Yeniden İslam / Muhammedî İslam...

Başta Türkiye olmak üzere bütün İslam dünyasının yeni bir İslam yorumuna ihtiyacı var. Zira cari İslam, yaralara merhem olmak şöyle dursun, her gün yeni yaralar açmaya devam ediyor. İslam toplumları bin türlü dertle / sorunla boğuşuyor.

Savaşlar, çatışmalar, terör faaliyetleri, ölümler, yoksulluk, sömürü, nepotizm ve insan hakları ihlallerinin en koyusu…

İslam ülkeleriyle ilgili haberlerin büyük çoğunluğunda bunlar var. Oysa İslam, barış demekti, huzur demekti, adalet demekti. Müslüman toplumlar çölde suya duyulan hasret gibi barışa hasret, huzura hasret, adalete hasret…

Cari İslam’ın sebep olduğu tüm bu sorunları, İslam’ın kendisine asla mal edemeyiz. Açıkça ifade edelim; sorunların kaynağı, sultanların nezdinde egemenler lehine yorumlanan cari İslam’dadır.

Cari İslam, yüzyıllardır geniş Müslüman kesimlerin aleyhine işlerken sultanlar / halifeler başta olmak üzere bir avuç seçkinin ise daima lehine işledi. Sultanları yaşatmak adına milyonlar ölüme sürüklendi. Devlet kutsandı ve tanrılaştırıldı.

İktidar sahiplerinin otoritesine itaat, Allah’a itaat gibi görüldü. İslam itikadı ters yüz edilerek sultanlar, halifeler, krallar; “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” diye nitelendi. Hatta bu hususta peygambere atfen hadisler uyduruldu. Saray uleması, dünyevî menfaat karşılığı Allah’ın dinini sultanların arzusuna göre yorumlayıp çarpıttı.

İtiraz dini olan İslam, itaat dinine dönüştürüldü. Başkaldırı dini olan İslam, kadercilik bağıyla pespaye bir boyun eğişin ideolojisi yapıldı. Zulme ve zalime isyan unutuldu. Her çeşit hak arayışı fitne etiketiyle damgalandı. Ölümler, sürgünler, cinayetler “İlahi takdir” denilerek aklanmaya çalışıldı. Hatta şehitlik kavramı, haksız ölümleri bile kutsamak için kullanılan bir maskeye dönüştü.

İslam, aklı önceleyen bir din iken nakil öne alındı. Yoksulu önceleyen bir din iken varsıl öne alındı. Kadını önceleyen bir din iken erkeğin lehine yorumlanarak erkek egemen bir hale getirildi. Halkı önceleyen bir din iken iktidar sahipleri öne alındı.

Bu, apaçık bir sapma ve çıplak bir yozlaşma olarak yüzyıllar boyunca vicdanları kanatmaya devam etti.

Zaman zaman bu cendereden çıkıp gerçek İslam’ı yeniden gün yüzüne çıkarma gayretleri de oldu ama genel manzara hiçbir zaman değişmedi. Çölde bir vaha misali İslam toplumları kısa aralıklarla da olsa adil ve barışçıl düzenler kurup ara dönem denilebilecek devirler de yaşadı ama bunlar süreklilik kazanamadı.

Yeni bir İslam yorumuna duyulan ihtiyacın tespiti, kimilerince reformizm olarak değerlendirilip boğulmak istense de İslamî tecrübe bu konuda aslında kendi kavramını üretmiştir. Bu kavram “tecdid” kavramıdır. Tecdid, Arapçada yenileme manasına gelmektedir. Zamanla kaybolmaya yüz tutmuş özü ortaya çıkarıp yeniden idraklere ulaştırma hareketi olarak tecdid, İslamî yenilemenin / yenilenmenin anahtarıdır. Tecdid, dinî değerleri ve dinsel hükümleri, içinde yaşanan toplumun gereklerine göre yeniden yorumlama ve çağa uyarlama hareketidir. Bu işi deruhte edenlere de “müceddid” denilmektedir.

Bugün, İslam’ı günümüz dünyasına uyarlayacak, çağdaş toplumların gereklerine göre yeniden yorumlayacak “yenileyici / müceddid” beyinlere şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır.

İslam tarihi büyük müceddidler doğurmuştur. Söz gelimi İslam peygamberinin vefatının üzerinden daha bir buçuk asırdan fazla bir zaman geçmemiş olmasına karşın Ebu Hanife gibi büyük bir müceddidin doğduğunu görüyoruz. Ebu Hanife, kendi dönemindeki cari İslam’a itirazını yükseltmiş, nakle ve sultana karşı aklı ve halkı önceleyen yeni bir İslam yorumu geliştirmiştir.

Peygamberimizin ahirete irtihalinden sonra adım adım ilerleyen saltanatçı, kabileci ve Arapçı İslam anlayışı, temelleri Halife Osman tarafından atılan nepotizm hastalığı altında kıvranırken, Ebu Hanife’nin akılcı dinsel yorumları şiddetle karşılanmış ve bu büyük müceddid, yaşamını zindanda işkencelere uğrayarak tamamlamıştır. Fakat düşüncelerinin etkisini kırmak, egemenler için kolay olmamıştır. Ne var ki sonunda Ebu Hanife’nin öğrencileri onun mirasını etkisizleştirerek sultanlara teslim olmuşlardır. Bugünkü Hanefilik, işte bu sebeple Ebu Hanife’nin düşüncelerinin biçimlendirdiği bir Hanefilik değil sultanlarca satın alınmış bir Hanefiliktir.

Günümüzde özellikle Sünni dünyası açısından İslamî tecdidin besleneceği ana kaynak, Ebu Hanife olmalıdır. Ancak tekraren ifade edelim ki, Ebu Hanife ile günümüz Hanefiliği asla birbirine karıştırılmamalı. Zira gerçek İslam ile cari İslam arasındaki bağ nasıl ki isim benzerliğinden öteye geçemiyorsa aynı durum Ebu Hanife ve cari Hanefilik için de söz konusudur.

Tecdid hareketinin besleneceği kaynak elbette ki Ebu Hanife ile sınırlı kalamaz. Ebu Hanife’nin buradaki konumu ve rolü öncü oluşudur. Onun açtığı kapının yeniden açılmasıdır yapılması gereken… Açılan kapıdan tarihte olduğu gibi bugün de pek çok müceddidin geçeceği muhakkaktır.

İslamî tecididin bir diğer kaynağı da ehlibeyt imamlarından Cafer – i Sadık’tır. İmam Cafer’in ilmî mirası canlandırılmalıdır. Hem Ebu Hanife hem de Cafer- i Sadık, yaptıkları ilmî çalışmalarla saltanatçı İslam’a karşı Muhammedî İslam’ı savunmuşlardır. Günümüz egemenlerinin de ideolojik ataları gibi, dini halka karşı çok iyi kullandıkları ortadadır. Bu egemenlerin İslam’ın sömürülmesi üzerine kurdukları iktidarlarını kaybetmeleri de yine İslamî bir hareketle gerçekleşecektir. Yeni İslamî hareket; dini, halkın lehine yorumlayan, akılcı ve bilimi esas alan bir hareket olmalıdır.

Ceberrut değil güler yüzlü…

Mezhepçi ayrımcılığa dayalı değil birleştirici ve kucaklayıcı…

Serveti ve zenginliği değil emeği önceleyen…

Egemenlerin hizmetinde değil ezilenlerin yanında…

Baskıcı değil özgürlükçü…

Cehennem korkusu üzerine kurulu değil cennet müjdesini öne çıkaran…

İnanca körü körüne bağlı değil onu aklın süzgecinden geçiren…

İbadetleri / ritüelleriyle değil ahlaki ilkeleriyle tanınan, tanıtılan…

Dini bir siyasal ideoloji olmaktan kurtarıp vicdanlara emanet eden…

Adaleti ve barışı her şeyden önemli gören…

Yeni bir İslam yorumunu ya üreteceğiz ya da hem Türkiye toplumu hem de bütün Müslüman toplumlar olarak sefalet içerisinde yaşamaya devam edeceğiz.

Anımsayalım; ne diyor bize Kur’an?

…Li külli ecelin kitab / …Her zamanın bir hükmü vardır.(Gök Gürültüsü Bölümü 38. Söz - Rad Suresi 38. Ayet)

O halde bu zamanın hükmünü ortaya koymak ve İslam’ı Muhammedî çizgide yeniden diriltmek zorundayız. Bu görev, gerçek müminlerin omuzlarındadır.

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }