Uygar devlet, çağdaş devlettir. Sosyal devlettir.
Böylesi devlet, çağın gereklerine göre devinim ve dönüşümü sağlayarak gerekli örgütlemeyi gerçekleştirir.
Geleceği öngörür.
Çağın insanının sosyal, ekonomik ve teknolojik gereksinimlerini gerçekçi şekilde saptar. Bunları karşılayacak hazırlıkları yapar. Olası gelişmelere karşı önlemler alır.
Örneğin Covid 19 gibi bir salgın halinde nasıl davranılacağını, ne gibi önlemler alınacağını bilir. “Kervan yolda düzülür” anlayışında olmaz.
Devletimiz böyle midir?
Yaşadıklarımızdan gördüğümüze göre; çağdaş olmayan kimselerin yönetim anlayışıyla devlet, bir asır öncenin koşullardadır. Amiyane söylemle; “yumurta kapıya gelince” harekete geçiliyor. Günümüz iletişim ve teknolojik gerçeklerinden nasip almamış bir aymazlık içinde olunmuştur.
Covid 19, bunu gösterdi.
Çin’de Aralık 2019’da ortaya çıkmıştı. Kısa zamanda dünyayı sardı.
Bir buçuk milyar nüfuslu Çin; etkin önlemlerle kısa zamanda kontrol altına aldı. Bugün itibarıyla sıfırlamıştır. Burnu dibindeki Güney Kore bile tehlikeyi en aza indirmiştir.
İki hafta öncesine kadar Türkiye’yi yönetenler; İran’dan İtalya’ya kadar dramatik hal almış olan virüsün Türkiye’ye giremediğini savundu durdu. Oysa özellikle İran’dan Suriye’ye kadar sınırlarımız kevgire dönmüştü.
Çağın gerçeklerine sırtını dönenler, sanki uhrevi ferasetle ülkeyi efsunlamıştı. O nedenle 21 bin 500 kişiyi inanç turisti olarak umreye gönderdi. Döndüklerinde de denetimsiz ve karantiyesiz şekilde evlerine yolladı.
Ölümlerin başlaması ve medyanın yoğun haberleri üzerine, lütfedip son gelen 5 bin kişiyi karantiya almak zorunda kalındı. Ama ilkelliğin, tesadüfi yöneticiliğin sorumsuzluğuyla; bir gece yarısı öğrenciler sokağa atılarak boşaltılan yurda yerleştirildi.
Öğrencilerin ne olacağı düşünülmedi.
Öğrenciler virüs kontrolünden geçirilmeden evlerine veya tedarik edilen yerlere gönderildi.
Tıpkı umreden dönenlerin evlerine gönderilmeleri gibi!
Sağlık Bakanı, ancak BM’inin küresel salgınla mücadele için nakit yardım yapılacağını duyurduğu gün, gece yarısında Covid 19’un Türkiye’ye ayak bastığını açıkladı.
Virüsün bulaştığını anlamak için gerekli sağlık önlemlerin olmadığı görüldü. Ne belli hastahane vardı. Ne gerekli materyal vardı. Ne sağlık personeli tanımlama ve materyale sahibi idi.
Okullar tatil edildi. Sonra 14 maddelik korunma maddeleri sıralandı. Daha sonra,”60 yaş üstü kimseler sokağa çıkmasın” diye emredildi.
Yaşlı kimseler sokağa çıkmayacak, ama gençler gezip tozup virüs kaparak eve gelebileceklerdi.
Ölümleri 40’ı, hasta sayısının 650’yi aştığı gün bile, hiçbir yaşlıya ne vaad edilen maske ve kolonya, ne nerede “kit” bulunup kontrol edileceği bilgisi verildi.
Küresel salgının ortaya çıkmasından 4 ay sonra bile, devlet şaşakalmıştır.
Özellikle gıda maddelerine aşırı zam yapan fırsatçılara önlem alamayan devleti yöneten hükümet; adeta benzeri bir fırsatçılık sergiledi: “Uzaktan eğitim” olarak “türban” gösterisiyle yapılan sunumla; ilköğrenim çocuklarına bir siyasetçinin darağacı gösterilerek başlattı!
Oysa Türkiye’de idam cezasının kaldırılması yıllar olmuştu.
İdam gerçekleştiren toplum, daha sonra o idam edilenlere anıt dikmiş, unutulmaz kılmıştı. Çok insani bir davranış ve çok ince bir özür dilemiş idi..
Virüs belası ile karşı karşıya iken bile, siyasi iktidar ayrıştırma ve kin aşılayan çıkarcı bir anlayış ortaya koymaktan sakınca görmüyor!
Omuzdaş FETÖ’cülerin yarattığı 15 Temmuz’dan “Allah’ın lütfu” çıkaran zihniyet; Covir 19’den de teokratik telkin eden eğitim fırsatı sergilemiş oluyor.
*******
BİNMİŞİZ ALAMETE GİDERİZ KIYAMETE
Günler sonra Başbakan ve Parti Genel Başkanı fonksiyonuyla Cumhurbaşkanı; 80 kişiyle bir toplantı yaptı. Covid 19 ile ilgili köklü önlemler alınacağı beklentisi doğdu.
Fakat dağ fare doğurdu.
İlgili ilgisiz herkesin davet edildiği toplantıya, muhalefet mensupları ile Türk Tabipler Odası ve Sağlık Personeli Sendikası ilgililerine gerek duyulmamıştı!
Karantina ve sokağa çıkmamanın çözüm olacağına inanılan mücadele sürecinde yurttaşların nasıl iaşesini sağlayacağına yönelik bir ilke ortaya konamadı.
Patronlar düşünülmüştü. Cumhurbaşkanı, TOB Başkanına; “keyfin yerinde” diye gülerek iltifat etti.
Devlet memurları işe gitmeseler de maaşları işliyordu. Ama işçinin ücreti ve günlükçülerin yevmiyeleri önemli görülmemişti. Herhalde bunlar, kış uykusuna yatacak, vücutlarında biriktirdikleri yağ ile yaşam sürdürecektir!
Böyle kimseler için sosyal devletin görev ve sorumluluğu söz konusu değildi.
Merkez Bankası ihtiyat akçesi (kefen parası) da harcandığından, toplantı sonunda sözde kalan 100 milyarlık lira sübvansiyon yapılacağı açıklandı. Bundan da işçilere ve günü birlik çalışanlara zırnık düşmeyecekti.
Sokağa çıkmama emrine rağmen mahalle muhtarlıkları ile Belediye ve Kaymakamlıkların tedavi, iaşe, sterilize ve iaşe konusunda yurttaşa yardım ve hizmeti gerekli görülmemişti. Sadece talep edenlere Belediye, örneğin Kağıthane, kocaman ve lüks bir karton torba içinde 3 tek bez maske ile 150 ml’lik kolonya ileterek virüs ve enfeksiyonla mücadele ettiğini sanıyor. Bir bakıma “hamamın namusunu kurtarıyor.”
“Ele verir talkımı, kendi yer salkımı” misali.
Galiba binmişiz bir alamete, dolu dizgin gideriz kıyamete…