilkeleri mükemmellik merkezi, hatta katılımcı yönetim modeliyle Cumhuriyet’in de temeli olan özgürlük ve demokrasinin en iyi şekilde uygulandığı dünyaya örnek bir kurumdur. Bu yüzdendir ki Boğaziçi mezunları sektör fark etmeksizin her alanda liderlik rollerini üstlenen yaptıkları işlerle fark yaratan ve ileriye götüren evrensel standartları benimsemiş, ülkemizin dünyanın en büyük kurumlarını yöneten kurdukları şirketlere en çok yatırım alan hem iş hem sosyal hayatımda güçlü birer rol modellerdir.
“Bugün burada yaptığımız ışıkların dalgın dalga tüm ülkeyi aydınlatması dileğiyle”
Bu durumun çarpan etkisi aynı zamanda öyle bir kamu değeri demektir ki bunu sayılara dökmek için derlediğim Boğaziçi mezunlarının ağırlıkta olduğu ve başı çektiği başarılı listelerini bu kısa konuşmaya sığdıramadım bile. Yaptıkları işlerle ülke ekonomisinin lokomotifi olan mezunlarımızın başarısını sadece zeki ve çalışkan olmalarına bağlayamayız. Potansiyellerini her alanda göstermelerini sağlayan ayırt edici unsur elbette ki Boğaziçi Üniversitesi geleneğiyle aldıkları formasyondur. Konuşmamın başında da belirttiğim üzere onlar Türkiye'nin dört bir yanından gelen değerli elmasları, ülkemizin cevherlerine bu kusursuz şekli veren üniversitemize ve akademisyenlerimize şükran duyuyoruz. Şimdi tüm Türkiye'ye bu halin bir parçası olduğunu hissettirme zamanı. Bugün burada yaptığımız ışıkların dalgın dalga tüm ülkeyi aydınlatması dileğiyle.”
BÜMED Yönetim Kurulu Başkanı Hülya Cesur’dan sonra kürsüye Boğaziçi Üniversitesi 1992-2000 Dönemi Rektörü Emeritus Profesör Dr. Üstün Ergüder çıktı. Ergüder, konuşmasında şunları söyledi:
“Bugünkü karşılaştığımız tehlikeleri düşününce tabii insanın biraz canı acıyor”
“Sizlere birazcık 1971’lere giden bir geçmişi anlatayım. Orada ne gibi değerler vardır ve nasıl Boğaziçi Üniversitesi o değerleri üstüne inşa edildi. Bugünkü karşılaştığımız tehlikeleri düşününce tabii insanın biraz canı acıyor. Çünkü arkada bir 50 senelik yarım asırlık bir süreç var. Bu sürecin ben öyle çabuk yıkılabileceğini sanmıyorum çok köklü bir süreç. Sayın Başkanımızın da söylediği gibi inatla durmak lazım o değerler üstünde müdafaa etmek, savunmak lazım. Boğaziçi Üniversitesi bana bazı arkadaşlar diyorlar ki 1971’de burası Boğaziçi Üniversitesi olduğu zaman hani burası değil Boğaziçi Üniversitesi, olduğu zaman Türkiye'nin en tercih edilen üniversitesi oldu. Bu bir gecede olmaz. Nasıl oldu 1971’de ? Nasıl öğrenciler Boğaziçi Üniversitesi’ni tercih etti? Şöyle diyeyim hiyerarşik olmayan yatay olan meslektaşlar sistemi. Tüm değerlerden bahsedeceksek. Öğrencilere açık kapılar, öğrencilerle yakın ilişkiler, öğrencilerin eğitimleri sırasında yapacakları tercihlere kulvar değiştirmelere hürmet etmek, öğrenci faaliyetleri çok güçlü bir öğrenci faaliyetleri ki Robert Koleji döneminde devraldığımız bir olaydır ve başarıyla devam edilen bir gelenektir.
“Boğaziçi Üniversitesi İkinci Dünya Savaşı'nda İsviçre gibiydi”
Mesela tiyatroda çok çok kıymetli arkadaşlar yetişti. Haldun Dormen, Genco Erkal, Nevra Serezli gibi çok önemli tiyatro kulübü, folklor kulübü kulüpler o günlerden devralındı. Ayrıca insana ve bireye ve beraber yaşamaya verilen önem o günün Türkiye'sinde de biliniyordu. Boğaziçi Üniversitesi bunları çok başarıyla yaşattı. Bir anlık 1971’in Eylül ayına gitmek istiyorum. O dönemde Boğaziçililer bilir açılış kokteylleri verilirdi. Tam üniversite açılmak üzereyken Abdullah Kuran o zamanki rektörümüz nurlar içinde yatsın. Eee bize geldi dedi. Arkadaşlar, devlet üniversitesi olduk dedi. Şimdi orada ben, yaşadığımı anlatayım. Ben bir taraftan sevindim. Çünkü profesörlük, doçentlik gibi ünvanlarla biz de Türkiye'nin akademik aristokrasisine dahil olacaktık. Bu beni sevindirdi. Yani Türkiye o sistemi pek de şey etmiyorum ama gene de hoşumuza gidiyor. Yani aristokratiksin, Türkiye'de profesörsün. Ama bir taraftan da siyaset bilimcisi olarak korktum, korkularım vardı. Çünkü çok burası çok özel bir yerdi. Özel has değerleri olan bir kuruluştu. Acaba devletle devletin tekçi sistemi içinde yaşayabilir mi bu farklılık, farklılık ve vurgulayan bu sistem yaşayabilir mi? Korkularında oydu. Ama bu korkuların biz bilincinde olaraktan direndik ve yaşatmaya çalıştık. Yani yetmişli yıllardan 1982’lere kadar. Size örnek olarak şunu söylemek istiyorum. Yine rahmetli Abdullah Kuran'a referans veriyorum. Abdullah Kuran derdi ki düşük profil uygulayalım. Yani kendi işimize bakalım iyi bir kamu üniversitesi kuralım. Kendimizi de çok da ileriye atmayalım, övünmeyelim, reklamımızı yapmayalım. Bizde farklılık sevilmez, kafamızı uzatmayalım, kafanızı uzatırsan keserler derdi Abdullah Bey. Bu kültür sayesinde 1900’lü yılların çalkantılı 1980 darbesine giden ortamında bir öğrencimin dediği gibi ‘Boğaziçi Üniversitesi’ İkinci Dünya Savaşı'nda İsviçre gibiydi.
“Elimizden geldiğince kültürümüzü korumaya çalıştık”
YÖK yılları onları yaşadım ben anlatamadan edemiyorum. YÖK yıllarını da yaşadık. Ve o yıllarda da bütün dekanlar dahil, bütün yöneticiler Yüksek Öğrenim Kurulu tarafında üniversitenin katılımcı geleneğine pek hürmet etmeden atandı. O arada bazı geliştirilen yeni yenilikçi Akademik yaklaşımlar yerle bir edildi. Mesela ben sosyal bilimciyim. Şerif Mardin'in rahmetli Şerif Mardin'in İdari Bilimler Fakültesi’nde yaptığı yeniliği hiç unutamam. Fakat 1980 darbesiyle o sosyal bilimler bölümü dağıtıldı. Psikolojiyle, sosyoloji, Fen Edebiyat Fakültesi’ne gitti. Biz siyaset bilimi olarak kendi başımızda iktisatçılar ve işletmeciler arasında kaldık. Biz ama gene o yıllar yani böyle bir takım sorunlara rağmen biz elimizden geldiğince kültürümüzü korumaya çalıştık. 1991 - 1992 yılları arasında korsan bir rektörlük seçimi yapıldı bu üniversitenin içinde. Gayet rahat yapılabildi. Hatta o seçimden sonra da Ankara'ya gidildi. Bizim rektör adaylarımız bunlardır denildi onun sonunda da ben rektör oldum. BÜMED’in kurulması o dönemde, BÜMED’e yer verilmesi o dönemde oldu. Şunu söylemeye çalışıyorum. Birazcık siyaset bilimci birazcık sosyal bilimci terminolojisiyle o dönemde otoriter bir sistem vardı ama tepedeydi. Altta değerler yaşadı yaşatabildik. Onun için ben kendisine müteşekkirim ki o günler çok kızardık biz Ergün Turan beye. Boğaziçi Üniversitesi o günlerde edindiği değerleri geliştirdiği değerleri yetmişlerde koruyabildi. O yıllarda bugünleri karşılaştırıyorum çok önemli farklar var.
“Ülkenin kendi ayağına ateş etmesi diye görüyorum”
O yıllar otoriter yıllardı. O yıllar ülkede olan öğrenci hareketlerini kontrole almak için yapılan bir girişimdi Yüksek Öğretim Kurumu bunu çok iyi biliyorum. Onun için yöneticiler değiştirilmişti. Siyaset bilimi de, siyaset her tarafta suçludur bizim memlekette. Onun için siyaset bilimini de yok farz ettiler. Kamu yönetimi dediler. Ama biz Boğaziçi'nde siyaset bilimi okutmaya devam ettik. Aramızda kamu yönetimcisi yoktu ama bunları yapabildik. Bu çok önemli bir farktı. Onun için ben ona diyorum ki o bir otoriter dönemdi diyorum. Otoriter yönetimler otoriter olur fakat nüfuzuna yani o kurumun da toplum nüfuzuna nüfuz edemeyebilirler. Bugünün farkı, çok önemli bence. Bugünkü farkı totaliter bir durum. Yani değerlere kadar inen, üniversiteyi kurumları kontrol etmeyi amaçlayan bir durum. Yani en derin dokularına kadar üniversitenin bir yerde bir savaş mı açılmış diyeyim ne diyeyim bilemiyorum ama değiştirmeye çalışan bir kurum. Şimdi ben şunu düşünüyorum. Ben bugün olan olayları, yani üniversitelerimize olan olayı Ekrem Başkan'ımın da söylediği gibi belediyelerin yaşadığı, kendi kontrolleri olmayan yerlerde yaşanan sorunları hem ülkenin kendi ayağına ateş etmesi diye görüyorum. Siz çok güzel söylediniz. Yani bir zaman gelecek Boğaziçi Üniversitesi gibi iyi kurumlara onların da çocuklarının ihtiyacı olacak.”