Günümüzün gericileri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden süreci, son Osmanlı Padişahı Vahdettin’e mal etmeye çabalarlar. Bunun için de “Atatürk’ü Samsun’a Padişah Vahdettin gönderdi!” diye bir iddiada bulunurlar. Bu iddiayı tarihsel bağlamından kopartan Osmanlı hayranı Murat Bardakçı ikide bir parlatır durur.
Önce bir gerçeği bilelim: Mustafa Kemal, Vahdettin’i padişah olmasından çok önce tanımıştır. Şehzade Vahdettin’in 15 Aralık 1917’deki üç haftalık Almanya gezisinde ona danışmanlık (yaverlik) yapan isim Mustafa Kemal Paşa’dır. Bu yüzden Vahdettin’in fikirlerini olduğu kadar psikolojisini de bilmektedir.
Mustafa Kemal, 1. Dünya Savaşı’nda, Çanakkale cephesinde olduğu gibi Güney ve Doğu cephelerinde de komutan olarak görev yapmış ve başarısı Osmanlı devlet yönetimince kabul edilmiş, sevilen bir komutandır.
Ama 30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı Devleti, İngiliz-Fransız-İtalyan ittifakıyla Mondoros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak onlara teslim olmuştur. Hemen bu imzadan sonra aralarında Yunan gemilerinin de bulunduğu 61 parçalık düşman donanması Çanakkale Boğazı’nı elini kolunu sallayarak geçmiş, 7 Kasım’da gelmiş İstanbul Boğazı başında toplarını Dolmabahçe Sarayı’na çevirerek demir atmıştır.
13 Kasım’da Güney ordularının başından İstanbul’a ulaşan Mustafa Kemal, İstanbul’un düşman eline geçtiğini görünce kahrolmuş ve o an bunları kovmanın kararını vermiştir. İşte ünlü, “Geldikleri gibi gidecekler!” sözü bu ortamda söylenmiştir.
VAHDETTİN MECBUR KALDI
Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul artık İngiliz-Fransız kuvvetlerinin işgali altındadır. Anadolu’da ise yer yer çete savaşları ile direnişler başlamıştır. Doğ ve Orta Karadeniz Bölgesi’nde bir Pontus Rum Devleti’nin kurulacağı haberleri yayılmıştır. Türk nüfus bunun üzerine çeteler kurarak Pontusçu Rumlara saldırmaya başlamıştır. İngilizler, kukla Vahdettin hükümetini sıkıştırmakta ve “Bu direnişleri önlemezsen İstanbul’u bile elinden alırız ve her yeri de işgal ederiz!” diye korkutmaktadır.
Tahtının tehlikede olduğunu gören Vahdettin, kurtuluş için ayaklanmacı Türk çeteleri bastıracak bir otoriteye ihtiyaç duyar. Bu otorite herkesin güvendiği, başarılarıyla parlamış bir asker olmalıdır. O da Mustafa Kemal’dir.
İşte Vahdettin, Mustafa Kemal’i 3. Ordu Müfettişi olarak bu amaçla seçmişti. Onu, Karadeniz’e gönderirken söylediği, “Paşa paşa, sen bu devleti kurtarırsın!” sözündeki devlet, aslında kendi saltanatı idi. Zaten herkes çok iyi biliyordu ki o zamanlar Osmanlıda devlet demek, padişahın tahtı/saltanatı demektir.
Mustafa Kemal gidecek, Rumların devlet kurmasına direnen Türk çetelerini dize getirecek ve Sultan Vahdettin de rahat edecekti.
İDAM KARARLARI VERDİRDİ
Ama Mustafa Kemal o çeteleri bastırmak yerine örgütledi ve daha sonra da milli kuvvetlerin (Kuva-yı Milliye) bir parçası yaptı. Onlara öyle güveniyordu ki Ankara’ya gelince kendine muhafız olarak da ilkin bunları seçti…
Padişah Vahdettin kendi dediklerini yapmayan ve İngilizleri kızdıran Mustafa Kemal’i yok etmek için her yola baş vurdu.
Daha TBMM açılmadan 5 Nisan 1920’de sarayın din adamı Dürrizade Abdullah’a yayımlattığı bir fetvada, Mustafa Kemal ve arkadaşları ile onlara uyan Kuva-yı Milliyecileri hain, haydut ve kâfir ilan ettirdi ve bunların öldürülmelerinin Müslümanlar için en önemli görev olduğunu duyurdu.
Kurdurduğu Kürt Mustafa (Nemrut Mustafa) mahkemesinde (Divan) 11 Mayıs 1921’de Mustafa Kemal ve arkadaşlarını idama mahkum ettirdi.
Düzce, Hendek-Bolu, Balıkesir, Yozgat ve birçok bölgede Kuva-yı Milliyecileri yok ettirmek için isyanlar çıkarttırdı.
Yetmedi, İngilizlerin silahlandırdığı ve adına Kuva-yı İnzibatiye dediği bir ordu kurarak bunu Kurtuluş Savaşı veren milli kuvvetleri yok etmekle görevlendirdi.
Böyle bir padişah ile İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’i aynı ailenin ferdi sayabilir miyiz?
AYNI ZİHNİYET İKTİDARDA
Vahdettincilik, bir zihniyettir. İktidarda kalabilmek için düşmanla bile işbirliği yapma zihniyetidir bu. Kurtuluş Savaşı’mızı arkadan vuran, Çapanoğlu kardeşler, Çopur Musa’lar, Delibaş Ahmet’ler, Ahmet Anzavur’lar ile bazı Çerkez –Abaza beyleri bu dinci gericilik bataklığında üretilmişlerdi. Ve İsmat Paşa daha sonra, “Bu mürtecilerden (Din adına ayaklanan Osmanlı hainleri) çektiğimizi düşmandan çekmedik!” demiştir.
1945’ten sonra, CHP’nin son döneminde yeniden bu gerici zihniyet ülkemizin üzerini kaplamış; Demokrat Parti devrinde (1950-60) örgütlenme devlet aygıtlarımızı ele geçirmiştir. Amerikancılık hareketi olan antikomünizm şemsiyesi altında toplanan gerici örgütlenmeler siyaseti yönlendirmeye başlamıştır. Sonrasında polis, askeriye, hatta MİT bile ABD tarafından kontrol edilir olmuştur. Bu örgütlenme (NATO’cu Gladyo) Türkiye siyasetine yön veren ana güç haline gelmiştir. İkide bir darbe yapan zihniyet de kökü Vahdettin zihniyetine uzanan dış işbirlikçisi örgütlenmedir.
12 Eylül darbesiyle Amerikancı Turgut Özal’ı, 28 Şubat karışımıyla Tayyip Erdoğan’ı iktidara getiren bu örgütlenmedir. Bugün Türkiye’yi tek adam otokrasisinin eline verdiren 15 Temmuz darbe girişimi de bu planlamanın eseridir. Ve bu yüzden AKP’lilerin tümü Vahdettinci/Osmanlıcı zihniyeti canlandırmak için her şeyi yapmaktadırlar.
Ne acıdır ki ülkemiz bir tür 19 Mayıs 1919 ortamına sokulmuştur. Bunu bilenler, 19 Mayıs’ların 23 Nisan’ların, 29 Ekim’lerin anılmasını önlemek için her türlü numarayı çekmiyorlar mı?
Ama yeni tip Vahdettinler de mutlaka yenileceklerdir…
UTANILACAK BİR NOT: Müttefik İşgal Orduları Başkumandanı İngiliz Generali Charles Harington’ın Türkiye anıları kitap olarak yayımlandı. Bu anıları okuyunca görüyoruz ki Vahdettin İstanbul’da kaçarken, yanında götüremediği karılarından beşini bu İngiliz’e emanet etmiştir.
Müslüman Türk bir aile yerine böyle bir seçim yapan Vahdettin’in bu davranışından doğrusu ya ben utanç duydum. Bu türlü adamlara “atamız” diyenler ne düşünür acaba?