“4. sınıfların derslerine girerken bir öğretmen olarak, öğrenciyle bu konuda hiç sorun yaşamadım. Çünkü ayet olsun olmasın, bilmedikleri dilde kendilerine sunulan bir metni olduğu gibi ezberletmedim. Anlamını türlü hikayelerle açıklayıp yaşamsal alanda kullanmalarıyla ilgilendim. Kendi öğrencilerimi korudum da kendi oğlumu bu sistemden koruyamayacağım düşüncesi zaten beni panikleten.”
Yazarımız, yetişkin veya eğitimli olmasına rağmen, toplumumuzda bireylere gerçek dini anlatılamamasının sebeplerinden birini din ile ilgili kavramların somut zeka dönemi olan çocukluk yaşlarında yanlış işlenmesi olarak görüyor. Bunlar sonraki yaşlarda düzeltilemiyor. Kitabın hedef kitlesinin son 30- 40 yıl içinde ilköğretim, ortaöğretim ve lise yıllarında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi okutulmuş olan “herkes” olduğunu belirtiyor. Gerçekten de kitabı okuduğumda ben de okul yıllarıma dönüp “evet bize de böyle anlatmışlardı” dediğim birçok husus oldu. Peki din neden yanlış öğretiliyor? Kasıt mı var cehalet mi?
Yazarımız din denilenin hocanın anlattığı ritüeller olduğunu ve hükümdarının adı ‘İslam halifesi’ olan Osmanlı İmparatoru’nun bu duruma müdahale etmemesinin; hatta tutup bunu destekleyen eylemler ve eğitim sistemi geliştirmesinin sebebinin “işine öyle gelmesi” olduğunu; çünkü “Kendinizden başka bilen yoksa, bilmeyeni istediğiniz gibi yönlendirirsiniz de ondan” diyor.:
“ ‘Din için, Allah için, gavur onlar, yay İslam’ı, vur haine!’ sloganları ile ganimet toplamak kolaydır. Ama eğer karşınızda ‘ben dinledim Allah’ın sözlerini, saldırı olmadan kılıca davranmamak gerektiğini yazıyor’ diyen bir halk olursa, o çok kolay olanı yapamazsınız. Bu yüzden birilerinin/tebaanın, sorgulamaksızın saldırması, ganimet toplaması ve hanedanı zenginleştirmesi gerekiyor.”
Yüzyıllarca Kuran’ın sadece ezberletilmesinin gerçek nedenini doğru tespit eden yazarımız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla ilk defa Türkçe hutbe okunduğunu, Kur’an ve Hadis tercümeleri yapıldığını, ayet ve duaların Türkçe mealleri ile namaz kıldırıldığını ve böylece halkın 1000 yıldır inandığı dinin ile kendi dilinde tanıştığını ve dini kullanmak isteyenlerin önüne ilk engel konulduğunu da vurguluyor.
Yazar son 30 yılda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersindeki asıl sorunun niteliksel yani içerikle ilgili olduğunu belirtiyor. Ben yaptığım araştırmalarda din ile ilgili derslerde de birçok sıkıntı husus tespit etmiştim. Dolayısıyla sorun sadece bu dersle sınırlı da değil.[1]
Yazar genel anlamda ders kitaplarında Kur’an’ı merkez alan bir anlatım, pedagojik anlamda bir düzen göremediğini, çocuktan, sadece din dersindeki sure, ezberleri ve ritüel kalıpçılığı ile bu sorunları aşmasının beklenemeyeceğini belirtiyor. “Ana babaya öf deme, devlete karşı gelme, vatanı milleti sev, Kur’an’ı belden yukarıda tut, Kâbe’nin maketini yap, dinimiz böyle söyler, Sübhaneke-Amin” şeklindeki içeriğin “Din şöyle şöyle olursa bizim işimize yarar!” anlayışına hizmet ettğini ama “Din nedir ve bizden ne yapmamızı ister?” sorusunun cevabına odaklanmağını, aksine dini kendi çıkarlarına alet etmek düşüncesinin hakim olduğunu açıklıyor.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin hiçbir sorunu çözmediğini aksine başlı başına sorun ürettiğini, kendisinin sorun olduğunu görmek için birinci sebebin “Allah’a dini nasıl öğreteceğini öğretmek cüreti!” olduğunu belirten yazarımız bunu şu şekilde açıklıyor:
“ ‘Allahım, sen Kur’an’ı bize, din nasıl öğretilir öğretmek için gönderdin ama bir dakika, şimdi biz bunu 4. sınıfta ezberletmeye başlamazsak bunlar ergen olunca namaz kılmazlar… Alıştırmak lazım önce... Az bi dakka, Kur’an burada bir dursun, biz din eğitimi verelim istediğimiz gibi, sonra lazım olursa ihtiyaç duyarsa da büyüyünce bir bakar Kur’an’a da!’ demek olduğu için bu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi, hiçbir zaman amacına ulaşamamaya ve başarısız olmaya mahkumdur.
Sanıyor musunuz ki çocuk, bu tanımları ezberledikten sonra; “Aa, arkadaşımın saçını çekmeyeyim, bu günah! Arkadaşımla kalemimi paylaşayım, bu da sevap” diyor?
Çok beklersiniz! Hiç de öyle söylemiyor! Çünkü çocuklar kavramlarla değil duygularla konuşur. Çocuklar, sevap-günah kavramlarına aşina olduktan sonra, kendisine yapılan bir davranışı anlatabilmek için, o kavramları araç diye kullanıyorlar. Kendinden daha güçlü olduğunu düşündüğü bir otoriteden güç alarak, davranışını sorgulamaksızın haklı çıkarmaya çalışıyorlar.”
Yazarımız bunun yerine sevgi hikayeleri anlatılmasını, içinde nasihati olmayan, emir cümleleri geçmeyen, kendimizi dini kavram kullanmak zorunda hissetmediğimiz cümleler kurmak gerektiğini öneriyor. Çünkü eyleminin karşılığı olacağını değil de o eylemin mutlaka iyi yada kötü bir sonuç yaratacağını bilen insan, dinini yaşayan insan olur. “O sevap, bu günah!” deyip duran değil.
Dahası öğrencinin sorgulama ve şüphe etme yapısı, dindar olmamak tehdidiyle karşılanmadan ve herhangi bir baskı yaratılmadan eğitim verimesi gerektiğini savunuyor. Nedeni ise; “din, taklit edilen, alışkanlıklar oluşturan bir yaşam biçimi değil, bir bilinç ve bu bilinçle övgüye layık bir yaşam oluşturma biçimidir. Özgürce karar verebilme aşamasıdır.”
Bu noktada şu örneği veriyor:
“ ‘Meleklere iman, davranışların güzelleşmesine katkıda bulunur’ başlığı altında bir açıklama paragrafı veriyor kitap. Paragrafta Tirmizi’den bir hadis kullanmışlar:
‘Eğer içinden gelen ses, hakk ve hayra çağırıyorsa insan bilsin ki o ses, melek tarafındandır, Allah’tandır. Bundan ötürü Allah’a hamd etsin ve o yolu tutsun.’
Bu hadisin (doğruluğu-yanlışlığı tartışılmadan) buraya alınması öğrencide şöyle bir anlayışa sebep oluyor:
‘Demek ki Allah bizi melekleri vasıtasıyla duyuyor! Eğer melekleri olmazsa bizi duymayacak. Bizim sesimizi Melek O’na iletmezse, o bizi anlamayacak!’
Tebrikler! Melek adı verilen yeni yeni putlar yaratmış oldunuz!”
2017’de değişen müfredata göre Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarından Atatürk konularının çıkarılmasına “Atatürk konularının yerinde ve doğru anlatılması gerektiğini savunduğumu biliyorum ama bu Laiklik olsun anlatılmayacak, Atatürk’ün İslam dünyası için yaptıklarından tarihsel olsun hiç bahsedilmeyecek demek değildi” diyerek itiraz ediyor.
Daha bir çok eleştirisi olan yazarımız çözümü de ortaya koyuyor. Şöyle ki:
“Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi kesinlikle lise 1. sınıfa kadar anlatılmamalıdır. 8. sınıfa kadar öğrenciye belki uygulamalı, davranış kurallarının anlatıldığı toplumsal barış ve huzuru destekleyici ama ideolojik ve dini şartlandırma ve temellendirmelerden uzak, evrensel insanlık kuralları tanıtılabilir ve örnekler gösterilen bir ders konulabilir…
Kur’an tevhit dinini anlatmaya İbrahim peygamberle başlar. İbrahim’in sorgulama süreci özellikle önemlidir. O dönemde İbrahim henüz delikanlıdır. Yani, ‘öğrencilere en az lise çağında din dersi verilmelidir’ dediğimiz yaşta… Ve din anlatımı İbrahim peygamberde ‘sorgulama’ ile başlar. Demek ki en erken lise çağında verebileceğimiz bir ‘Din Dersi’ Kur’an’dan öğrendiğimize göre ‘sorgulama’ ile başlamalıdır, namaz sureleri ile değil… Böyle bir dersin içeriğinde, hayvan, bitki ve insanın iç içe yaşadığı bir doğaya uyum ve sevgi verilebilir. Empati, adalet gibi duygu ve kavramlar yaş seviyesine göre kazanım boyutuna getirilebilir. Gözlem yapmanın ve bilimsel neden-sonuç bağlantıları kurmanın, doğayı ve toplumu anlamada ve uyumlu ve huzurlu yaşamada sağlayacağı olumlu etkiler, tarafsız olarak aktarılabilir.
Lise 1. sınıfta Din Kültürü verilebilir. Ancak bu herhangi bir dinin kabulüne dönük bir anlatım olmamalıdır. Öncelikle öğrenciye Din kavramının tanımı ve tarihçesi verilmelidir. Sonra Dinler Tarihi biliminin verilerinden yararlanarak bir seneye yayılmış şekilde dünya üzerindeki dinlerin tanıtımı yapılır. Bu süreçte öğrenciden herhangi bir dini kabul etmesi beklenmemelidir. Amaç dini kabul ettirmek değil din seçme özgürlüğüne sahip olduğunu hissettirmek ve karar verebilecek yaşta olduğunu anlatmaktır. Dinin özgür irade ile kabul edilen yaşam tarzı ve yaşam kullanım kılavuzu olduğunu idrak etmesi yeterlidir.[2]
Ehli sünnet başta olmak üzere, tüm mezhepsel anlatımlar kaldırılmalıdır. Hatta hatta bireyi ‘zaten inanıyor’ kabul edip -mız birinci çoğul ekli yapılan anlatımlar silinmelidir. Ve daha ötesi, İslam dininin anlatıldığı kadar diğer dinler de anlatılmalıdır. lisenin ilk sınıfına kadar din ile ilgili ders verilmemelidir!
Öğrenciye, öncelikle, tarih içinde din denilen olgunun seyrini, öğrenciye, onu herhangi bir dinin potansiyel inanırıymış gibi kabul etmeden öğretmek gerekir. Ya her dine ve mezhebe eşit mesafede bir anlatım yada mezhepler ve dinler üstü bir anlatım tercih edilmelidir.
Tarafsız ve bilimsel anlatılmasıdır. Tarafsızlık amaç edinilerek yapılacak tanımlar, karşınızdaki öğrenciye birey olarak değer verdiğinizi, seçme hakkına sahip olan bir aklı olduğunu kabul ettiğinizi gösterecektir. Tecrübeyle sabittir ki o genç, siz ona ve aklına güvendiğiniz için kendine güvenen ve bilgiyi tamamlamaya çalışan bir birey olacaktır. ‘Bizim dinimiz bu, sen de buna zaten inanıyorsun, bak ötekiler pis, kötü, e-e!’ anlatımınız, gençler sizin otoritenizden kurtulduğu an ‘deizm veya ateizm’ sonucunu verecektir. Oysaki saygılı, felsefi, bilimsel tanımlarla öğretmiş, gencin bizatihi kendisine saygı duymuş olsaydınız, deist veya ateist olsa bile en azından tercih ederek olmuş olacaktı, size ve eğitiminize tepki gösterdiği için değil![3]
Toplumun büyük yüzdesi geleneksel de olsa İslam dinine inandığını söylediğine göre lise 2. sınıfta ‘Din Kültürü’ dersi, İslam dini hakkında bilgi verebilir. İslam tarihi temel alınarak, dinin başlangıç ve gelişim süreçleri kronolojik olarak, akademik uslüpla anlatılabilir. Bir yılda ancak biter zaten.
Lise 3’te Anadolu’da hâkim olmuş ve olan İslam anlayışları/mezhepler hakkında bilgi verilebilir. Ancak bu bilginin kavram düzeyinde oluşması için İslam ana düşüncesinin Kur’an bağlamında irdelenmesi gerekir. Bunu yapabilmek için de Kur’an’ın iniş sırasına göre ayetlerinin karşılaştırmalı Türkçe mealleri üzerinden bir ders programı yapılabilir. Bir senede tamamlanacak şekilde İslam Dini, Kur’an ayet ayet okunarak öğretilebilir.
Kur’an’ın okunması ile tamamlanan bilgi sonrasında mezhepler tarihi anlatılır. Ve son olarak da dinin TC kuruluşundan günümüze kadar olan seyrettiği süreç özetlenebilir. İşte bilginin böyle tamamlandığı bir öğretimden sonra da Atatürk’ün ne yaptığı ve laikliğin ne olduğu söylenebilir.”
Alışılmış din öğretiminin dışına çıkan yazarımız ülkemizin millet olarak bütünlüğüne, toplumsal huzura, akla, vicdana, laikliğe uygun eleştiri ve çözümlerini içeren kitabını çevremize okutmalıyız. Dahası eğitim ile ilgilenen sendikalar, toplumsal mücadele veren parti, dernek, sendika ve meslek kuruluşları kitaptan ve Sultan Hanımın bilgi ve deneyiminden yararlanmalıdır. Çünkü bu tür bir bakış açısı ve çözüm ilahiyatçılarımız arasında yaygın değildir. Dahası böyle düşünseler de cesaretle ortaya çıkıp konuşmamakta ve yazmamaktadırlar.
Kitabın okunması ve değerlendirilmesi dileğiyle…