“Yes be Annem" den doğu Akdeniz'e

2019 biterken, Suriye sorunumuza Doğu Akdeniz ekonomik bölge sorunu eklendi. 18 yıllık AKP iktidarlarının yüksek (!) tecrübeleriyle bütün komşular yetmezmiş gibi, bütün dünya ile de “papaz” olundu!

AKP, ilk iktidar döneminde AB ile ABD’nin gözüne girme fırsatları yaratmaya çalıştı. Bu nedenle Rauf Denktaş’a rağmen Kıbrıs’ın AB’ye girmesi için iki toplumda ayrı ayrı yapılan referanduma “evet” denmesi için çalıştı. “Ver kurtul” anlayışıyla KKTC halkının “yes be annem” demesi için tüm gücünü kullandı. Sonunda GKRC’nin %75 hayır oyuna karşı KKTC halkı %65 evet dedi. Ama sonuç, AB’ye girmeye yetmedi.

Çünkü Güney Kıbrıs Rum cumhuriyeti, bütün Kıbrıs’ın tek egemeni olarak AB’ye alındı. “Evet” diyen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de adeta cezalandırıldı: Ancak Rum egemenliğini kabulü halinde AB’ye üye olmak zorunda bırakıldı.

Oysa rahmetli Rauf Denktaş kurulan tuzağı önceden haber vermişti: “Amerikan petrol şirketi bana geldi. Petrol rezervi tespit ettiklerini, buna talip olduklarını ve çıkarılacak petrolün %50 pay vereceklerini söylediler (…) Ben Türkiye olmadan cennete bile gitmem dedim. Ankara lafını duyunca gittiler” açıklamasında bulunmuştu.

Denkteş, ABD şirketlerinin Rumlar ile Doğu Akdeniz’de petrol aramalarının savaş nedeni olduğunu söylemişti. Daha sonra BM araya sokuldu. BM heyetinin görüştüğü Süleyman Demirel ile Bülent Evecit de “savaş nedeni olur” demişlerdi.

Referandum öncesinde de Serdar Denktaş kaygılarını ifade etti: “ ABD ile AB’nin gözü petrol yataklarımızda(…) Petrol topraklarımızda değil, kara sularımızda (…) AB Kıbrıs’ı Rumların egemenliğinde üye ederek Doğu Akdeniz’deki doğal gaz ve petrol rezervlerini kontrol etmeye çalışıyor…” diyerek yırtınmıştı.

Bütün bunlara rağmen BOP Eşbaşkanı liderliğindeki “yes be annem” lobisi, ulusal kahraman Rauf Denktaş’ın kemiklerini sızlatacak sonucu sağlamış oldular!

Şimdi ise aynı Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı ile bütünleşmiş AKP yönetimi; zevahiri kurtarmaya çalışıyor.

Ne var ki Doğu Akdeniz ekonomik sahasında etkin olmak için; kıyıdaş olan Suriye, İsrail ve Mısır ile dost olmamak için ne lazımsa yaptı. “Van münüts” ile başlayan ve Marmara gemisindeki 32 farklı ulustan 663 aktivist içinde sadece Türkler’in öldürülmesiyle sonuçlanan olay ile İsrail’le papaz olundu.

Sonra da Marmara Gemisinde öldürülenlerin cenaze namazı için müftü getirildiği Şam’la; Emevi Camiinde namaz kılma amacıyla papaz olundu.

Nihayet Mısır ile; “ihvan”ı iktidara taşıma gayretiyle papaz olundu.

Kıbrıs Rumu ise; Yunanistan desteğinde Türkiye Büyükelçisinin bile bulunmadığı bu üç devletle ittifak yaptı; Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz çıkartmayı gerçekleştirince dış politika gerçeğiyle bağırmaya başlandı.

Türkiye, göstermelik araştırma gemileri ile iç politikaya yönelik şova girişti. Bunun işe yaramadığını görünce, çok gecikmeli de olsa doğru bir adım atmayı akletti: Mersin ile Trablus arasında çekilen hatla; uluslararası hukuka uygun olarak denizde bir sınır ilan etti. Bunun etkin olabilmesi için de, üçe bölünmüş Libya’da; Kaddafi’nin başkanı olduğu, meşru ama İhvan elinde bulunan en küçük bölümle anlaştığı için Türk ordusu ile destek vermek zorunluğu duyuyor. Bu nedenle 2 Ocak 2020 günü, TBMM’de Libya’ya asker gönderme tezkeresi onaylattı. AKP+MHP+BBP cephesinin 324 oy çoğunluğuyla.

Şimdiyse Türkiye ve dünya kamuoyunda şu sorulara yanıt aranmaktadır:

. Suriye’den sonra Libya ikinci bir batak mı olacak mıdır?

. 4-5 milyon Suriyeli sığınmacıya, ne kadar Libyalı sığınmacının eklenecek midir?

. Mutfak ve Pazar yangını, Libya ve Kanal İstanbul yükü eklenmesiyle ekonomi, tam anlamıyla iflasa sürüklenecek midir?

. İdlib’den tahliye edilecek Nusra, IŞİD, ÖSÖ vb teröristler, Libya’ya taşınacak mıdır?

. Ermenilerin “soykırım” iddialarının yanına “terörist devlet” suçlaması gündeme gelecek midir?

OSMANLI TORUNLARI OSMANLI’NIN SONUCUNU HAZIRLIYOR

Osmanlı Devleti, üretmeden tüketmenin ve özellikle sarayın aşırı israfı sonunda ekonomik iflasa sürüklenmişti.

Nitekim Sultan 1. Abdülmecit 1854’de uluslararası tefecilerden borç alarak devlet çarkını döndürmeye çalıştı.

Devletin ekonomik bağımlılığa sürüklendiği süreçte, borç alınan parayla Dolmabahçe Sarayı inşa edildi.

1875’de Sultan II. Abdülhamit; borç taksitlerini değil, faizlerini bile ödeyemez olduklarını ilan etti. Ve Alacaklıları, devletin gelir-giderlerini idare etmek üzere davet etti.

Alacaklı Avrupalı devletler, Duyunu Umumiye İdaresini kurdular. Osmanlı Devletinin tüm gelirlerini tahsil edip borç taksitlerinin ödenmesine; ancak arta kalanını Osmanlı maliyesine bırakmaya başladılar.

1912 yılı itibarıyla Osmanlı Maliyesi’nin memur sayısı 5000 iken Duyunu Umumiye İdaresi’nin memur sayısı 9000’dir. 26 bölge müdürü ve 720 şube müdürü vardı.

Devleti, Lozan’da her türlü kapitülasyonları kaldırdı. Ama Osmanlı Devleti’nin mevcut borçlarını taksitler halinde ödeyeceğini taahhüt etti. Nitekim en son taksit, 1954 yılında ödendi.

Yeni Osmancılık siyasi argümanıyla iktidar olan “torunların” Osmanlı tarihi gerçeklerini bilmedikleri ortaya çıktı:

Ege’deki 12 ada demagojisi yapan AKP’nin döneminde, Ege’deki 180 adacık ve kayacık Yunanistan’a sessizce teslim edildi. Ama Emevi Camiinde namaz kılma, “van münüts” celallenişleriyle İsrail’e had bildirme ve Suriye’de iktidara taşınamayan İhvan’ı Mısır ve Libya’d a iktidar yapma yiğitliğine soyundu. Müslüman Arap devletleriyle hasım olurken Katar’ın Kanal İstanbul etrafında alacağı arazi karşılığı edinilecek gelirle maliyetlerin karşılama umuduna sarıldı.

Türk atasözü olan “el aletiyle gerdeğe girme girme” meseliyle anlatıldığı gibi!

Osmanlı torunu olmak, böyle başarılara imza atmak oluyor demek ki!

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }